14 Mart Tıp Bayramı

14 Mart 1827’de, II. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle ilk cerrahhanenin, Şehzadebaşı’daki Tulumbacıbaşı Konağı’nda “Tıphane-i Âmire ve Cerrahhane-i Âmire” adıyla kurulması, Türkiye’de modern tıp eğitiminin başladığı gün olduğundan, 14 Mart “Tıp Bayramı” sayılmıştır.
Bediüzzaman, meslekler arasında en çok öğretmenlere, daha sonra da tıp doktorlarına ehemmiyet verdiğini söylemiştir; çünkü bunlar insanın eğitimi ve insan için en kıymetli nimet olan hayatına hizmet ile alâkalı mesleklerdir.
İnsanlar laik eğitim sisteminde kendilerine ekseriya açıkça bahsedilmediği için, o eğitimlerinde tabiat nizamının sebebler perdesinde takılmadan o perdenin ötesine de geçerek, “müsebbibü’l-esbâbı” (sebebleri yapan ve çalıştıran Allah’ı) eserleriyle tanımayı başarabilmeli; bunu bizzat yapamıyorsa, ona bu mevzuda destekte ve yardımda bulunabilecek öğretmenlerden, diğer insanlardan ve kaynak eserlerden istifadeyi asla ihmal etmemelidirler.
“İnsan hayatına hizmet” denilince de, Kur’an’da ve hadis-i şeriflerde çok defa dikkat çekildiği gibi, “Asıl hayatın ebedî âhiret hayatı olduğu” gerçeğine uygun olarak; insanların sadece bu fanî, geçici, ardında her insan için mutlak bir ölümün olduğu dünya hayatlarına değil; onu takib edecek ve ölümsüz olan âhiret hayatlarına da hizmet anlaşılmalıdır. Bediüzzaman, kendisinin doktor talebelerinden Dr.Ali Kemal Durakoğlu’na yazdığı ve Risale-i Nur Külliyâtından Barla Lâhikası’nda yer alan meşhur mektubunda buna dikkati çekmektedir.
Ceddimle övünerek ondan kendime pay çıkarmak için değil; fakat, 14 Mart Tıp Bayramı’yla ilgili bir yazıda bahsedilmesinde fayda olabileceği için, Bediüzzaman’ın doktor talebelerinden olan babam Dr.Sadullah Nutku ile ilgili olarak 16,5×23,5 cm ebadında 504 sayfalık biyografi-hâtıralar-yorumlar kitabımı elhamdülillah tamamlayıp şahsî yayınım olarak Aralık 2017’de yayınlamayı Allah (c.c.) bana nasip etti. Facebook sayfamla ve e-posta listemdekilere kendim de duyurarak, 8 Mart 2018 Perşembe günü saat 18.00’de Cağaloğlu Kâzım İsmail Gürkan Caddesi No.6’daki “Bâb-ı Âli Sohbetleri” toplantısında o kitabımın tanıtımını yaptım. O kitabımın başlangıç kısmında şunları yazmıştım.
İSLÂM İMANINA SAHİP BİR DOKTOR OLMAK
Bediüzzaman’ın doktor talebesi Dr.Sadullah Nutku, sadece dahiliye mütehassısı bir doktor değil; ayni zamanda iyi bir Müslümandı. Onun bu vasfı üzerinde düşünürken, içinde bulunduğumuz iletişim çağında şahsen bu mevzuda da iyi bir iletişim yapabilmek maksadıyla, Bediüzzaman’ın ilk doktor talebelerinden Ali Kemal Durakoğlu’na yazdığı ve Barla Lâhikasında bulunan mektubundaki bazı cümlelerle, aşağıdaki mesajımı e-posta grubumdakilere göndermiştim.
“Birçok gencin kendileri ile ilgili ve birçoklarının ebeveynlerinin de çocuklarıyla ilgili istek ve ideallerinde doktorluk mesleği vardır. Çok küçük yaşlardan itibaren bu ideali gerçekleştirmek için çalışılır. Yapılan anketlere göre bu idealin temelinde, doktorluk mesleğinin cemiyet içinde en itibarlı meslek oluşunun ve yüksek maddî gelir imkânının rolü olabilirse de, bu mesleğin kazanılması hem zordur ve hem de doğrudan insan hayatıyla ilgili olması sebebiyle mesuliyeti de büyüktür.
           
Aslında sadece doktor (tabib) olmak -birçok insanın düşüncesinin aksine- çok önemli değildir; ‘Mü’min bir doktor olmak’ çok önemlidir. Çünkü bütün varlık âlemi içinde en kıymetli olan hayattır. Bütün varlıkların içinde en kıymetlisi de, insandır. Doktorluk (hekimlik, tabiblik, tıp mesleği), insanların hayatlarıyla doğrudan ilgili, onların hastalıklarını önlemek, iyileştirmek veya hafifletmek maksadıyla kullanılan ilim, sanat ve teknik çalışmalarını ifade ettiği için, bu meslekle insanların hem dünya hayatlarına ve hem de -bununla birlikte yapılabilirse- âhiret hayatlarına hizmet etmek, çok önemlidir.
           
Çünkü insanların hayatları onların sadece bu dünyadaki geçici fanî hayatlarından ibaret değildir. İnsanların hayatlarına hizmetlerin en kıymetlisi de, bu dünyadaki fanî hayatlarının erken veya geç, mukadder ve kaçınılamaz olarak sona ermesiyle başlayacak ebedî hayatları için çalışmaktır. İnsanların bu dünyadaki fanî hayatlarının bütün kıymeti ve ehemmiyeti, dünyadaki ölümlerinin sonrasında başlayacak ebedî hayatlarına çekirdek, başlangıç ve kaynak olması bakımındandır. Bir Hadis-i Şerifte ‘Dünya âhiretin tarlasıdır’; bir atasözümüzde de ‘Ne ekersen, onu biçersin’ denilmektedir. İnsanların, ebedî hayatlarını zehirleyecek ve bozacak şekilde sadece dünya hayatlarını düşünmeleri, ‘anî bir şimşeği ebedî bir güneşe tercih etmeleri’ gibi bir deliliktir!
             
Doktorların insan hayatına hizmetleri, onların sadece dünyadaki hayatlarına hizmetten ibaret olmamalıdır. Şuarâ Sûresi 26:80. âyetinin, Hz.İbrahim’in (A.S.) dilinden naklen bildirilen bir hakikat olarak ‘Hastalandığım vakit de bana O şifa verir’ mealinde dikkat çekildiği gibi, hastalığı da onun şifasını da veren Allah’tır; doktorlar, hastalığı veren Allah’ın o hastada Şâfî (şifa veren) ismini tecelli ettirerek şifayı vermesine ancak vasıta olurlar. Hastalığının şifa bulması için doktora müracaat etmek, ‘Allah’ın Şâfî isminin kendisinde tecelli etmesi için fiilî duada bulunmak’ manâsında olmalıdır. Ve bu fiilî duanın, sözlü duayla birlikte yapılması, hastalar ve onların yakınları tarafından ihmal edilmemelidir. Bunun aksine, doktorların kendilerini veya hastaların ve hasta yakınlarının doktorları ‘şifa verici’ olarak görmelerinde, en büyük günah olan ‘şirk’ (Allah ‘a ortak koşmak) kokusu bulunur. Maalesef bu mühim gerçeğe cehaletle veya inançsızlıkla aykırı davranarak bazı doktorlar kendilerini, bazı hastalar ve hasta yakınları da doktorları ‘hakikî şifa verici’ (!) olarak görmek gaflet ve dalaleti içine girerler.
Doktorlar, Allah’ın en mükemmel olarak yarattığı varlık olan insanın anatomisini, fizyolojisini diğer meslektekilere göre çok daha iyi öğrenmeleri sebebiyle Allah’a imanlarının diğer meslekteki insanlara nisbeten çok daha fazla olması gerekirken, bunun tam aksinin örneğini veren bazı doktorların da oluşu, asıl hakikat karşısında herkesten çok, bu neviden maddiyatçı ve gafil doktorların hasta olduklarını gösterir. Böyleleri, Kur’an’ın kudsî eczanesinden İslâm imanına ait ilaçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını ve hem de insanların maddî hastalıklarının yanında onların manevî hastalıklarını da tedavi edebilirler.
İnsanların asıl ihtiyacı olan doktorlar, böyle mü’min doktorlardır. Kendisi doktor olmak isteyenler doktorluk mesleğinde kendilerine böyle bir hedef seçmeliler; çocuklarının doktor olmasını isteyenler de, çocuklarını doktorlukla ilgili böyle bir hedefe göre yetiştirmelidirler.”
O kitabımda Dr.Sadullah Nutku’nun doktorluğu ve beşerî münasebetlerinden çok geniş bir şekilde bahsederken, üzerinde durduğum sağlıkla ilgili olumsuz manâdaki istismarların çok sayıdaki misalleri maalesef çok üzücüdür; fakat bunlar, hem günlük hayatlarda ve hem de medyada yaşanmaktadır.
5 Mart 2018 tarihli bir İstanbul gazetesinin manşet yazısı şöyleydi:
 ÖLÜYE İLAÇ- SGK, sağlıkta devleti 24 milyon lira dolandıranları tesbit etti: Ölüye bile tedavi faturası çıkarmışlar”.
Ayni gazetenin manşetinden sonraki haber metninin, gazetenin birinci sayfasındaki diğer cümlelerinde ise şöyle deniliyordu:
 
RİSK ANALİZİNDE: Hastane, eczane ve medikal firmaların 24,2 milyon lirayı bulan vurgunu, SGK’nın risk analiziyle çapraz kontrollerde ortaya çıktı. 3 bin 415 sigortalının ölümünden sonra 1,2 milyon liralık tedavi-reçete faturası gönderildiği, doğum iznindeki hekimler bin 615 kişiyi tedavi etmiş gibi 6 milyon liralık fatura çıktığı belirlendi.
VE ÖLÜ HEKİMLER: Vurgunda diğer kalemler. *Vefat eden hekimlerin 45 hastayı tedavi ettiğine dair fatura ile 24 bin 739 reçete ve işlem bildirildi. Bedeli: 4,1 milyon lira. *Hastanelerde başta kemoterapi ilaçları, çeşitli tedavilerle ilgili haksız faturalandırmanın bedeli: 11,2 milyon lira.*Haksız malul aylığının faturası da 1,5 milyon lira.”
O gazetenin birinci sayfasında manşet altındaki bu yazılar, 4. sayfasında da “DOLANDIRICI HASTANELER RİSK ANALİZİNE YAKALANDI ‘Ölü hekim tedavi etti’ başlıklarıyla çift sütun halinde devam etmekteydi.  
Burada sadece bir tanesindan bahsedilen bu haber, başka gazetelerde de mühim bir haber olarak verilmiştir.
“-Bu haberde bahsedilen konuda köklü çözüm nedir?” sorusunun cevabı ise, çok kısa olarak şöyledir:
“-Bunun köklü çözümü, çok iyi bir ahlâkî eğitimdir; İslâm ahlâkıdır.”
Ancak, o kitabımda da bahsettiğim gibi, sağlık sektörümüzde iyi örnekler de çoktur.
Çünkü bu dünya bazı dükkan tabelası yazılarındaki gibi “(falan veya filan) dünyası” değil; insanların Allah tarafından verilmiş akılları ve cüzî iradeleriyle, yaşadıkları süre boyunca içinde bulundukları bir “imtihan dünyası”dır. Risale-i Nur Külliyâtı’ndan Asâ-yı Mûsâ adlı eserde, Birinci Kısım/Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası’nda denildiği gibi:
“…bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziyâ-zulmet, harâret-burûdet, güzellik-çirkinlik, hidâyet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa, hayır bilinmez; elem olmazsa,  lezzet anlaşılmaz; zulmetsiz, ziyâ, ehemmiyeti olmaz; soğukla, harâretin dereceleri tahakkuk eder; çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikati bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur; Cehennemsiz, Cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyâsen, her şey bir cihette zıddıyla bilinebilir ve bir tek hakikat, sünbül verip çok hakikatler olur.”
Her hafta, çeşitli kuruluşlardan bana birkaç tane toplantı davetiyesi gelmektedir ve bu toplantılara nadiren katılmaktayım. 9 Mart 2018’de, irtibatlı olduğum ÜNDER (Üniversite öğretim Üyeleri Derneği) bana e-posta ile, 10 Mart Cumartesi günü (ertesi gün) İstanbul, Fatih’te, Ali Emirî Kültür Merkezi’nde, 11 kuruluşun desteğiyle, saat 9.00-18.00 arasında “Sağlıkta Ahlâk Sempozyumu- Sağlığın İlacı Ahlâk” adlı bir sempozyuma davetini gönderince, buna tümüyle katılmaya karar verdim ve katıldım. Bu sempozyumun programından, oturum başkanlarından, konuşmacılarından, onların konuşma konularından burada bahsetmeye imkân olamasa da, o sempozyumun sadece isminden bahsetmiş oluşum bile mahiyetini tahmine kâfi gelebilir.
 
Ülkemizde 150.000 tane kadar doktor, daha çok sayıda diğer sağlık personeli, üniversitelerimizin tıp fakültelerinde ve diğer sağlık meslekleri eğitim kurumlarında çok sayıda öğrenciler bulunmaktadır. Tüm sağlık sektörü çalışanlarımızdan bu sektörde yüksek ahlâkı yaşayarak ve başkalarına da bu konuda örnek olmaları sonucunda, insanlarımızın hem fanî dünya hayatlarına ve hem de asıl ve ebedî olan âhiret hayatlarına hizmet edenlerinin çok artmasıyla, daha mühim tıp bayramları yaşamamız dua ve temennilerimle 14 Mart 2018 Tıp Bayramını kutlarım. 
Prof. Dr. Mustafa Nutku

Sende yorum yazabilirsin