Ayakkabınızın Burnu Hayatınız Hakkında Ne Söyleyebilir?

Hemen endişelenmeyin eyvah yine bir kişilik analizi saçmalığı demeden önce. Şunu belirtmek isterim ki bir kişilik analizi değil ancak bir neslin değişim hikâyesini bir ayakkabının burnuna bakarak değerlendirmek pekâlâ mümkün.
Ben bu satırları yazarken sizlerin de bu yazıda ifade edilenleri ayakkabınızın burnuna bakarak, yok eğer o imkân bulunmuyorsa o zaman zihninizde canlandırarak hareketlilik katmanızı rica ediyorum. Şimdi sürekli giydiğiniz ayakkabıyı elinize alın ya da gözlerinizle iyice bir süzün. Ayakkabınızın burnunu iyice görün. Çok güzel. Bütün detayları gördükten sonra şimdi çocukluluğunuza gidin ve çocukluğunuzda giydiğiniz ayakkabının burun ucunu hayal edin. Çok güzel, onu da iyice hayal ettiniz. Şimdi soralım, şu anki ayakkabınızın burun ucu ile çocukluğunuzda giydiğiniz ayakkabının burun ucunu karşılaştırın. Eminim sizde benim gibi derin düşüncelere dalmaya başladınız. Endişeye mahal yok. Şimdi bir ricam daha var, çocuğunuzun ayakkabısının burun ucuna bakın. Ve kendi çocukluğunuzdaki ayakkabınızın burun ucu ile karşılaştırın. Arada fark var mı? Varsa bu nasıl bir fark? Ve bu fark sizce nereden kaynaklanıyor?

Ben  bu düşünce deneyini yaptığımda, şu an giydiğim ayakkabının ucunda hiçbir bozulma olmadığını gördüm. Dahası kendi çocuklarımın ayakkabısı ile karşılaştırdığımda çocuklarımın ayakkabılarının burun uçlarının da hiç yıpranmadığını, bozulmadığını gördüm. Kafayı yemek üzereyim demeyin lütfen zira bu mesele bir nesilden bir nesile geçerken nasıl bir geçişin olduğunun serencamını veriyor aslında. Hiç yıpranmamış, tozdan, kirden arındırılmış bir ayakkabı. Sokak görmemiş, araları boşluklu olan yolda taşlara hiç çarpmamış bir ayakkabı.

Hani insan için derler ya görmüş geçirmiş insan diye aynen öyle; hayatın tozunu, pasını, kirini görmüş bir ayakkabı. Sanırım ne demek istediğim yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır. Zira çocuklarımız sokağı bilmiyor. Sokak oyunlarını, sokak oyunlarının getirdiği dayanışma duygusunu kaybetmiş. Sokağın tozuyla bağışıklık kazanmış nesillerden, oldukça arınık hale getirilmiş ancak en ufak bir rüzgârda savrulan bir nesil.

İşte ayakkabınızın ve çocuklarımızın ayakkabılarının bana anlattığı hikâyedir bu. Hele hele uzmanların, pedagogların, psikologların şimdilerde çok kötülediği sokak; bizim sokağımız, bizim nesle hayatı öğreten sahne. Hayatın neredeyse bütün uygulamalarının olduğu yerdi sokak. Hareket etme isteğinin giderildiği her arkadaşımızın annesinin, öz teyzemiz olduğu sokak. Acıktığında ekmek aldığın, susadığında kana kana su içtiğin mekân; sokak. Hani popüler tabir ile deşarj olduğumuz yerdi sokak. Elbette pirü pak değildi. Ama masumdu, niyetler temizdi. Ve hepsinden önemlisi de doğayla kurulan doğrudan ilişkiydi. Hiçbir kitabın aracılığıyla değil bizatihi kendisi ile temas ettiğimiz doğa. Ve şimdilerde gittikçe doğadan uzaklaşan ve yapaylaşan nesile paralel olarak yapaylaşan ilişkiler diyoruz.

Bilim gelişti, sosyo ekonomik durum gelişti her şey hızlandı ama ruhumuz çoook gerilerde kaldı. Daha doğrusu Ben’ inimiz bizi takip edemedi. Çocuklarımızın her isteği yerine geliyor ama yine de tatminsizlik, mutsuzluk daha artmış durumda. Eğitim öğretim ile ilgili bir çok yenilik bir çok farklı yaklaşım olmasına rağmen bence bugün için çocuklara, gençlere vermemiz gereken iki temel değer olduğuna inanıyorum. Birisi sade hayat anlayışı diğeri ise doğa sevgisi. Eğer bu iki değer verilebilirse diğer değerlerin bunlarla direkt olarak bağlantılı olduğu için daha kolay öğretilebileceğini düşünüyorum.

Aykut Karahan
cocukaile.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: