Üstad’dan Sonra

HULUSl BEY, ÜSTAD’lN VEFATINDAN sonra da İlle-i gaye-i Nur ve Üstad’a olan sadakatini başladığı gibi devam ettirir Nur hizmetini hayatının en mühim gayesi bilir ve ne pahasına olursa olsun dersleri aksatmaz. Hatta sıkı takip ve tehditler altında bile derslere devam eder ve şöyle der:

    ”İmanî derslere korkusuz devam ediniz. İhtiyatkârlığı da ihmal etmeyiniz. Bu gibi hadiseler, aynı zamanda bizdeki iman-ı tahkikî dersi almak için şevkimiz olup olmadığını imtihandır. Hiçbir hadise bizim iman işlerimize engel olmamalı. Belki şevkimizi arttırmalıdır. Böyle olmazsa kaş yapayım derken göz çıkarmış oluruz, manen zarara düşeriz.”

Ders tarzı

Hulusi Ağabey’in ders tarzında kendine mahsus bir uygulaması vardır. Başta uzunca bir salavat-ı şerife, ardından genelde Binbir Hadis, Riyazü’s-Salihîn veya Buhari Tecrid-i Sarih Tercümesi’nden birkaç hadis-i şerif okur. Hadis kitabı yoksa On Dokuzuncu Mektup’tan birkaç hadis okuduktan sonra derse başlar. Bunun sebebini soranlara, Resulullah’ın (a.s.m.) ruhaniyetinden istimdat etmek diye açıklar. Bazen ilmihalden kısa bir bahis okuduğu da olur. Dersleri, zaman zaman anlattığı hatıra ve esprilerle süsler.

Çok sevdiği ve derslerde hazır olmasını istediği zatlardan biri Pehlivan Çavuş dedikleri Ahmed Doğan’dır. Bu zat, ehl-i kalp ve teslimiyeti kavi bir zattır. Onun için “Kuvvetli imanı var. Onun cenah-ı himayesine girenler var. Fakat o bizim pehlivanımız olmaya kanaat ediyor” der. Dikkatler dağılmaya başladığı zaman, ”Şimdi Pehlivan Çavuş ve Müzika-i Hümayun’dan marşlar dinleyeceğiz!” diyerek gür sesiyle ona marşlar okutur. Bazen, “İmanımızı tazeleyen bir cümle vardı. Hep beraber söyleyelim” deyip, cemaate topluca kelime-i şehadet getirtir, bazen küçük çocuklardan birini “Hasan Efendi!” diye çağırır ve ezberden risale okutur, böylece rehavet havası“ kaldırır.

Derslerde daima abdestli olup dizüstü oturur. Önündeki rahlenin üzerinde bulunan risalelerden, çoğu kez başkasına okutarak kısa açıklamalarda bulunur. Derslere başlamadan önce okuduğu babasından intikal eden meşhur salavat-ı şerifeşudur:
“Allahümme sallı’ alâseyyidı’nâ Muhammedin ve alâ âliseyyidina Muhammedin ayni’lhı’dâyeti ve kenzi’I-hidâyetiimâmi’l-hazreti emîni’l-memleketi tırâzi’l-hulelinasıri’l-mi’lelitâci’ş-şerîatisultani’t-tarikatı burhâni’l-hakîkatızeyni’l-kıyâmetişemsi’ş-şerîatişefii’l-ümmeti’ âli’I-himmeti kâşifî’I-ğummetiyevme’I-kıyâmetisirâci’lâlemîn. Allahuâsımuhû ve Cibrîle (aleyhisselam) hâdimuhûve’lburâkumerkebuhû ve kaba kavseynimakâmuhûve’I-ma’bûdumaksûduhûşemsi’d-duhâbedri’d-dücânûri’l-Hüdahayri’l-verâimâmi’l-müttekîneasfa’l-asfiyâiMuhammedini’l-Mustafa sallallâhüteâlâ aleyhi ve sellemekıbleti’l-ârifîne ve kâbete’t-tâifîne ve habîbiRabbi’l-Âlemîne ve alââlihîve ashâbihî ve ıtratihî’t-tayyıbîne’t-tâhirîne ve sellimteslîmenkesîranyâRabbe’l-âlemin. Âmîn!”

Meali:

‘Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline rahmet eyle ki, o bir inayet pınarı, hidayet hazinesi, peygamberlerin imamı, mülkün emini, takva elbiselerinin süslendiricisi, hak din mensuplarına nusret veren, şeriatın tacı, tarikatın sultanı, hakikatin burhanı, kıyametin ziyneti, şeriat güneşi, himmetiyle ümmete şefaat edecek olan, kıyamet günü bütün kederleri kaldıran, âlemlerin kandilidir. Onun koruyucusu Allah’tır. Onun hizmetkârı Cibril aleyhisselamdır. Bineği Burak, makamı Kab-ı Kavseyn’dir. Maksudu Mabududur. O gündüzde kuşluk güneşi, gecede dolunaydır. O hidayet nuru ve mahlûkatın en hayırlısıdır. Müttakilerin imamı, asfiyanın en temiz ve pak olanı Muhammed Mustafa’dır (sallallahü aleyhi vesellem). Ariflerin kıblesi, tavaf edenlerin kâbesi ve Âlemlerin Rabbinin Habibidir. Ya Rabbe’l-Âlemin, onun âline, ashabına, pak ve temiz nesline de çok çok selam eyle. Amin!”

Ders usulünü tenkit

Hulusi Ağabey, ders tarzındaki uygulamalarından dolayı tenkitler alır. Hâlbuki o, son ziyaretinde Üstad’ın huzurunda bile ayrı tarzı uygulayıp bu konuda Üstad’dan bir nevi icazet almıştır. Bu tarzı uygun bulmayanlara yazdığı bir mektupla son derece nazik ve iddiasız açıklamalarda bulunur:

”Üstad’ın ders okumak ve okutmak hususundaki usulünü ileri sürerek bizim ders, sohbet ve müzakere usulümüzü, ona uymadığı için kabule yanaşmamak istiyorsunuz ve Üstad derse başladığı zaman salavat-ı şerif ve hadis-i şerif okumuyormuş’ diyorsunuz ve ‘Ben de onu taklit edeceğim’ diyorsunuz. Bu hususta biraz izahatta bulunacağım. Onları insafla tetkik ettikten sonra, dilediğiniz gibi harekette serbestsiniz.

  1. Üstad Hazretleri müelliftir. Eserler ilham mahsulüdür. O zat Kadir ve Hakim-i Mutlak olan Allah’ın izniyle ve Hakim ismine mazhar olarak bu hizmete sevk edilmiştir. Bir mesele-i imaniye kalbe gelse, iki yüz ayet birden imdada geliyorlar, yani gönderiliyorlar dediğine bizzat şahit olduğum bir zatla, yani sırr-ı icaz-ı Kur’an’ı daima almaya ve vermeye muheyya bir manevî radyo istasyonu halindeki zatla, nasıl kendimizi kıyas edebiliriz.

Halbuki biz biçareler, menba-ı risaletten daima feyiz almaya ve aramaya muhtaç ve mecburuz. Bundandır ki, tefeyyüze muvaffak olmak için, o merkez-i risaletle musavi bir muvasala çaresini arıyoruz. Salavata ve hadis-i şeriflere bu sebeple müracaat ediyoruz. Ve binlerle hamd ü senalar olsun ki, bu sayede faideleniyor ve faidelendiriyoruz.

Bir araya gelişte mevcudun hepsine okutmak, ancak okumayı dürüst yapanlarla mümkündür. Zaten değişik zatlara okutturuyoruz. Nadiren ilmihalden bazı meseleleri bahsetmek ise ancak faydalıdır. Maalesef gençlerimiz ilmihalden çok zayıftırlar.

  1. Üstad Hazretleri kendisine ilham olunan eserleri okuyor Veya okutturuyor. Bana bir defa, ‘Kardeşim, ben de senin dersinde bulunmak istiyorum’ dedi. Sonra benim mahcup halimi görünce, ‘Kardeşim, ben demiyorum ki, ben Üstad’ınız değilim. Fakat Said olarak senin dersinde seni dinlemek istiyorum’ diye izah etmiştir ki, bu izahın manası da onun okumasını aynen taklit değildir. Onun nurlu eserlerinden faydalanmak çaresini aramaktır. Hem Zat-ı Risalete salavat-ı şerife getirmek, tek başına bir tarik-i hakikattir. Hem Peygamberimiz (a.s.m.) ‘Benim üzerime çok salavat getiriniz buyurmuş. Üstad Hazretleri de bundaki hikmeti eserinde beyan etmiştir.
  2. Benim derslerde okuduğum salavat-ı şerife, merhum pederimin hayatında senelerce devam ettiği bir salavattır ve hakkında, ‘Bir kimse sabah ve akşam bu salavatı okursa, kıyamet gününde ona şefaat olunur’ yani şefaati hak eder, rivayeti vardır. Üstad Hazretleri bu salavat-ı şerifede yalnız bir kelimeyi aslından tebdil buyurmuş. Rivayet hakkında da, Görmemiştim ama içindeki parlak kelimeler bu rivayete layık olduğunu gösteriyor’ diye cevap vermişlerdi. İşte okunmasının sebebi budur. Herkese bir mecburiyet yükletilmemiştir.
  3. Bir rüya-yı sadıkada manevî makamına girdiğim zaman, ‘Günde iki defa beni göreceksin!’ tarzındaki emirlerini kendisine arz ederek, tabirini ricama karşı, ‘Her sabah seni yanımda hazır edeceğim. Akşamları da ben senin dersinde bulunacağım!’ diye tabir buyurmuşlardı. İşte lillahilhamd vefatlarına kadar bu hal devam etti. Kim ziyaretlerine gitse, ‘Hulusi sabahleyin burada yanımdaydı’ buyurmuştur. Derslerimizde manen hazır olduğunda hiç şüphemiz kalmamıştır. Vefatlarından sonra da derslerde manevî bir inayet hissetmekteyim. Derslerin bazen çok feyizli oluşu bundandır.
  4. Bu fakirde tahsil hayatında başlayan bir meyelan-ı hayır var. Şöyle ki, bildiğimi bilmeyenlerden esirgememek, onlara şefkatle ve hislerini rencide etmeden yardım etmek hususundadır. Bundan yalnız bir vicdani zevk duymayı kâfi görüyorum. Kimseden asla ne maddî ne de manevî bir karşılık beklemiyorum. Orduda bulunduğum zamanlarda zabitan ve efrada maddî ve meslekî hususları ilmî ve ameli bir şekilde öğretmek, maneviyatlarını da takviye etmekten asla halî kalmamak Hizmet-i Kur’aniyeye bidayette yalnız yazmak ve okumakla devam ettim. Sonra kaderin sevkiyle bugün takip ettiğim usulü tatbike başladım ve mealen, ‘İnsanların hayırlısı, insanlara menfaatli olan kimsedir’ hadisini rehber ittihaz ettim. Hiç kimsenin kanaatine müdahaleye hakkım yoktur. Okumak, öğrenmek içindir. Öğrenmek başkalarına öğrendiğini yazıyla veya lisanen söyleyerek nakletmek içindir. Bir şey anlamadan okumak, okuyana bir fayda getirmeyeceği gibi, dinleyenlere de faydalı olmayacağım tecrübelerimle anlamış bulunuyorum.
  5. Kimseden sevmek, hürmet ve maddî medih etmek beklemiyorum. Daima hüsn-ü zan ummayı ve hayır duaya muhtaç bulunduğumu beyan ediyorum.”

Derslerde izahlar

Hulusi Ağabey, derslerde yeri geldiğinde izahlarda bulunur. Ancak onun izahları Risale-i Nur’un ruhuna tamamen uygun ve çoğu Risale-i Nur’ u, Risale-i Nur la izah şeklinde olur. İzahların genelde kısa tutulmasından yanadır:

”Risale-i Nur’u izah ediyorum diye keyfemâyeşa konuşmamalı. Çünkü hiçbir izah metnin yerine geçmez. Metni okuduktan sonra izah yapan, ‘Şimdilik manalar bu kadardır’ demeli. Ne kadar asla sadakat gösterirsek, o kadar ilhama mazhar oluruz. Eğer izahlar Nurlarda varsa kabul edilir” der.

Cemaat muhtelif olduğunda Küçük Sözler, Lem’aların başından ve Mektubat’ın küçük mektuplarından okunmasının daha uygun olacağını söyleyen Hulusi Ağabey, ”Endişemiz, okuduklarımızı nefsimizde tatbik ediyor muyuz olmalı!” der.

Dersler aralıksız devam eder

Üstad’ın sağlığında başlayan dersler, Üstad’ın vefatından sonra da Hulusi Ağabey’in babadan kalma evinde devam eder. Gerek bu derslerin yapıldığı zaman ve mekânı, gerekse Hulusi Ağabey’in derslerdeki tavrını yansıtan Selahaddin Eryavuz’un hatıraları, bizi zaman tünelinde seyahat ettirerek o günlere götürür:

“Dersler her gün akşam namazından biraz sonra Hulusi Ağabey’in evinde yapılıyordu. Evleri haremlik selamlık şeklindeydi. Ağabeyimizin imametinde yatsı namazlarını dersten sonra kılıp dersten dağılırdık.

Yaz aylarında dersler evin bahçesinde yapılırdı. Bahçe meyve ağaçları, çiçek ve sebze tarhlarıyla kaplı idi. Bahçenin üst köşesi ahşap parmaklıklarla çevrilmiş, içerisi kilimlerle döşenmişti. Burada yirmi beş kişi Namaz kılabilirdi. O zaman Elazığ’ın ekser evlerinde havuz başı tabir edilen havuzlu bahçeler vardı. Yaz dönemi dershanemiz böyle bir havuz başıydı.

Hulusi Ağabey ince bir minder üzerinde yüzü bize dönük diz üstü oturur, önündeki rahle üzerinde kitaplar bulunurdu. Biz de karşısında aynı şekilde edeple otururduk. Kendisi istirahat halinde dahi hep öyle otururdu. Her zaman büyük bir huzurda olduğunun şuuru içindeydi. Tam bir İslamî ve Osmanlı terbiye ve tertibi her zaman hâkimdi. Hulusi Ağabey’ in sağ tarafında Fahri Bey otururdu. (Bu zat, Afyon Hapsi’ndeÜstad’la beraber yatmıştır) Lügat hususunda çok bilgiliydi. Kelimenin köküne kadar inerdi. Bu yüzden ona ‘Kamus Efendi’ lakabını takmıştı. Hâkim Rüştü Bey, emekli Albay Yakup Bey ve diğer zevat sırayla otururlardı. Hulusi Ağabey’den önce de pederleri zamanında bu evde böyle dersler yapılır

Elektrik ve ay ışığının yaprak ve dallardan sızan huzmelerin altında, dallardan sarkan üzüm salkımları, gece sessizliğinde Öten cırcır böcekleri ve diğer gece kuşları, bu ulvi zikir derslere ayrı bir zevk katardı.

Namazı kıldırırken bej renkli bir cübbesinin cebinden çıkardığı ince sarığı takkesinin üstüne sarardı. Duvarda gömme dolapta kırmızı fes üzerine sarılı sarık dururdu. Ama onu pek kullanmazdı. Kendi tabiriyle uzun boylu Hüseyin Bey güzel sesiyle müezzinlik yapardı. Namazların sonunda başöğretmen Kadir Bey güzel sesiyle aşr-i şerif okurdu. Hüseyin Bey bazen talep üzerine kaside okurdu. Dut mevsiminde yatsıdan sonra tepsiler içinde dut ikram edilirdi. Derslerden sonra boş sohbet ve latifeler yapılırdı.

Hulusi Ağabey çok temiz, tertipli ve intizamlı idi. Saç ve sakalına itina gösterir, devamlı asker tıraşı olurdu. Kırmızı dudakları bıyığının altından gözükürdü. Beyaz, nurlu bir teni vardı. yüzü nurlu, beşuştu. Methedilmekten ve el öptürmekten ten hiç hoşlanmazdı. Elini Öpmek isteyenlerle aralarında mücadele olurdu. Çoğu kez elini arkasında saklar, el öpme teşebbüsüne karşı çevik bir hareket takınırdı. Başım bir tarafa çevirmez gövdesini de döndürürdü

Askerde istirahat verdiğinde kendisi cebinden çıkardığı Kur’an-ı Kerim’i okurmuş. Başöğretmen izzet Bey’den dinlemiştim. istirahat halinde dahi onu ayak ayaküstüne atıp oturduğunu görmedim. Daima huzurda bir hali vardı. Derslerin sonunda kapıya, bahçedeysek çıkışa yakın dururdu. Biz de onu selamlar çıkardık. İnsana insan olarak değer verirdi.’

Yaz aylarında dersler

Yaz mevsimlerinde dersler bağ ve bahçelerde yapılırdı. Bağ ve bahçe sahipleri sıraya girer, Hulusi Ağabey ve Nur cemaatini davet ederlerdi. Şehir haricine vasıtalarla gidilir. Vasıtanın giremeyeceği Harput dağ ve yollarına yaya yürünürdü. Önde Hulusi Ağabey hiç yorgunluk hissetmeden gider davet mahalline ulaşırdık. Civardan gelenler onu bir tarikatın şeyhi ve bir postnişin sanıp el vermesini isterlerdi. bundan çok çekinirdi. Hal ve tavırlarında böyle bir intiba bırakmamaya çalışırdı. Mürşit olarak Risale-i Nur’u tavsiye ederdi. Bu gezilerde sorulu cevaplı sohbetler de olurdu. Bazen Hüseyin Bey’e kısa kaside okuturdu. Dinlendikten sonra RisaIe-i Nur’dan bir bahis okunur ve ardından namaz hazırlığı başlardı. Hüseyin Bey ezan okur, namaza dururduk. Sonra yemekler yenir ve çay faslı başlardı. Merhum yemeğini küçük lokmalar halinde yerdi. Suyunu tatlı bir surette emer gibi üç yudumda içerdi. O sırada kısa bir fasıla verilir, etrafa dağılınırdı. İçimizde sigara içenler, onun yanında içmezlerdi. Hulusi Bey bunları bilir, izin mahiyetinde, ‘Haydi gidin, şeytanın gözüne üfürün!’ derdi.

Nur’un Birinci Talebesi

Hulusi Yahyagil

İhsan Atasoy

Sayfa 147-154

Bu güzel yazıyı nakleden kardeşiniz: Abdülkadir HAKTANIR

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: