Hakikati arayan Japonlara neden bu musibet geldi?
Hulusi Ağabey’in Barla Lahikasının başlarında ifade ettiği gibi:
Evet, kat’î kanaat hasıl oluyor. Hattâ dikkatle bakılsa görülüyor ki, bu saray-ı âlem inkıraza hatve be-hatve yaklaşmakta. Her saat çatısından bir tuğla, duvarından bir kerpiç, sıvasından bir parça kopmakta, hattâ lâmbasının ışığı azalmaktadır. Eksilmez, yıpranmaz, yıkılmaz, değişmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yıpranacak, yıkılacak ve değişecektir. (Barla Lahikası, 84 )
Resul-i Ekrem(ASM)’ın nuru küre-i arzımızdan çekildikçe emektar dünyamız hatve be-hatve kıyamete yaklaşmakta, bunun alametleri de semavi musibetler suretinde görülmektedir. Üstadımız bu musibetlerin hakiki sebebi için:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten.. (Kastamonu Lahikası, 111 )
Demek ki bu semavi musibet, deniz unsurunun gadaba gelmesi, zalimlerin cinayetlerine mukabil kaderin fetvası ile başlarına gelmiştir.
14.sözün zeylinde: “Bazı eşhasın hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?” sorusuna,
Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye sebebiyet verir. (Sözler, 172 )
Demekle bizi zalimlerin hatalarına manen iştirakten yani zalimler gibi fiil, fikir, his sahibi olmaktan sakındırmıştır.
Kimdir “zalimler”?
اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً ayetinin ifade ettiği gibi insanda ciddi bir zulüm damarı ve Rabbini bilmemesinden kaynaklanan bir cehaleti vardır. Eğer insan , fıtratına sırr-ı imtihan olarak konan bu iki vasfı, Allah’a iman ve terbiye-i İslamiye ile had altına almazsa, bu kuvvelerin tesiriyle sırat-ı mustakıymden çıkar. Şahsî ve içtimaî hayatında zalim olur. Şu anda nev-i beşerin idaresinde zulmüyle öne çıkan insanlar böyle bir terbiyeden mahrum kalmış, talihsiz kimselerdir. İşte mahiyetimizde bulunan bu damarları istikamet altına almaya çalışmamak, başta nefsimize sonra da etrafımızda, içtimaî hayatı paylaştığımız insanlara zulümdür.
Hayatı yaşarken karşı karşıya geldiğimiz ve genelde herkesin hiç sorgulamadan yapageldiği fiillerin bazılarında insaniyetimize ve kulluğumuza münafi hallerin olabileceğini göz ardı etmemeliyiz. “Otokontrol” denen vicdanî mekanizmamızı işleterek önce yapacağımız fiili gözden geçirmeli, “acaba kulluğumda bunun nasıl bir yeri var, yeri var mı?” diye mihenge vurmalıyız. Altın çıkarsa saklamalı, bakır çıkarsa zararlı bir alışkanlıktı, deyip atmayı bilmeliyiz.
Bazen böyle zararlı fiilleri kendimiz yapmasak bile mihenge vurmadan, “olumlu” olarak etiketlediysek, başkalarının yapmasını normal karşılarız, hayatın akışı içinde bir yeri vardır zannederiz. Oysa mahiyet-i insaniyeyi boşa harcayan ve Allah’tan gafil olmaya iten: israf, tembellik, bencillik, tahakküm… vb. gibi fiiller ve bunların altında yatan hisler hepimiz için gayet tehlikelidir. Bunlardan kendimizi ve sevdiklerimizi muhafaza etmemiz, üzerimize bulaştıysa acilen kurtulma yoluna gitmemiz dünyevî ve uhrevî saadetimiz için elzemdir.
İşte Bediüzzaman Hz. bizi böyle zalimane fiilleri yapmak, fikren reddetmemekle zulmü iltizam etmek, hissen desteklemek ile zulme iltihak etmekten, zulme manevi ortaklıktan sakındırmakla, “musibet-i semaviyenin nüzulune sebebiyet vermekten çekinin” demiştir.
Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amîn.
Nabi