Yolculuk Nereye…

Yol ve yolculuk gerçeği insanlık aleminin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bunun sonucu olarak ‘hayat yolu, yolculuk, doğru yol, yanlış yol, eğri yol, uzayan yollar, bitmeyen yollar, kara yolculuğu, hava yolculuğu, deniz yolculuğu, uzay yolculuğu, ahiret yolculuğu kavramları içinde geçer, hayat yolculuğumuz… Ömür sermayesinin hatırı sayılır bir kısmının yollarda ve yolculukta geçtiği hayatın bir başka gerçeğidir.

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Aşık Veysel

Ömür sermayemiz, takvim yapraklarının teker teker düşmesiyle eksilirken, uzun ince yol, gelmesi kaçınılmaz bir sona doğru akıyor. Yılbaşları birbirini takip ederken, insanoğluna, “Yolculuk nereye?” sorusunu yöneltiyor.
Her günün başında, sonunda hep o soru var. Yolculuk nereye…Bu bütün insanlığın hayat hikayesi…Bu ifadenin dışında hiçbir insan yok.

Adem (as)’le başlayan ve binlerce yıldır dünyaya gelen her insanın rol aldığı bir yol hikayesi bu…Hayat yolu hikayesi…Aslında, yazılan bütün hikayeler ve romanlar bu yol hikayelerinden kesitlerdir…

Yaşadığımız hayat yolu hikayeleri tek düze değil… Kışı var, baharı var, yazı var, güzü var.Gecesi var, gündüzü var. Dünyada yaşayan insanlarda bir değil. İyisi var, kötüsü var, zengini var, fakiri var, işçisi var, patronu var… Dünyada karşılaşılan her durum, her olay imtihan sorusu… Hayat yolu hikayemiz, sorulara cevap vermekle geçiyor.. Hayat yolu düz değil, inişli ve çıkışlıdır. Hz. Mevlânâ hayatını üç kelimede özetliyor: “Hamdım, piştim, yandım.” Devam ediyor: “Bu dünya bir ağaca benzer. Bizler de bu ağacın yarı ham, yarı olmuş meyveleri gibiyiz. Ham meyveler ağacın dalına iyice yapışır; oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke ve saraya layık değildir. Bu dünyadan başka hayat tanımayanların, ham meyveden bir farkı yok. Onlar dünyadan hiç ayrılmak ve hiç çıkmak istemezler. Çünkü Allah’ın huzuruna, O Yüce Sultanın sarayına, Cennete çıkacak ne yüzleri vardır, ne de olgunlukları.” İyilerin çekmedikleri bir eza, bir cefa yok bu dünyada. Onlara dadanan düşmanların sayısı hesaba gelmez ama neticede kazanan yine hep iyilerdir. Onların yolundan gidenlerdir. Hayat böyle… Hayat yolu düz değil. Hayat yolunda yolculuk yapanlardan, iyilerin, doğruların zahmet çektiklerini görürsünüz. Zahmetlerin bir hikmeti var elbette…

Nedir hikmeti? Bir gün, bir grup mümin, zalimlerin zulmünden şikâyetçi olmak üzere Mevlânâ’ya gelirler. Hz. Mevlânâ onlara şöyle bir ders verir: “Kasaplar pazarında hiç köpek kesiyorlar mı? Öldürülmeye en çok onlar layık olduğu halde, kesilen ve kesilmek zahmetine katlanan yine koyunlardır. Allah’ın yardımı da müminlere daha fazla olduğu için, zahmetleri de daha çok olacaktır. Onlar hakkındaki rahmet ise, o zahmete göredir. Sonsuz ve sayısızdır.” Koyunların yaşadığı zahmet ve sıkıntılar, hep onların değerli ve kıymetli oluşlarındandır. Köpeklerin kesilmemesi ve o sıkıntıları yaşamamaları ise kıymetlerinden değildir. Bu dünya da iyi insanların derecelerinin yükselmesi ve arınmaları için bir fırsattır. Unutmamak gerekir, burası hizmet yeridir, ücret yeri değildir.

Allah insanı, yol almak için yaratılmıştır: İnsanın emaneti yerine getirebilmesi, İsmet Özel’in derin bir idrakle dile getirdiği gibi, “yola çıkmaya hüküm giymesiyle” mümkündür. Çünkü, insanın “yolda” olması, yol almasının garantisidir. İnsan dışındaki bütün mahlukat ta devamlı hareket hainde, yol almaktadırlar. Atomlardan hücrelere, karıncalardan kartallara, dünyadan gökyüzündeki güneşe, aya, yıldızlara, gezegenlere kadar bütün cisimler hareket ederek yol almaktadırlar…

İnsan, Güneş etrafında saatte 108 bin km hızla yol alan dünya gemisine, ezelde “Elest” meclisine çağrılan ruhlardan sırası gelenler, emr-i İlâhî ile, harika bir şekilde ceset elbisesini giyerek binmişler ve dünya yolculukları başlamış…

Yüce Yaratan, Ezelî Hitabı Kur’ân’ın Yasin Sûresi’nde, gezegenimizin de içinde bulunduğu Güneş Sistemi’nin yolculuğunu, “Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. Ay’a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.” (Yasin süresi, 38-39-40) şeklinde ifade eder. Bu seyahatte dünya gemisine sırası geldiğinde insan olarak binenler, geminin “Kimsin? Vazifen ne? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun” parolalarındaki ayrıntılara uymak zorunda olmakla birlikte; yolculuğun takdir edilen bir kısmında başka bir aleme alınarak, yolculuğun haşre kadar olan kısmını burada geçirirler. Kabir alemi denilen bu safhada amellere göre karşılaşılacak sefa veya cefa, yolculuğun bir başka veçhesi…

Dünyevî ve uhrevî bütün seyahatlerimizde yol göstericimiz olan Kur’ân-ı Hakim ve Yüce Rasûlün (asm) hadislerinden, fen ve din ilimlerini mezcederek yaptığı yorumlarla bilgi çağı insanının ufkunu genişleten ve bir pusula görevi yapan Bediüzzaman ise, tefsirinde, herkesin başına gelen bu büyük yolculuğu, “İnsan bir yolcudur. Âlem-i ervahtan dünyaya, sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder” sözleriyle özetler.

Gemi, şu an geri dönmeyecek bir yolculukla çok büyük bir hızla seyir halinde, üstündeki ve karnındaki yüz milyarlarca yolcuyu indireceği kainat okyanusunun Haşir İskelesine yanaşıp yolcularını boşaltmak üzere…

Tekrar soralım, yolculuk nereye? Yolculuk, hiç şüphesiz oraya… Rabbin huzuruna… Oraya nasıl varmalı? İnsan, dünyaya, Rabbin bünyesinde sakladığı türlü çeşitli potansiyellerle gelir. Sonra bu potansiyel imkanlar, gün yüzüne çıkar, insanın gücünü, kuvvetini meydana getirir. Bir süre böyle “Güçlü” olarak devam eder insan hayatı. Sonra şakaklara ak düşer, güç azalır..

Son nefes, insanın son gücüdür. O da gittiğinde, insanda, dünya varlığından bir şey kalmaz. Bu durumda insanı, yolcuların son durağı, sonsuzluk kapısı gibi duran kabre götürürler. Kabre konulduğunda, insanın malı, mülkü, unvanları her şeyi ama her şeyi bu tarafta kalmıştır. Artık hayatın gerçeği, sonsuzluk alemidir ve orada Rabbin huzuruna çıkılacaktır. Orada mutlak anlamda, şeksiz şüphesiz ve tartışmasız emir ve hüküm Allah’a aittir. Adalet tam tecelli edecektir. Hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.‘Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görür. Kim zerre kadar bir kötülük işlerse o da onun karşılığını görür’ Zilzal Süresi, 7-8

Yolculardan, Gemi Sahibinin emrine harfiyyen itaat edenleri sonsuzluk aleminin rıhtımda bir sürpriz bekliyor. Yaver-i Ekrem (asm) başta olmak üzere, yaratılış aleminin güneşleri, ayları ve yıldızları olan Enbiyâ (as) ve gemi Sahibinin en sevgilileri onları karşılamaya gelmişler. Allah’ım bu hâl ne muhteşem ve sürur verici bir hâl!

Haşir rıhtımından ve Mizan meydanından sonra, aktarmalı olan yolculuğun geri kalan kısmında, gemide 50-60 yıllık sürede kazanılan amel ve rıza-yı İlâhîye göre, Sırat’a uğrayıp oradan Burak’a binerek ruh ve hayal sür’atinde 50 bin senelik bir mesafeyi bir anda katederek Cennet ve Saadet-i Ebediyeye uçmak mümkün. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve merhameti gereği, Mizan’da yüzünün akıyla hesabını vermiş olanların Sırat Köprüsü başında, yine Rabbin sevgililerinden olan uğurlayıcıları olacak. Yüzleri ayın on dördü gibi parlayan ve ebedî imtihanı kazandığı anlaşılan bu bahtiyarlara, adeta dünyadaki günlük hayatın telâkisindeymiş gibi naz ve niyazla sorulan “Yolculuk nereye?” sualine gülümseyerek ve heyecanla ”İnşallah, Cennet ve Saadet-i Ebediyyeye” diye cevap vereceklerdir. (http://www.saidnursi.de/gundem/basindan-secmeler/3254-yolculuk-nereye.html)

Burada bu ulvî halleri düşünüp hayal ederken, bunun mutluluk ve heyecanını dünyadayken bize yaşatan Bediüzzaman’ın “Sizlere Müjde! Ölüm yokluk değil, hiçlik değil… Başta şefiimiz olan Habibullah Aleyhissalatü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemidir.….. Ey insan, bilir misin nereye gidiyorsun! Dünyanın bin sene mesudane hayatı bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi bir saat Rü’yet-i Cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelâl’in ve bir Baki-i Zülkemal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve saadet-i ebediyesi olan Cennete çağrılıyorsunuz. Öyleyse kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz…” müjdelerini kalbimizin derinliklerinde hissedelim…

Evet, yolculuk nereye…

İnsan sonsuzluk alemine giden bir yolcudur.

Bu öyle bir yolcu ki ruhlar aleminden anne karnına, oradan dünyaya teşrif eden bir yolcu. Sonra çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabre giren bir yolcu. Sonra kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden, cennet veya cehenneme varacak olan bir yolcu. Bu kadar yollarda kendisine elbette bir çok hazırlık yapması gerekir.

Varacağı sonsuzluk yurdunda rahat etmesi de bu yapacağı hazırlıklara bağlıdır. Çünkü, eken biçer. Dünya ahiretin tarlasıdır. Bir memleketten başka bir memlekete gitmek üzere olan bir kimse hazırlık yapar. Çünkü gideceği yerde kendisine bir çok şey lazım olabilir. Hazırlık yapan kimse orada kalacağı müddet içinde rahat eder huzurlu olur. Bir pikniğe giderken bile bir çok hazırlık yapılır. Bir şehirden bir şehire seyahat eden kimse, yanına eşyasını almak zorundadır. Dünyada hazırlığını yapan ebedi alemde karşılığını görecektir. İnsan dünya da ebede giden bir yolcu olduğu şuuru içinde yaşamalıdır.

‘Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.’ Şeyh Edebali

‘Allah’ın sırrı sensin, kalbine yolculuk et.’ Şems-i Tebrizi

‘Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.’ Ankebut Süresi, 64

Gitme Ey Yolcu…

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım:

Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?

Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!

Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan

Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bana Vahdet gibi bir yar-ı musaid lazım!

Artık ey yolcu bırak, ben yalnız ağlıyayım!

Mehmet Akif Ersoy

www.NurNet.org

Mehmet Abidin Kartal