Tesettür

Sebepler âleminin normal seyri dışında yaratılan, denizlerin diplerinde, sağlam bir kabuk içinde, haricî her taarruzdan korunmakla vücut bulan ve masumiyete simge olan “inci”nin, böyle bir seyirle yaratılmasındaki hikmet herhalde bize vermek istediği ders olmalı.

Evet, değerli elmaslar toprak örtüsünün altında vücuda gelir. Kıymetli inciler tesettürsüz meydana gelemez. Mücevherler orta yerlere bırakılmaz. İnsanlar, gizli definelerin peşine düşer. Nazik ve nazenin aletler usulsüz kullanılırsa bozulur. Zarif ve latif eşyalar özel bakım ve muameleyi îcab ettirir.

Bazı nimetler de tadımlıktır. Her zaman bulunmaz. Bulunursa israf edilmez.

Mesela sevimli çocuklar vardır. Nazar değmesin diye her tedbir alınır. Çocuklara şefkat gözüyle bakılmasına rağmen yine de nazara mani olunamadığı halde; hanımlara yönelen bunca su-i nazar ve pis hevesler nereye gidiyor?

“Evet, güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse manen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir.” Şükür, nimeti ‘gerektiği yerde sarf etmek’ olduğuna nazaran güzelliğin şükrü de onu meşru dairede sarf etmektir.

İşte tesettür kadının zarif olan mahiyetini muhafaza ettiriyor. Kıymetsizlikten, hafiflikten ve haricin hevesine esaretten kurtarıyor. Kendi nefsinde ve ruhunda onu serbest bırakıp hakiki özgürlüğünü temin ediyor. Manevi terakki yolunu açık bırakıyor. Fıtratın netice vereceği güzel ahlaklara zemin hazır ediyor.

Zira cazibe dış güzelliğe bina edilirse manevî güzelliğin inkişafına mani oluyor. Günlük heveslerle mutmain olup, manevî güzelliklere ihtiyacını hissettirmiyor. Suretteki güzellik zamanla azaldığı halde manevî cihette de bir inkişaf yoksa, sonrasında, sevmek beklediği nazarlarda aradığı muhabbet hâsıl olmuyor.

Hem insanların teveccühü, iltifatı erkeklerde bile hoş karşılanmamıșken, kadınlara yönelecek teveccüh değil makbul görülmek, derecesi dahi öyle içtihada veya keyiflere bırakılmayıp, doğrudan Kur’an ile tayin edilmiş.

Mesela Kur’an, anne babaya öf demekten men etmiş. Fakat dövmekten bahsetmemiş. Buradan dayağa ruhsat çıkmadığı gibi; kadınlara da yakalarını ‘bile’ örtmelerini emretmiş. Flörtten açıkça bahsetmemiş. Buradan da buna ruhsat çıkmıyor. Zira herkes bilir ki hafifi men edilen şeyin ağırı zaten men edilmiştir.

Ayetin emriyle, gayet açıkça ve tevile imkân bırakmayacak derecede, erkeğin nazarına bile murad aldırmayan Kur’an, elbette kadını namahremin eline, diline ve sair azasına veya gönlünün hevesatına terk etmez.

Demek tesettüre kadının sadece vücudu değil; hissiyatı, edası, cilvesi, tavrı, hatta sesi (yani sohbeti), hatta hayalleri (yani iç dünyası).. yani cazibe namına nesi varsa herşeyi dahil. Zira bunlar da gayet cazibedar birer -manevî- ziynet hükmündedir.

Buna göre İslâm’la alakası olmayan sokaklar veya karmakarışık ortamlar veya sosyal adı altındaki sanal çöplükler kadının mekânı olamaz. Zira haydutlara açık umumî mekânlar, manevî pek çok cevhere kılıf olabilen hanımefendilere mekân olamaz.

Hem ‘leysezzekeri kel’ünsa’ ayetiyle kadın ve erkek eşit değildir. Dolayısıyla aynı günahın kadın ve erkekte meydana getireceği tahribat da eşit olmaz. En azından insanlar nazarında eşit olmaz. Kadının en esaslı hasleti sadakat ve iffettir. Erkeğe iyi-kötü gene bir aile emanet edilebilirken, kadının hatası insanlarca affedilmediğinden telafisi yoktur. Ayrıca iradesi o manevî tahribatı tamire kâfi gelmeyebilir. Dolayısıyla erkeğe kıyas edilmez.

Hem nasibinin kendisi için ilk olmasının kuracağı bağ, karşı tarafa vereceği güven sağlıklı bir ilişkinin de esasıdır. Nitekim görücü evliliklerinin daha uzun ve sağlıklı olması buna şahittir.

Ayrıca şimdiki hanımlar, kâmil hocaları veya kemalât sahibi nadir bulunan beyefendileri görüyor. Onlara kıyasla kendini maddi manevi her cihetle sarabilecek yüksek bir erkek beklentisine girebiliyor. Hâlbuki şimdiki medeniyet öyle mahsulleri pek yetiştirmiyor. O zâtlar zamanla o keyfiyete ulaşıyor. Hem bir erkeğin hocalık sıfatıyla, kocalık sıfatı birbirinden farklı olabilir. Her fıtrat da birbirine uymaz. Farklı iki kişinin uyumu noktasında nefislerinin terbiye ve imtihan süreci de onlara has olur. Yani sıkıntı ve imtihanlar noksanlık alameti olmaz. Demek başkalarına gıpta etmeye gerek yok. Hayırlı olan her zaman yüksek olan değil genelde denk olandır. Evlenirken belli kriterler olmakla beraber nefis seviyesindeki uyuma da bakmak lazım. Zira hocalık sıfatlarıyla evlenip mutmain olamayan çok insan var.

Kocası ise bu kadar beklentiye cevap veremeyip hanımını tatmin edemezse bu sefer kendini aciz hissedip kalben soğuyabilir. Bunun çaresi tevazudur ve memnuniyettir ve rızadır. Dua ile ve erkeğe iltifat ve cesaretlendirmek ile teslimiyet ve memnuniyet ile erkek istenilen noktaya çekilebilir. Zaten başka da çözüm yoktur. Erkek bu tür meselelerde kadının gönlünü alabilir fakat kadın manen ezilmiş bir erkeğin gönlünü alamaz. Hem nasibi bu olana yeni evlilikler de fazla bir katkı sağlamayabilir. İlk göz ağrısının tadı da başkalarında bulunmaz. Çare boşanmayı düşünmek değil, -mümkün mertebe- olanı ıslaha çalışmaktır.

Nasibe kanaat, takdire rıza, bir sıkıntı varsa ıslahına dua İslam’a muvafık emirlerdendir ve saadetin de esaslarıdır. Çünkü kendisinden razı olunması insanı yumuşatır. İnsan beğenildiği ve iltifat gördüğü tarafa meyleder. Ve ayetin işaretiyle madem ki iyi niyetli olanlar karı-kocanın arasını bulabiliyor, öyleyse ıslahı da mümkündür. Zaten çokları boşanamaz. Öyle ise manevi ipleri koparmamak, “şahsiyetimden taviz veremem, beni böyle sev” dememek, yanlış düşündüğü izzetini terk etmek, uyumlu davranmak daha isabetli olur.

Ayrıca güzel geçim, sakinlik ve yumuşaklık erkeğin evde arayacağı esaslardandır. Bunlar da yine, serbest yaşayanların, fıtratlarındaki asabiyet sebebiyle zayi oluyor.

Hem tesettürün manası hayâ perdesini takınmaktır. Hayâ, nefsin sıkılmasıyla yüzde peyda olan kızartıdan ibarettir. Kadın, fıtratının hassasiyetiyle pis nazarlardan elbet çabuk sıkılır. Daima buna maruz kala kala normalleşse o latife artık söner. Bundan lezzet almaya başlasa o latif latife artık çürür. O hanım da kız edasını kaybeder.

Hem hayâ, İslâm’ın ahlâkıdır denilmiş. Bu noktadan tesettür yüksek ahlâkın da bir mertebesidir, bez parçasından ibaret değil. Onu takınan hayâyı da takınmak lazım. Tâ asıl maksat hâsıl olsun, dünya metaı muamelesi görmesin, kendisine hürmet edilsin.

Elhasıl: Hayatın belli bir döneminde var olan güzellik, ölçüsüzce sarf olursa çabuk zayi olur. Nezaket, letafet, tevazu gibi manevi güzellikler ancak hakiki tesettürle yani hayâ perdesine sarmakla muhafaza olur. Erkek güzelliğe belki karşı koyar veya zamanla alışır. Fakat manevi cazibeye karşı koyamaz. Hem mide gibi her latifenin ve heveslerin de bir kapasitesi vardır. Dışarda tatmin olursa eve kalmaz. Hem haramla tatmin olursa bozulur. Tebessüm, merak, teslimiyet gibi hislerin helaline saklanması îcab eder.

Hem malumdur ki; Herkesin ulaştığı şeye kıymet verilmez. Açığa vurulan sırlar değerini kaybeder. Bahsi çok yapılan işlerin bereketi kalmaz. Nimeti iftiharla izhar etmek kaybetmeye sebeptir. Amel-i sâlih dahi gizlenince sevabını muhafaza eder. Öyle ise;

“Meziyetin varsa hafa türabında kalsın, tâ neşvü nema bulsun.” Yani gizlilik toprağı altında, yani tesettür çarşafı içinde saklansın, tâ inkişaf edebilsin. Vesselâm.

Uğur Tuğrul

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: