Ümide Çağrı

Araf sûresinden öğrendiğimize göre, şeytanın insanlar için hazırladığı tuzaklar tek tip değildir. Taşıdığı kibir dolayısıyla emr-i ilâhiye isyan eden ve bu yüzden cennetten kovulan şeytan, kendisine mahşer gününe kadar verilen mühleti, Rabbinin doğru yolunda durup insanları yoldan alıkoyma yönünde kullanmaya azmetmiştir. Şeytanın ahdi, sapa yollara sapmaları için, insanlara ‘önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından yanaşma’ şeklindedir..

Bu bakımdan, insan tek tip tuzakla karşılaşmaz. Aksine, karmaşık ve çetrefilli tuzaklar çıkar karşısına.

İşte bu karmaşık şeytanî tuzakların belki en etkili örneği, insanın bile bile günaha düşmesinin peşisıra yaşadığı sorgulama hengâmında sergilenir.

Şeytan, reklamcıların piri olarak, insanı ve özellikle müminleri binbir allama-pullama, binbir katıp katıştırma ile, adeta ağzının suyunu akıtıp imrendirerek günaha çağırır. İnsan bu çağrıyı bir kez savsa, peşinden ikincisi gelir. Onu da savsa, üçüncüsü gelir. Hülasa, bu günah çağrısı, insan bilfiil günaha düşünceye kadar değişik renklere ve suretlere bürünerek durmaksızın yinelenir. Sonunda bile bile günaha düşer, göz göre göre şeytanın davetine icabet eder, kalb ve vicdanının uyarılarına rağmen şeytanın tuzağına düşeriz.

Bu tuzakların ilkidir.

Bu meyanda davet edildiğimiz günahtan elde edeceğimiz vaad edilen lezzet ile o günahı bilfiil işlemekle elde ettiklerimiz arasındaki muazzam uçurum, ‘aldatıldığımızı’ geç de olsa farketmemizi sağlayacaktır. Ancak olan olmuştur ve bizim dünyamızda, böylesi bir günaha nasıl düşebildiğimiz sorgulaması doldurmuştur.

Bu sorgulama, kalp ve vicdanın yardımıyla, Rabbin doğru yolundan sapıp girdiğimiz şeytanî günah yolunun çirkinliğini derketmemiz sonucunu getirecektir. Bu ise, istiğfar ve tevbeye yöneltir bizi. Yaptığımızın, bir insan ve bilhassa bir mümin olarak bize yakışmadığını anladığımızda, işlediğimiz bu fiile karşı Rabbimizden utanır ve onun rızasına uygun bir hayata yeniden dönüşün adımları olarak istiğfar ve tevbe surecini başlatırız. Bu ise şeytanın bir kez ısırdığı mü’mini ikinci kez ısıramaması demektir. Bir kez ağına düşürdüğü insanın ikinci kez tuzağa düşmekten kurtulması demektir.

Şeytan, bu ihtimali yeni bir hileyi devreye sokarak aşmaya çalışır. Günah sonrası sorgulamalar içinde vicdandan gelen, “senin aslın bu değil!” dir. Vicdan “sen ‘ahsen-i takvim’de yaratılmış arza halife kılınmış en şerefli mahluksun. Bunun hakkını ver.” çağrısında bulunacaktır. Bu vicdanî teşvik, insanın iç dünyasında hayra yönelme iştiyak ve ümidini uyandırır. İşte bu ümid ve iştiyakı kırmak için, şeytan benzersiz bir tuzak kurar. kandırıp aldatarak; akıl, kalp ve vicdanını tesirsiz kılarak insanı günaha sevk eden kendisi değilmiş gibi, çelmelediği aynı insana şu telkinleri vermeye başlar;

İşte senin gerçeğin bu.Sen böylesin işte.Kendini iyi biri mi sanıyorsun? Sen bu’sun işte; sen adam olamazsın.” Peşi sıra, bu iddialarına delil olarak, bizi işlemeye sevk ettiği günahı gösterecektir şeytan: “Çirkinliği bu kadar bariz bir günaha nasıl da kapılıp gidiverdin. Hâlâ daha, kendini iyi bir kul olabilir mi sanıyorsun? Allah’ın kapısına hangi yüzle gideceksin ki? Bu günah la mı O’nun kapısından içeri kabul edileceksin? Boş yere umutlanma!

Açıkçası, insan Rabbinin rızası dahilinde, karınca kararınca yürürken, şeytan ilk önce günaha sevk ve teşvik ederek ve peşi sıra günah işleterek onun yolunu keser. İlk tuzak budur. Bundan sonra ise işlenenin günah olduğunu bilip tevbe ve istiğfarla tekrar Rabbinin yoluna dönme çabamızı, ‘artık herşeyin bittiği’ kabilinden bir ümitsizlik aşılayarak engellemeye çalışır. Bu da ikinci tuzağıdır.

Maamafih, bu çabasında başarısız olduğuda söylenemez.Her birimizin tecrübe ettiği üzere şeytanın hazırladığı günah tuzaklarına düşen pek çok insan ardı sıra gelen ümidsizlik tuzağına da düşmüş durumdadır.

Üstelik tuzaklar bununla bitecek değildir.Zira, kendini hayra yarayacak her hangi bir meziyetten mahrum olarak müflis bir halde görmek, insanın iç dünyasında müthiş bir bunalım ve çatışma yaşaması demektir. İnsan, ancak ‘İslâm’ ile yani iç dünyasında barışın temini ile yaşayabilir. ‘Kendisiyle barışık’ olabilmesi için ise, insanın Rabbi ile barışık olabilmesi icab eder. Bu barışıklık, Rabbinin emrine teslimiyet, ve itaat halinde zaten mevcut olduğu gibi, günah ve isyan halinin akabinde, istiğfar ve tevbeyi kuşanmakla yeniden tesis olunabilir. Mü’minin “kendisiyle barışık” olmak için baş vuracağı yegâne formül budur: (1) tâat ve teslimiyet; (2) masiyet halinde, istiğfar ve tevbe ile yeniden tâat ve teslimiyet haline dönüş.

İşte tâatte ve ibadete muvaffak olamamış, günaha düşmüş, lakin peşi sıra yeis ve ümitsizlik ağına düşerek istiğfar ve tevbeden uzak kalmış bir insan vicdanının ikazı ve nefsin itirazı ekseninde gelişen ‘iç savaş’tan sıyrılabilmiş değildir. Lakin, bu ‘iç savaş’ ı sürekli tecrübe ederek, yaşaması da imkânsızdır. Bu yüzden karşısında, ya intihar (kelimenin tam anlamıyla ölüm) yahut sefahat (aklını uyuşturmak suretiyle manen ölüm) gibi bir ikilemle yüz yüze gelir insan. Az bir zümre ilkine, çoğu insan ikincisine yeltenir.

Bunlar deyim yerindeyse, “iç savaş”ı aşmak için baş vurulacak ‘radikal tedbirler’dir. Şeytan ise, hem kolay hem de keyif verici üçünçü bir formül daha öğretecektir: ucb. Yani önce günaha, sonra günah karşısında ümitsizliğe düşürdüğü insanı bu ümitsizlik halinin davet ettiği iç çatışmadan“ameline güvendirerek” çıkarır şeytan. Ona, kendisini kurtarabileceğini umacağı bir takım iyiliklerini gösterir. Bunları öylesine köpürtür ve öyle büyütür ki, kişi kendisinin başkalarından daha iyi, hem de çok daha iyi olduğunu düşünür hale gelir.“Kalbi herkesten temiz” olanların, günaha ziyadesiyle batmış kişiler olması manidar değil midir? Görüldüğü üzere, günah -yeis-ucb sürecinde, gurur durağında da kalınmayacak; gururuyla kabaran insan kendinden başka kimseyi beğenmez hale gelerek müthiş bir suizannı kuşanacaktır.

Şeytanın günaha karşı yaşanan sorgulama karşısında gündemimize taşıdığı dördüncü bir formül ‘rasyanolizasyon’dur. İşlediği günaha karşı rahatsız olan ve de kendisiyle barışıklık halinden uzak düşen insana aslında işlediğinin hiç de günah olmadığını fısıldar şeytan.Bu şartlarda der, “yapılacak olanı yaptın sen. Doğrusu buydu.” Bunun için ‘şartlar’, ‘niyetler’, ‘zaruret’, ‘maslahat’ gibi kalıplar üzerinde, işlenilen günahı, günah olmaktan çıkaran bir dizi kalıbı sıraya dizer. Böylece, haramı helal, helalı haram gibi görecek ve gösterecek feci bir vaziyete düşürür insanı.

Beşincisi işlediği günahı meleklerin görüp bildiği ve yazdığı ve Kadir-i Zülcelal’in hesap günü bunun hesabını sorarak kendisini cehenneme atacağı düşüncesini takiben bunları düşünmenin getirdiği tedirginlikten kurtulmak üzere insanı âdeta, Allah’ın, meleklerin, ahiretin yokluğunu arzular hale getirmesidir. İnsan hele böyle bir arzuya yatkın hale gelsin, peşi sıra inkar ve küfür telkinleri sökûn edecektir.

Günah karşısında, affedilme ümidinden mahrumiyet hali, işte böyle bir dizi şeytanî oyunun düğümü hükmündedir.Zümer suresinin 53. âyeti, işte bu şeytanî oyunu kökünden bozup atar. Rabb-i Rahim :“De ki: Ey nefislerine karşı haddi aşan kullarım!” Hitabıyla başlayan bu ümid âyetinde, Nebi-i Zişan’a Rabbi adına şu tebligatta bulunmasını emreder: “Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin!” Zira, âyetin devamında bilirtildiği üzere, onun katında, işlenmesinden dolayı samimi ve ciddi bir istiğfar ve tevbenin edilmesi kaydı ile, affedilemeyecek günah yoktur. Zira O Gafûr’dur; gufranı ve bağışlaması sonsuzdur. Hem, Rahim’dir de; rahmet ve merhametine nihayet yoktur.

Ümit âyeti insan için istiğfar kapısını her hâl ve şartta açık tutarak kendisini affedilemeyecek günahların sahibi bilenlerin istiğfarsızlıkla girecekleri dehşetli şeytanî kapılara işte böyle kilit vurmaktadır!

Bu âyetten anlaşıldığı üzere, aslolan istiğfardır. Hiç günah işlememek, ancak Nebilerin kârıdır. Bizim için aslolan, işlemişse dahi, günahından geri dönmektir. İşlediğinin günah olduğunu itiraf ile, af ve bağışlanma dileyip (istiğfar) tekrar onun yoluna yöneldikten (tevbe) sonra, Allah bütün günahları affedicidir.

Madem hakikat budur, ey nefisleri konusunda haddi aşan kullar, günahlarınız hangi düzeyde olursa olsun, hepsinin Ezel ve Ebed sultanının Gafur ve Rahim isminin “kapsama alanı” içinde bulunduğunu bilin, ve bunun idrakiyle kendinize hayra doğru bir fırsat daha verin. İtiraf edin. İstiğfar edin.

Bilin ki, bu fırsatı kullanıp, Rahmet-i İlahiye karşı ümid içinde istiğfarı dile getirebildiğimiz ve de tevbeyi becerebildiğimiz zaman, şeytan tezgâh ve tuzağını üzerimizde kolaylıkla icra edemeyecektir.

Metin Karabaşoğlu /

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: