Zübeyir Gündüzalp’in sadâkati

Sadâkat: Sıdk ve ihlâs ile dost olmak, doğru dostlukta sebat göstermek demektir. Zübeyir Ağabey, “Sadâkat kelimesinin lügât karşılığı kısadır. Ancak o yaşanmakla anlaşılır” demiş.

Zübeyir Ağabey sadâkat için: “Bulduğu yerden hiç ayrılmamaktır. Uhud’un bekleyen okçuları gibi gerekirse taş olmaktır, yine de terk etmemektir. Câmid durmaktır. Fâni olmaktır. Hiçbir şeyle yer değiştirmemektir, gidip gelmemektir” demiş.

O sadâkat kahramanı, sadâkati veciz sözlerle anlatıyor: “Biz, iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki, ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa, hizmet-i Kur’âniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lüf-u İlâhî biliriz” demiş.

Efendimiz (asm) şöyle buyurmuş: “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim de havarim Zübeyir bin Avvam’dır.”

Bediüzzaman’ın da yaveri Zübeyir Gündüzalp’tı. “Ziver, bundan sonra ismin Zübeyir olacak” demiş. Zübeyir, asrın Bediîne şakirt ve onun yaver-i Â’zamı olmuş ve yükü omuzlamıştı. Üstadının etrafında pervâne olan Zübeyir Abi, “Durduramıyorum bu kafamı, durduramıyorum ki uyuyayım” demiş.

İşte imana, Kur’ân’a ve Risale-i Nur’a sadâkati hayat tarzı haline getiren Zübeyir Ağabey…

Bediüzzaman Hazretleri, kırk yıl beraberinde taşıdığı kırık çay kaşığını tamire gönderir. Talebesi de yeni bir çay kaşığı alır. Üstad, “Kardeşim, sen biliyor musun? O kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdı. Ben kaşığımı isterim, tamir ettir, getir!” diye feveran eder ve çay kaşığı hemen tamir ettirilir. Vefayı hayatında tatbik eden Bediüzzaman, “Zübeyir’i kâinata değişmem” diye, onun sadâkatine karşılık vefa göstermiş….

Hazreti Ebubekir’e (ra) sormuşlar: “Muhammed (asm) Mi’rac’a çıktım” diyor. “O söylemişse, doğrudur” demiş. İşte sâdıkların sadâkati!

Gazneli Mahmud, bir gün, vezirlerini imtihandan geçirir. Elindeki kıymetli mücevherin değerini öğrenmek için vezirlerine sorar. Hepsi, “Paha biçilmez” olduğunu söyler. Bunun üzerine hepsine teker teker, “Bu mücevheri kır” diye emreder.

Onlar da, “Bu paha biçilmez bir cevherdir, onu kırarsak sana kötülük etmiş oluruz” meâlinde cevap verirler.

Sultan Mahmud, hepsinin sözünü beğenir ve mükâfatlandırır. Sıra en sadık bendesi Ezar’a gelir. Ona da değerini sorar; çok değerli olduğu cevabını alır. Bunun üzerine: “Onu kır” diye emreder. Ezar hiç tereddüt etmeden mücevheri yere atıp kırar. Herkes şaşkınlıkla ona bakar ve “Ne yaptın Ezar, bu kadar kıymetli bir cevheri nasıl kırdın?” derler.

Ezar, cevap verir: “Evet bu mücevher çok değerliydi, ama padişahın emri daha da değerlidir. Onu kırmaktansa, bu mücevheri kırdım” der.

Gazneli Mahmud, “Sadâkat imtihanını Ezar kazandı ve en büyük hediyeyi hak etti” demiş.

Hülâsa: Risale-i Nur’un bir esası şefkattir. Sıdk ve sadâkattir. Dostluk ve kardeşlik Allah için olursa sadâkattir.

30.11.2018

Rüstem Garzanlı