Yumurtadan Kuş Çıkması; Oluşum mu, Yaratılış mı?

Allah var(mış) – yok(muş)”un dışında “üçüncü bir ihtimâl” veya bu iki şıkka nötr kalınabilecek “ortası” veya dışarısına çıkılıp, her “ikisine eşit uzaklıktan” bakılabilecek; “tarafsız ve objektif, nesnel ve nötr” bir gözlem noktası ve yalın bir ifade biçimi yok! Yani: İnanç ve inançsızlıktan “bağımsızlık ve tarafsızlık” mümkün olmadığı gibi; bu konuda, nesnel ve objektif bir “dil ve ifade biçimi” de yok; böyle bir “bilgi biçimi” de yok!

Bilimsellik Felsefesi ve ürünü olan Bilim ise; tanım ve yöntem olarak, başlangıçta “ateist ve materyalist inanç/sızlıkları” doğru varsaymış ve “Bilimsel Yöntemi”nde, “ana aksiyom” olarak, bu “ateist ve/veya deist” felsefeleri esas kabul etmiştir…

“Bilimsellik Felsefesi”nin, evrende gözleyip – ölçtüğü herşeyi; bu olayın faili yok(muş) / ateist, varsa bile karışmıyor(muş) / deist alt/subliminâl mesajı verecek şekilde; “Yatay Neden – Sonuç İlişkileriyle” şablonize edip – failsiz nedensellemesi; bilinçaltımıza, “ateist ve deist” bir varlık ve evren tasavvurunu kodlar.

Yani: Bilimsellik Felsefesi ve ürünü olan Bilim; “inanç ve inançsızlık”tan bağımsız ve tarafsız değildir. Objektif ve nesnel, hiç değildir. Yani: Bilim/sellik (science); araştırma – gözlemlerinden elde ettiği “bilgi”yi (knowledge – data – info); “ateist ve deist inanç/sızlığına” alet eder. Bize verdiği, failsiz “Bilimsel Bilgi” ve tasvirlerle; zihnimize “Tanrı’nın olmadığı; olsa bile evrenin işlemesinde, O’na ihtiyaç olmayan”, sahte ve hayalî bir evren tasavvuru inşa eder! Kısaca: Algı ve anlayışımızı, “ateizm (ret/inkâr) ve deizme (şirk)” endoktrine eder…

Gözümüzü açtığımızdan beri, aşinası olup, devamlı gördüğümüz ve alışkanlık ve ülfet peydah ettiğimizden; evrendeki herşeye: Bilim/sellik’in, “mümkün ki oluyor, oluyor ki mümkün” algı ve inancıyla bakıyoruz. Bu zan sebebiyle; kâinattaki herşey, bize, gayet normâl ve doğal, olağan ve mantıklı geliyor!

Bu algı sebebiyle; ancak istisnaî şeyler ilgimizi çekiyor ve bu istisnâlara hayret ediyoruz ve sadece bu istisnaları, “mu’cize” olarak kabul ediyoruz; sadece bunlara “doğaüstü, paranormâl” diyoruz! Halbuki herşey, “doğaüstü ve mu’cize!” Yani: Doğal sebepler ve madde, bunları yapmaktan “aciz!” Yani: Hepsi, Rabbimiz’in fiili ve eseri! Çünkü: Tüm bu fiil ve eserleri, O’ndan başkasının yapması / yapabilmesi, muhâl ve mümteni.

Meselâ: Nasıl ki; cansız ve şuursuz, gözsüz ve sağır bir “tahta kalem”; mânidar bir “kitap” yazamaz; hattâ rüzgâr kuvvetiyle bile olsa, yerinden kalkıp, karalamalar bile yapamaz. İşte bunun gibi; “tahta ağaç” ve “toprak, atomlar”ın; türlü tat – koku – doku – şekil – renkte, meyve – sebze – çiçekler yapabilmesi, çok daha imkânsız ve muhâl! Yani olay: “Yağmurun yağması, güneşin ısıtması, rüzgârın itmesi, çekimin çekmesi, biyokimyevî-elektrikî kuvvetlerin birleştirmesi”ni aşar / aşıyor!

Meselâ, Bilim/sellik’in: “Gezegen ve yıldızlar, ‘kütleçekimi’ sebebiyle; uzay boşluğunda durur ve döner” ifadesini kitaplardan okur ve: “Ne güzel, Bilim bunu da çözmüş. Olayın, neden – nasılını, bilimsel olarak açıklamış…” deriz. Fakat, bu Bilimsel tasvir ve ifadedeki; subliminâl mesaj ve yönlendirme, zihinsel manipülâsyon ve illüzyon, eksik ve yanlışları” hiç farketmeyiz!

Eksik ve yanlış” derken; yani “kütleçekimi” dediğimiz kuvvet; adı üstünde, sadece “çeker!” Bilim/sellik’in anlattığı gibi öyle; gezegen ve yıldızların, dengeli bir tarzda dönmelerini ve uygun bir hatta (yörüngede) hareketlerini ve ölçülü olan sürâtli hareketlerini sağlayamaz! Çünkü: “Kütleçekimi” sadece “çeker”, o da çektiği yere kadar!…

Bilimsel Şartlanmışlıkla; “şapkadan, tavşan çıkması illüzyonu”ndan, gösterilmesi daha zor olan; “gerçek yumurtadan; gerçekten, gerçek kuş çıkması”na hiç şaşırmıyor ve hayret etmiyoruz! Ayağımıza bastığımız topraktan, türlü ağaç ve rengarenk çiçekler çıkması; tahta ağaçlardan, türlü tat ve kokuda, meyve – çiçekler çıkmasını; “İlâhî bir fiilin, eseri” olarak değil de; “madde ve sebeplerin, tabiî bir sonucu” olarak görüyoruz!…

Veya: Yerin altında, yapayalnız kalmış, kör ve aciz bir yavrunun, orada beslenip, karnını doyurabilmesini, gözümüz yaşla seyrediyor ve bu duruma, hayret edip, ibret ve merhametle bakıyoruz da; geçmişten – bugüne, hergün, her ân karnını doyurabilen milyarlarca yavru ve yetişkinin olması; bizde hiç hayret ve ibret ve merhamet duygusu uyandırmıyor!

Halbuki: Geçmişten – bugüne, küçük – büyük, yavru – yetişkin, yer ve denizin altında – üstünde, milyarlarca canlının; üstelik her zaman karnını doyurabilmesi; o yeraltındaki “tek yavrunun” karnını doyurabilmesinden; çok daha imkânsız ve çok daha zor ve çok daha merhameti gerektiriyor! Ama biz ne var ki; yeraltındaki o “tek yavru”nun doyurulmasını “mu’cize” olarak görüyoruz!

İşte bu milyarlarca “doyurulma” fiiline dikkat etmiyor; üstelik bunu, gayet normâl ve alelâde, gayet kolay ve doğal görüyoruz! O tek yavrunun karnını doyurabilmesine bakıp; “Allah’ın merhameti. Allah’ın mu’cizesi!” diyoruz da; ondan çok daha zor ve devamlı olan ve şükredilmesi gereken, bu milyarlarca canlının doyurulmasına, yedirilme – içirilmesine “Allah’ın merhameti!” demek, aklımıza bile gelmiyor! Bizde hiç çağrışım yapmıyor!…

Hem Bilim/sellik; baştan, aksiyomatik olarak doğru kabul ettiği: “Evrendeki fiil ve faâliyetlerin, faili; sonuç ve eserlerin, müessir ve ustası yok(muş); varsa ve olsa bile, bu işleyişe karışmıyor(muş)! Çünkü: Evrendeki işleyişe müdahil olmasını gerektirecek, ‘nedensel bir boşluk’ yok(muş)! Dolayısıyle; doğaüstü herhangi bir ‘fail’ veya ‘neden’e atıf yaparak, gereksiz yere teori ve açıklamaları şişirmeye; mantıksal ve ampirik bir zaruret ve ihtiyaç yok(muş)!” alt / subliminâl mesaj verecek şekilde kodlayıp, yüklediği veya eksik bıraktığı; “ateist/deist ve materyalist, natüralist ve determinist” Bilimsel Bilgi ve evren tasvirlerindeki: “Nedensel boşluk’ yok ki; oraya ‘Tanrı’ diye bir fail veya ek bir neden eklemek zorunda olalım!” sözünde de samimî değil.

Çünkü: Samimi olsa, meselâ Quantum Evreninde, “indeterminizm” var; yani o âlemde, varlık ve hâdiseler, “nedensiz” meydana geliyor. Ama buradaki “nedensel boşluk”, hattâ “boşluklar”ı gördükleri hâlde; hattâ bu “nedensiz işleyiş”in, istisna değil, burada genel bir kural olduğunu gördükleri hâlde; gene de: “Bu mikro evrende; nedensiz olarak, devamlı bazı varlık ve hâdiseler meydana geliyor. Buradaki işleyişte, devamlı olarak nedensel boşluklar var. Demek ki: Buradaki fiillerin faili ve eserlerin müessiri, olayların nedeni Allah’mış, Allah’tır! Buradaki nedensel boşluklara, Tanrı’yı eklemeliyiz” demiyorlar!….

Ayhan KÜFLÜOĞLU / İstanbul

www.metabilgi.org

metabilgi@metabilgi.org

ayhank27@gmail.com