Yaratıcı’dan üç yaşındaki çocuğun samimiyetiyle istemek lazım!

Mehmet Ali Bulut, son yıllarda kıymetini daha iyi anladığımız isimlerden. Bildiğimiz pek çok kavramı, insan hayatı, Yaradan-kul ilişkisi ve kişilerarası münasebetlere dair söylemleriyle yeniden tanımlayan saygıdeğer bir rehber. Kendi ifadesiyle ibret olması açısından hususi yaşamını bizlerle paylaşan ve bu haliyle örnek alınması gereken, saygı duyduğumuz kıymetli bir düşünürümüz, yazarımız.

Mehmet Ali Bulut, üniversite hayatından itibaren gazeteciliğin pek çok kademesinde görev yaptı. Haberciliği, köşe yazarlığı ve idareciliği sırasında birçok kitap ve ansiklopedinin yazılmasına ve hazırlanmasına katkıda bulundu. Moral FM dinleyicilerinin ve Moral Dünyası dergisi okuyucularının yakından tanıdığı Mehmet Ali Bulut, Moral FM’de pazartesi günleri gündeme dair farklı yaklaşımıyla dinleyicilerle buluşuyor.

Edebî eserlerinin yanı sıra, insan hayatına ışık tutan, rehber kitaplarıyla büyük kitlelere hitap eden Mehmet Ali Bulut ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Olumsuzluklar karşısında ‘kader’ demenin Allah’ı tenkit etmek olduğunu ifade ediyorsunuz. Kader, ruh, akıl, dua gibi bildiğimiz pek çok kavramı yeniden tanımladığınız “Ruhun Deşifresi” kitabınızda anlatıyorsunuz, fakat kısaca sorsak; işleri kadere havale etmeden önce ne yapmak gerekir?

Aklın bu iş için gerektirdiği her şeyi yapmak gerekir. Ön şartları yerine getirmeden “Ya Rabbi bana yardım et” demek doğru olmaz. Mesela öğretmen 100 sorudan imtihan yapacaksa benim 100’ünü de okumam gerekir. Soru olarak hangisi çıkar ve ne kadar başarılı olurum bilemem fakat kazanmadığım takdirde hak ettim derim, kazandığım takdirde lütfundur derim. Herhangi bir ihtiyaçta ilk akla gelen Allah olmalıdır. Mesela paraya ihtiyacın varsa gidip başkasından istemek yerine “Ver ya Rabbi” derim. Yolu nasıl olur, birine mi yönlendirilirim bilemem, ama önce sebeplere başvururum. O’na derdimi bildiririm ama bir beşer, insan olarak da yapmam gerekenleri yaparım. Esbaba dilencilik yapmıyorum fakat sebeplerin de hakkını veriyorum.

Kant’ın benzer şekilde ifade ettiği gibi siz de “İçimizde her şeyi yapacak güç var” diyorsunuz. İnsanoğlunun belki de ibadetlerden ve dinden önce yeteneklerinden ve akıl nimetinden sorulacağını da ekliyorsunuz. Kulluğu bu manada izah eder misiniz?

İnsan evrenin bütün güçlerini kendisi için kullanma kudretine sahiptir. Mesela burada bin televizyon olsa tek kumandayla hepsini yönetebilirim ki insanda da evrenin tüm güçlerini harekete geçirebilecek bir kudret vardır. İnsan kendisine verilen istidatları doğru kullanabildiği vakit, teorik olarak evrenin bütün hallerine muhatap olarak Cenab-ı Hakk’ı anlayabilecek donanıma sahiptir. İnsanın sorulacağı ilk şey bu yeteneği nerede kullandığı ya da niçin kullanmadığı üzerine olacaktır. Allah’ın mesul tuttuğu ibadetler bütün bu donanımların kapısını açacak, idrak etmesine yardımcı olacak egzersizler, ilhamlar barındırır.

“İnsanın gücü her şeyi yaratmaya yeter” demiyorum, “öyle bir etkileme gücü var ki evrenin bütün güçlerini hareket ettirebilecek araçlar hükmündedir” diyorum. Bediüzzaman şöyle ifade ediyor; “Hiçbir gerekçe olmasaydı Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tek başına talebi cennetin var edilmesini gerektirirdi.” Bu aynı şeydir. İnsanın samimi talebi bu kadar mühimdir. Yaratıcı’dan bir şey isterken üç yaşındaki çocuğun samimiyetiyle istemek lazım. Cenab-ı Hakk’ın merhameti büyüktür, müthiş şefkatlidir. Buna başvurmak lazım… Allah, kâinatı yaratmış ve insanın enesine de kumandasını koymuş. Doğru kullandığımız takdirde yağmur yağdırabiliriz, Ay’ı yarabiliriz, denizin üstünde yürüyebiliriz, uçabiliriz. Bunu yapanlar yok mu? Var ve hepsi bizim gibi insandı.   

Kur’an bir tarafa bırakılmış, elimize şerhlerin şerhlerinin şerhi tutuşturulmuşken sizin çok önemli bir tespitiniz var: “Kitapta Allah’ın işine karışalım” diyorsunuz. İzah eder misiniz?

Cenab-ı Hak kâinatı bir puzzle, bir oyun gibi önümüze koydu. Bizim kendisini tanımamızı ve sevmemizi istedi. Kâinat bizimle Yaradan arasında arayüz değildir, bir program dilidir. Evreni ne kadar çok anlarsam o kadar Rabbimin cemalini, kemalini, ihsanını anlarım. İnsan zaafı gereği fıtraten güzele itibar eder, kemale olgunluğa itibar etmeye, kendisine yapılan ikram ve ihsandan dolayı itaat etmeye yatkın yaratılmıştır. Evren bu manada bütün güzellikleri, delilleri ve müştemilatıyla Cenab-ı Hakk’ın kendisini insana sevdirmesinin ihsanlarını taşımaktadır. Kâinat yoluyla insan Rabbini tanır ve sever. Kâinat şekil ile yazılmış Kuran’dır. Kur’an harflere dökülmüş kâinattır ve peygamber bu üç ana anlatıcıdan biridir. Evren puzzle’ını dağıtacağız, dizeceğiz, bozacağız ve böylece ne olduğunu göreceğiz. Allah; işine karışalım, çekirdeklerin dahi içindeki saklı genetik yapıları açabilelim diye bizi kabiliyetle yaratmıştır. Allah, kulunu karışması yolunda tahrik etmektedir. Nasıl uçulur, bulutlar nasıl havada durur, nasıl sıkışıp yağmurla iner vs. bunlar üzerinde düşünüp çözdüğünde cemalin ve kemalin farkına varabilirsin.

Sizce kitaplarınızın diğer kişisel gelişim türü kitaplar arasından sıyrılıp en çok satanlarda yer almasının sebebi nedir?

Mülkün sahibini hesaba katarak, sayarak anlattım. İnsanın bu evrende başına buyruk bir varlık olmadığını, her arzu ettiği hemen olacak türde yaratılmadığını, bazı sıkıntıları ve sorunlarla karşılaşacağını, esasın, kendi gerçekliğini bu evrene mutabık hale getirmek olduğunu ifade etmeye çalıştım. Allah’ın mülkünde, isteseniz de istemeseniz de sınavlara gireceksiniz, yeteneğiniz ne kadar çoksa o kadar çok sınavlara tabi tutulacaksınız. Naim Süleymanoğlu’nun 5 kilodan 179 kiloya gelene kadar yaşadıkları gibi. 8 kiloluk musibeti savacaksınız, 10 kilo gelecek, 50’yi savacaksınız, 80 gelecek. Allah istidadınızı geliştirecek böylece, açığa çıkmasını sağlayacak. Kırlangıç nasıl uçmayan yavrusunu yuvadan atarken aslında onun kanatlarını açıp yetenek kazanmasına niyetliyse maksat aynı. Anne kuş zulmünden yapmıyor bunu. Yavrusunun uçma kabiliyetini bildiği için teşvik ediyor. Cenab-ı Hak da sıkıntılarla istidadımızı aşikâr kıldırıyor. Bu manada kişisel gelişim kitaplarının büyük oranda saçma olduğunu düşünüyorum.

“Bunu yapabilirsin!”, “Kendine güven”, “Hayat güzeldir” gibi söylemlerle pozitif bakılmasını dikte edenler bir manada kitleleri aldatmıyorlar mı?

Evet bir yönüyle kitleler aldatılıyor. İnsan mutlak bir irade kullanıcısı değildir, sınırları belirlenmiş, tasarlanmış tesadüfilikler içinde yaşıyoruz. Mesela futbol pek çok kuralı olan bir oyundur. Bu kuralları hesaba katmadan arzu ettiğiniz gibi futbol oynayamazsınız. Kâinat kurallarını Allah koymuştur. 35 derece ile 42 derece arasındasın. 33 dereceye indiğinde donarsın, 44 derecede beynin kaynar. Bu aralıkta oynarsın. Yerçekimini aşamazsın, erkek ya da dişisin vs. sayısız kurallar var. Bu yönüyle potansiyelimiz olduğu gibi sınırlarımız da vardır. Milyon dolar değerindeki, omuzların üzerinde taşıdığın bilgisayarı doğru kullanarak imkânları değerlendirebilmek lazım.

Pek çok ortamda, hayatınızı değerlendirerek özeleştiride bulunuyorsunuz. Çok saygı duyulası bir tavır sergiliyorsunuz. Bu itiraflarınız niçin?

Günahlarımı, itiraflarımı kabullenmem ben olmama mani değildir, insanların da bunu yapmalarını istiyorum. Ne kadar fıtri, doğal olursanız o kadar yüklerden kurtulursunuz. Benim sakladıklarım bana yük oluyor, ayağıma bağ oluyor, kendim olamıyorum. O yüzden başkalarının duymasından rahatsız olacağım şeyleri aleni söylüyorum ki rahatsız olacağım bir şey kalmasın. Cenab-ı Hak diyor ki “günahlarınızı setredin”. İnsanları teşvik edecek şekilde değil, utanılacak şekilde söylemek lazım.

Hayatınızı anlatırken diğerlerine örnek ve ibret olmayı da amaçlıyorsunuz sanki.

Evet. Eşimin benden ayrılmasını da, kızımla istediğim gibi bir ilişki kuramamamı da örnek veririm. İbrahim peygamberden daha büyük değilim ki, babasıyla ilişki kuramadı. Hz. Nuh dahi çocuğunu inandıramamıştır. Fakat bunu ne kendimi, ne kızımı küçültmek ya da büyütmek için söylemem, fıtratı anlatmak için örneklendiririm. Suni olmayı sevmiyorum ama günahı meşrulaştıran ya da çağıran şekilde yapmamalı.

Günümüz insanının haz endeksli yaşadığını ve henüz hastalıklarla gıda arasında bağ kuramadığı fikrinden hareketle “Can Boğazdan Çıkar” kitabını kaleme aldınız. Hasta olursunuz değil mi?

Benim hasta olmam insanları şaşırtıyor, tabu gibi. Herkese düzgün yiyip içmeyi tavsiye ettiğim için benim hasta olmayacağım, yatağa düşmeyeceğim, soğuk almayacağım düşünülüyor. Evrenin yargılarından azadeymişim gibi. Bir gün hasta olduğumda bunu söylemememi tavsiye ettiler. Fakat ben söylerim. En büyük kalp cerrahı kalpten gitti. Mülk Allah’ındır, dilediğine dilediğini yapar. Elbette hak etmedikçe yapmaz. Ben öğütlediğim gibi yaşasam da beşerim. Öyle bir an geliyor ve yasak elmayı yiyince cennetten kovuluyorsun. Yani ben de hasta olurum. Ve hatta hasta olduktan sonra tecrübeyle derim ki böyle yaparsanız siz de hasta olursunuz…

Çeşitli mecralarda, hem sosyal hem de siyasi konularda düzenli olarak yazıyorsunuz. Peki sıradaki projeniz nedir?

Üç temel yüzüm var. Her üçünde de farklı bir Mehmet Ali vardır. Kitaplarda insanı kendi içinde yeniden kurgulamaya gayret ediyorum. Medeniyet taşıyıcısı bir toplumu yeniden bunu nasıl yapabileceği kabiliyetine nasıl getiririmin peşindeyim. İnsanın iç dünyasını doğru kurgulaması için ona alternatifler sunuyorum, ikna etmeye çalışıyorum. Yazılarımda siyasilere bizi bekleyen tehlikeler ve bu milletin istidatları nispetinde nasıl bir geleceğe yönlendirilmesi gerektiği konusunda çalışıyorum. Televizyonda ise kültürümüze ve medeniyetimize ait kavramların doğru anlaşılması için çaba gösteriyorum.

Mine Sultan Ünver

MoralDunyasi.com