Vicdanlı ateistler iyi insan olmayı kime borçlu?

Akıllarının penceresi olan vicdanlarının şahitliğinde, Mutlak Varlığın “iyi” dediklerine iyi, “kötü” dediklerine kötü diyerek O’na teslim olan müminlerin aksine, bir yazarın belirttiği üzere, “Ben ateistim” diyen kişi kendi etik sistemini de, gene düşünerek, taşınarak, kendisi kurmak zorunda.

Mutlak Varlığı ret ve inkâr eden bir ateist kendi etik sistemini nasıl kuracaktır? Bilebildiğim kadarıyla verilen cevap, vicdan. Bir ateiste, niçin yalan söylemezsin, diye sorarsınız alacağınız “yalan söylemek kötüdür” şeklinde akli bir cevaptan ziyade, vicdana dayalı cevap olacaktır: “Bana yalan söylenmesinden hoşlanmam, vicdanım yalan söylemekten rahatsızlık duyar, hoşlanmayacağım şeyi başkasına da yapmam.” “Bir köpeğe eziyet edemem, onun üzülmesine üzülürüm, bu bana eziyet etmenin kötü bir şey olduğunu anlatır.” Örnekler çoğaltılabilir.

Görünen o ki, ateistler, iyi, erdemli, ahlaklı davranışlar sergilerken bunu, ne Mutlak Varlık’ın ahirette vereceği cezanın (cehennem) korkusuyla ne de vaat ettiği ödülün (cennet) karşılığında yaptıkları argümanı kendilerine dayanak alıyorlar. Güya hiçbir dünyevi karşılık beklentisi de yok bu davranışın temelinde. Sırf vicdanlarının sesini dinleyerek yaptıkları için de, davranışlarının daha içten olduğu iddiasındalar.

Bu oldukça yaldızlı iddianın altı kazındığında karşımıza çıkan şey bambaşka. Bir ateistin vicdani bir mülahazayla yalan söylemekten kaçındığını düşünelim. Bu güzel, hayırlı eylemin ceza ve ödülün dışında olduğunu kim iddia edebilir? Yalan söyleyince vicdanlı bir inkâr ehli vicdan azabı çekmez mi? Yalan söyleyerek arkadaşını kandıran vicdanlı bir ateistin vicdanı sızlamaz mı? Bu vicdandan geldiği apaçık belli olan ceza değil midir, yalanın ona kötü olduğunu düşündürerek ondan uzaklaştıran? Ve pişmanlık denen şey değil mi, ona bunu bir daha yapmamasını defalarca söyleyen? Bir insanı haksız yere öldüren vicdanlı bir ateist için, def edilemeyen bir suçluluk hissi kadar ağır bir ceza var mıdır? Bu cezanın cehennemden nasıl bir farkı vardır? İster ateist olalım ister mümin, biz insanları kötülüklerden alıkoyan unsurlardan biri bu vicdan azabı değil midir?

İyi ve güzel bir iş yapan, mesela bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçiren, fakire fukaraya yardım eden, insanlık için gayret eden bir ateistin vicdanı huzura gark olmaz mı? Hangi ateist bu huzur ödülünü yakalamak için erdeme sarılmaz? Bu mükafatın cennette müminlere verilecek olan mükafattan farkı nedir?

Vicdana yaslanarak bir etik sistemi kurma iddiasındaki inkâr ehlinin içine düştükleri başka bir çıkmaz daha var. Buna geçmeden önce yazmak zorundayım ki; kimi ateistler neredeyse vicdanı “insana ait verili bir durum” olmaktan çıkarıp ateistlere has kılacaklar. Sanki müminlerin hayatında vicdana hiç yer yok. Gerçekten öyle mi?

Zamanın Bedii, “Mesnevi-i Nuriye-Nokta Risalesi”nde mealen, “Allah Teala ki, O’ndan başka ibadete layık hiçbir İlah yoktur. O Hayy’dır, Kayyum’dur (Bakara Sûresi: 2:255)” ayetinin tefsirini yaparken, O’nun tekliğinin dört kuvvetli bürhanı, delili olduğunu söyler. Bunlardan ilki, Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’dır. ? İkinci bürhan, “Kitab-ı kebir ve insan-ı ekber (büyük bir kitap ve büyük bir insan) olan kainattır.” Üçüncü bürhansa, Kur’an’dır. Zamanın Bedii, dördüncü delilde bir sürpriz yapar. Vicdanı inkar ehlinin tasallutundan kurtararak onun bizzat O’nun vahid ve ehad oluşunun delili olduğunu vurgularken çok enfes bir vicdan tarifi de yapar. Ona göre vicdan, görünen ve görünmeyen alemin kesişim yeri ve berzahı, iki alemden birbirine gelip gidenlerin buluşma yeridir. Vicdan, şuurlu varlıkların fıtratıdır aynı zamanda. “Fıtrat ve vicdan akla bir penceredir; tevhidin şuasını neşrederler.

Bu tanımdan yola çıkarak vicdanın Mutlak Varlık’ın ayetlerinden olduğu sonucuna rahatlıkla varabiliriz. Kimse vicdanını kendi üretmez. Vicdan da insan gibi yaratılır. İnsan gibi gelişir, kemale erer.

Bu noktadan bakıldığında inkâr ehlinin vicdanla ilgili bir açmazına daha ulaşırız. “Vicdanımı dinleyerek aç bir köpeğe yiyecek verdim, ben çok iyi bir insanım,” diyen bir inkar ehli, bu iyilik dolu eylemi Mutlak Varlık’tan tabiri caizse “çalarak” kendine mal eder. İster mümin olsun, ister inkâr ehli olsun, kişinin, aç bir köpek gördüğünde vicdanında uyanan merhamet hissi, Mutlak Varlık tarafından yaratılan bir histir. İnsan bu his istikametinde iyi bir davranış sergiler, gider köpeğin önüne yarım kilo eti koyar. Köpeğe merhamet etmeyen bir insansa, ister mümin olsun ister ateist, Mutlak Varlık’ın “merhamet et” emrine karşı çıkmış olur. Erdemli, iyi davranışların Yaratıc’ıyla bağını koparan insan, onu hakiki sahibinden gasbeder. İnkâr ehlinde, her iyi eylemi Mutlak Varlık’tan koparıp kendine mal etme yapısal bir sorun olduğu halde, müminde bu geçici bir gaflet halidir. Fark ettiğinde tövbe ve istiğfar etmekle yükümlüdür.

İster mümin olalım, ister ateist; iyi, güzel, hayırlı eylemlerimizi, vicdanlarımızı yaratıp bize veren O’na borçluyuz.

Mustafa Ulusoy / Zaman Gazetesi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: