Ayasofya Konusunda Bilgilendirme!

Ayasofya’nın Cami olmasını anlamsız bulduğunu dile getiren magazin ve spor yazarı Hıncal Uluç, İslam Hukukunda ki bilgisizliğini İstanbul’un fethini Kudüs’ün fethine benzeterek kanıtlamış oldu. Bu konunun gündeme gelmesi üzerine İslam Hukuk Profesörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz şunları söyledi:

İSTANBUL’UN FETHİNİ VE AYASOFYA’NIN CAMİ OLUŞUNU KUDÜS’ÜN FETHİNE BENZETMEK, TAM MANASIYLA İSLAM HUKUKUNU ASLA BİLMEDİĞİNİ İLAN ETMEKTİR

Bu asırda bilen bilmeyen herkes, hele de meşhur olup gazetelerde bir köşe kapınca, ihtisasa saygı göstermeden kalem oynatıyor.

Bunlardan biri de, magazin ve spor yazarı olmasına rağmen Ayasofya’nın neden kilise yahut en azından müze kalmasına kafayı takmış ve buna delil olarak da Kudüs’ün fethini ve Hz. Ömer’in Kudüs’teki kilisede namaz kılmaya müsaade etmeyişini örnek vermiş. Ama nedense Mescid-i Aksa’dan hiç bahsetmemiş.

Bütün Müslümanlar bilmelidir ki:

İslam devletler hukukunun hükümlerine göre, bir memleketin fethi iki şekilde olur ve yapılan muamele de tamamen farklıdır.:

1) Sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitaba ait ma’bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaa­de edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Hicretin 14. yılı. Yani miladi 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasını değiştirmesinin üstünden koskoca dört yıl geçmiş. Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in vefatından sonra ise iki yıl…

Hz. Ömer (r.a.) hilafete geleli de henüz iki yıl olmuş. İslam orduları, Suriye, Irak, Filistin ve Mısır cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, aşere-i mübeşşirden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’ın kılıcı Halid b. Velid r.a. komutasında zaferden zafere koşuyor.

Hilafet merkezi nurlu Medine’ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulaşıyor. Fethedilen topraklarda halk İslam kahramanlarını birer kurtarıcı olarak karşılıyor. Çünkü yıllardır Bizanslı valilerin doymak bilmez iştahlarını doyurmağa çalışmaktan bezmiş, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüğe konan vergilerden yelmiş, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde uğradığı haksızlıkların, zulümlerin sona ermesini beklemektedir.

Ve beklenen ilahi yardım gelmiştir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla eşit haklara sahip oluyor. İsterse kendi dininde kalıyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapıyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksızlık yapmıyorlar. Canları, malları, haysiyetleri, seref ve namusları güvence altına alınıyor.

İşte Kudüs şehri, şehir ahalisinin Hz. Ömer’in ve kumandanlarının barış teklifini kabul etmesi üzerine sulh ile fethediliyor. Yukarıda zikrettiğimiz bütün hükümler aynen uygulanıyor. Hatta Osmanlı Devleti de mesela Girit Adası için aynı sulh ile fetih hükümlerini uygulamışlardır.

2) Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslam hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma’bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur.Ayasofya’nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul’daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi.

İstanbul’u Allah’ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fatih Sultan Mehmed,Ayasofya’yı cami haline ge­tirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder. Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul’u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul’da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fatih’e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma’bedlerine karşı İstanbul’un sulh yolu ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu manaya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.

Çevresindeki din alimlerine danışan Fatih Sultan Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilen­lerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fatih’in din ve vicdan hürriyetian­layışı oluğunu, Osmanlı Devleti’nin şanlı Şeyhülislamı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvada vuzuha kavuşturmaktadır.

Bu fetvanın aslı aynen şöyledir:

Merhum Sultan Muhammed Han hazretleri, Mahmiye-i İstanbul’uve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir?

El-Cevab: Ma’ruf olan unveten (cebr ile) fe­tihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delalet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara taifesi el altından Sultan Muhammed Han ile ittifak edüb Tekfur’a nusret etmeyecek olub Sultan Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenais-i kadime hali üzere kalmıştır.” Ketebehu Ebüssuud.

Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. Fatih Sultan Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: İlk umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul etmelidir.

Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslam Hukukunun kuralları gereği, can ve mala asla zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır.

Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fatih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.*

Bu sebeple, Ayasofya, İslam Devletler Hukukunun hükümleri gereği, Fatih tarafından, savaş yoluyla fetih hükümleri uygulanarak Fetih Mescidi adı altında Camiye çevrilmiştir. Bunun kıyamete kadar statüsü cami olarak devam edecektir.

İstanbul’un fethi ile Kudüs’ün fethini kıyaslamaya eskiler kıyas-ı ma’al-farık derler. Şimdiler ne der bilmiyorum.

Böyle bilmeden konuşan bir yazar için bkz, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2014/07/06/halife-omer-burada-namaz-kilmistir-diye

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz


*Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecma’ul-Enhür Şerhu Mülteka’l-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma’ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: