Bediüzzaman ve Siyaset (1)
Siyaset, oldukça genel bir ifade.. Devletin ekonomik politikasından, bir şirket müdürünün yönetim biçimine, mürşitlerin ve peygamberlerin (a.s.) irşat metotlarına kadar uzanan çok geniş bir sahayı içine alıyor. Ama gel gör ki, günümüz insanı kısır politik çekişmeleri bir boks maçı gibi seyrede ede, siyaset denilince onun hatırına hemen parti propagandaları ve hükümet programları gelir.
Politikayla bu derece şartlanmış insanlara Üstad Bediüzzaman’ın siyaset anlayışını anlatmak oldukça zor.
Din ve dünya hakkındaki her türlü problemini ancak politikacıların çözeceğine ve ne kadar emelleri, hedefleri varsa hepsinin siyasîlerce yerine getirileceğine inanan ve kendisini siyasete endeksleyen bir insana, Bediüzzaman’ın siyasete bakışını anlatmak ve kavratmak oldukça zor. Yapılabilecek tek şey, Üstadın siyaset hakkındaki beyanlarını bir çiçek buketi gibi takdim etmek ve sadece bir renge takılıp kalmamasını ve tümünü birden seyretmesi gerektiğini söyleyerek onu Nur Külliyatıyla baş başa bırakmaktır.
Bir noktaya kısaca değinmek isterim. Umarım, bizim için bir hareket noktası olur. Üstad, “her risalenin kendi makamında rüçhaniyeti” olduğunu ifade ederek Nur talebelerini bütün külliyatı dikkatle okumaya teşvik etmekle birlikte, iki risale hakkında özel notlar düşer. Bunlardan birincisi, “İhlâs Risalesi”. Bu risale hakkında, “lâakal” yani en azından, “her on beş günde bir defa okunmalı” tavsiyesinde bulunur.
Diğeri ise, “Meyvenin Dördüncü Meselesi”. Bu risale için de “çokça okuyunuz” kaydını düşer.
Bu iki risale üzerinde biraz durmak isterim. İhlâs risalesi sık sık okunmalı, çünkü çirkef içindeki bir içtimaî yapının tesirinde kalınarak ondaki düsturlardan sapma gösterme tehlikesi her zaman söz konusu. Örnek olarak, risaledeki ilk iki düsturu hatırlayalım.
Birinci düstur, “amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.” İnsan çevresine baka baka, kalbine ve aklına rağmen, toplumun yanlış değer hükümlerine uymaya kendini mecbur hissedebiliyor. Ayıplanma endişesi, menfaat kaygısı, takdir kazanma ve alkış toplama arzusu gibi geçici ve mânâsız hislere kapılıp İlâhî rıza istikametinden sapabiliyor. Üstadın tabiriyle “nâsı, Rabb-ı nâsa şerik” yaparcasına, rızadan uzaklaşıp riyaya sapabiliyor. İşte bu risaleyi hiç olmazsa on beş günde bir okuyan bir Nur Talebesi niyetini tashih eder ve bu vartadan kurtulur.
İkinci düstur, “Bu hizmette bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek.” Çoğu zaman, hizmete zarar veriyor gerekçesiyle, bizim görüşümüze uymayan kardeşlerimizi tenkit yoluna girebiliyoruz. Bu düsturu da sık sık okuyup birlik ve beraberliğimizi, sevgi ve saygımızı yenilemek durumundayız.
“Meyvenin Dördüncü Meselesi”ne gelince, bu risalede insanın, kalp ve mide dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden tâ dünya dairesine kadar iç içe nice dairelerle kuşatılmış olduğu nazara veriliyor. Ve sonunda büyük mesaj geliyor: “Küçük dairede büyük ve daimî vazife var. Büyük dairede ise küçük, ara sıra vazife bulunabilir.”
Bu risalede insanın, içtimaî ve siyasî hadiseler içinde boğulmaması, kalabalıklar içinde kendini kaybetmemesi, kalbini ve ruhunu her zaman ön planda tutması vurgulanıyor. Böyle yapmadığı takdirde ebedî bir Cenneti kaybedeceği ve hüsranının sonsuz olacağı çok güzel bir şekilde işleniyor.
Siyaset konusuna, bu iki risalenin ışığında nazar edersek Üstadı çok daha iyi anlarız.