Zerre

Hayal edin ki, üniversiteyi bitirdiniz ve genç bir anaokulu öğretmeni sıfatını kazandınız. Kısa bir süre sonra da yeni işinize başlıyorsunuz.

Eğitim döneminin ilk gününde, sizin gibi öğrencileriniz de ilk kez okulla tanışacaklar.

O gün akşama kadar onlara ne öğretebilirsiniz?

Meselâ, askerler gibi kusursuz bir tören yürüyüşü yapmalarını ne kadar zamanda sağlayabilirsiniz?

Yılsonuna kadar uğraşsanız bile askerler gibi olmaz değil mi? Çünkü o yaştaki çocuk bunu yapacak zihinsel ve bedensel altyapıya henüz hazır değildir.

Ya ilkokulda?

Peki, ortaokul, lise?

Lise öğrencileri bile çok yaklaşmalarına rağmen asker gibi yürüyemezler.

Ancak asker ocağına gelindiğinde işler değişir. Zihinsel ve bedensel olarak bu işi yapmaya yetecek kadar gelişimi tamamlamış olan gençler, oradaki disiplinin de yardımıyla tek vücut gibi hareket edebilir hale gelirler.

Yani bunun olabilmesi için HER BİRİNİN:

– yapması gerekeni anlayabilecek kadar akıl sahibi olması,
– bir plan dâhilinde hareket edebilecek kadar şuur sahibi olması,
– yaptığı işi doğru yapmaya gayret edecek kadar irade sahibi olması,
– ne yaptığını bilecek kadar bilgi sahibi olması,
– bir takımın parçası olabilecek kadar iletişim kabiliyetine sahip olması,
– başına buyruk davranmaktan kaçınacak kadar disiplin sahibi olması
ve bunlar gibi daha pek çok özelliğe sahip olması gerekmektedir.

Görkemli bir geçit töreni için yukarıda sıralanan şartlar gereklidir ancak yeterli değildir. Bunlara ilâve olarak:

  • O gençleri orada o işi yapmaya zorlayacak bir güç, bir kudret gereklidir ki örneğimizde bu güç ordu, dolayısıyla devlettir.
  • O gençlerin yapacağı şeyi birilerinin daha önceden planlaması gereklidir. Plan olmazsa sonuç elde edilemeyecektir.
  • Bu planı yapan kişinin bir hedefi olmalı, plan bu hedefe yönelik yapılmış olmalıdır.
  • Bu planı birileri o gençlere (her birine planın kendisi ile ilgili bölümünü) aktarıp, uygulama sorunsuz hale gelene kadar eğitim ve denetimi sürdürmelidir.

Basit gibi görünen bir geçit töreni için gerek törende yürüyenler gerekse de onları yürütenlerin sahip olmaları gereken özelliklerden bazılarını sıralardık.

Benzer sıralama hayatın pek çok sahnesinde karşımıza çıkmaktadır. Bir futbol takımı, bir orkestra, bir pazarlama ekibi, bir proje grubu ya da namaz kılan bir cemaat… Birden fazla bireyin bir amaç doğrultusunda belli bir plan dâhilinde ortak ve uyumlu hareket ettiği daha binlerce sahne sayabiliriz.

Bazen de yukarıdaki sitemin bir tarafı akılsız, şuursuz, bilgisiz, iradesiz kısaca cansız ve ruhsuz maddelerden oluşur. Makineler gibi…

Böyle durumlarda sistemin diğer tarafına daha fazla iş düşer. Öyle bir tasarım yapmaları gerekir ki; sistemdeki parçalar, hayat ve ruh sahibi olmadıkları için yoksun oldukları bu özelliklere sanki sahipmişler gibi hareket etsinler.

Doğru bir tasarımda her bir dişli, her bir mil başka bir parçanın yardımına koşar ve sonuçta bir bütün olarak belli bir amaç doğrultusunda hareket ederler. Ama bu hareketteki bilgi, şuur, irade, güç hep tasarımcıya aittir. Bazen hatalı olarak “ne akıllı makine” ifadesi kullanılsa da, hiç kimse “ne akıllı dişli” demez. En önemlisi, o dişli tasarımcısının kendisine verdiği görevi kusursuzca yerine getirdiği ölçüde verimli olur. Sistemdeki bir dişli görevini yerine getiremez hale geldiğinde tüm makine de iş göremez hale gelir.

Bilim ve teknolojideki gelişmelerle artık insanoğlu, mikroişlemciler üzerindeki minicik bir alana böyle işlevsel parçalardan milyonlarcasını yerleştirebilmektedir. Ancak bu parçaların hepsi birer transistör olup işlevleri sadece “seçici küçük bir elektrik akımının durumuna göre daha büyük bir elektrik akımının yönünü belirlemekten” ibarettir ve binlerce yıllık insan bilgi ve deneyiminin sonucunda, ancak devasa tesislerde üretilebilmektedir.

Şimdi de bir karbon atomunu göz önüne alalım.

Bu arkadaşımız toprakta kömür olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonra bir de bakmışız zengin bir hanımefendinin yüzüğünde elmas olarak karşılaşırız aynı karbon atomuyla.

Vücudumuzun da büyük bir kısmı karbondur. Bu element hangi organımıza giderse onun şeklini alır, orada ne vazife yapması gerekiyorsa onu yapar. Kömürken dokunduğu yeri kapkara yapan bu element, bazen iki oksijen atomunu iki koluna takarak nefes borumuz yoluyla vücudumuzu terk edip, havaya karışırken kendisini görmeyiz bile.

Karbon örneğinde olduğu gibi diğer elementler de içinde bulundukları hal ve duruma göre değişik görevler yerine getirip değişik şekillere girebilirler.

Topraktaki aynı bir element, toprağa atılan bir çekirdeğin türüne göre karpuz da olabilir, elma da, buğday da.

Yukarıda adını zikrettiğimiz karbon gibi yüz küsur daha element var dünyada ve bunlar hep duruma göre vazifesi olan elementlerdir.

Size daha da ilgincini söyleyeyim mi?

İşte bu elementlerin hepsi, proton, nötron ve elektronlardan ortaya çıkmaktadır ve bu üç yapıtaşının sayılarındaki farklar, elementlerin belirleyici özellikleridir. Yani bir protonu ve bir elektronu varsa Hidrojen denilen madde ikişer tane proton, nötron ve elektrondan meydana gelirse Helyum oluverir. Her birinden altışar tane varsa bu kez karbon olarak çıkar karşımıza. Sekizer tanesi bir araya gelince de oksijen…

Yani çevremizde gördüğümüz ne varsa, bir araya gelmiş proton, nötron ve elektronlardır. Aslında daha da derine indiğimizde daha enteresan sonuçlarla karşılaşmaktayız ama bu yazı için bu kadarı yeterli.

Şimdi desem ki:

  • 1945 yılında bir Uranyum atomu Japonlara kızıp kendi kendine Japonya’yı alt üst etmeye karar verdi. Yolda karşılaştığı bir arkadaşını da ikna edip, biri Hiroşima’yı biri de Nagazaki’yi yerle bir etmek üzere plan yaptılar ve bunu uyguladılar.
  • Bir kuyumcudaki bütün altın atomları anlaşıp plan yaptılar, kasanın çelik atomlarını da kandırdılar ve gece kasanın kapağını açan çelik atomlarının yardımıyla kasadan çıkıp bizim eve geldiler. (Kaç yıl hüküm giyerim?)
  • Kalsiyum, silisyum, alüminyum, demir ve oksijenden oluşan konsorsiyum İstanbul’a üçüncü köprü inşaatında yarıya yaklaştı.
  • Oksijen atomları, milyonlarca yıl önce kendi aralarında yaptıkları toplantı neticesi, milyonlarca yıl sonra ortaya çıkacak radyasyona duyarlı canlıların, güneşin zararlı ışınlarından korunma ihtiyaçlarını karşılamak için, bir kısım arkadaşlarının Ozona dönüşüp dünyayı çepeçevre sarmasına karar verdi. Varsın oksijen milletinin bundan bir istifadesi bulunmasın.
  • Milyonlara yıl önce hidrojen atomlarıyla oksijen atomları arasında uzun süren görüşmeler sonucu, milyonlarca yıl sonra ortaya çıkacak olan, kendilerinde olmadığı için mahiyetini tam olarak bilmedikleri hayat denen bir şeye uygun ortam sağlamak üzere, iki hidrojen atomunun aralarına bir tane de oksijen atomu alarak su denen bir nesneye dönüşmelerine karar verildi. Oksijen, yapısı itibarıyla yanıcı olduğunu, ortaya çıkacak nesnenin fıtratına tamamen zıt olduğunu söyleyerek karara şerh koydu.
  • Daha önce suyu oluşturan hidrojen ve oksijen atomlarının ileri gelenleri, daha büyük bir proje için azot ve karbon temsilcilerini alarak geniş katılımlı bir toplantı düzenledi. Toplantı sırasında gerilim had safhadaydı. Bir ara dört element birbirine girmişti ki, o anda kafalarına yıldırım düştü ve hayatın kaynağı olan ilk aminoasitler ortaya çıktı.

Yukarıda altı tane senaryo sıraladım. Bunlardan her hangi birini mantıklı buldunuz mu?

İster inanın ister inanmayın ama sırf Allah yarattı dememek için bu saydıklarımın son üç tanesine inanan hatta buna bilim diyen milyonlarca insan var dünyada.

Burada şunu da belirtmek gerekir. Bu saydıklarımda saçma olan bu olayların olması değil, bütün bunların kendi kendine olduğunun iddia edilmesi. Yani gerçekten Hiroşima ve Nagazaki’de Uranyum atomları patladı; gerçekten üçüncü köprü inşaatında kalsiyum, silisyum, alüminyum, demir ve oksijen elementlerinden oluşan malzemeler kullanılıyor; bir tarafından delsek de gerçekten Dünya’nın etrafında ozondan bir tabaka var ve ilk aminoasit de o şekilde oluşmuş olabilir ama bunların hiç biri kendi kendine olmadı, bir plan dahilinde büyük bir kudret tarafından öyle olması uygun görüldü. Daha önce örneklediğimiz şuursuz ve cansız nesnelerin, şuurlu, akıllı, güçlü vb. pek çok sıfata sahip bir tasarımcı tarafından bir sisteme dâhil edildikleri gibi…

Dişli çark ne kadar bilinçliyse, karbon atomu da o kadar bilinçli. İkisi de emir çerçevesinde hareket ediyor, kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlar. Var olma sebepleri bu.

Kuyumcu örneğininse gerçekle uzaktan yakından ilgisi yok

Muhiddin Yenidün

http://yenigun.name.tr

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: