Beşerin Başına Gelen Hadisatın Hakikatı

Muhterem kardeşlerim, Cenab-ı Hak’tan mübarek vakitler hürmetine umum Ȃlem-i İslâm muvacehesinden bizleri halâs eylemesini temenni ve dua eder, sizlerin de dualarınızı beklerim. Bu vesile ile önemli bulduğumuz bir dersimizden, sizleri de hissedar etmek niyeti ile derlediğimiz mevzu ile ilgili: Üstadımız diyor ki:

“Ey kardeş bil ki! Vücudunun zuhur ve tezahürü ancak tegayür ve tehavülüne (dağılmaya) bağlı olan: Atalet , sükün, tevakuf ve yeknesaklık, ahval ve keyfiyette birer nev-i (birer çeşit yokluktur). Adem ise mahz-i elemdir. (safi sıkıntı dır) Onun için dir ki, zihayatta olan faaliyet, şedid bir lezzet olduğu gibi, şuunatta olan tahavvül (dilediğini yapma) dahi hayr-i kesirdr. Hatta elem ve musibet dahi olsalar… Binaenaleyh teesürat ve etellümat, (acı duymaklar) bir cihette çirkin ise de, fakat çok cihetlerle güzeldir, hasenedirler. Demek nuru vücut olan hayat, teesürat ile tesaffi eder , teelümat ile cilalanarak kuvvet bulur. öyle ise onlar menfuru (nefret) edilecek hal değildir. Madem öyledir, zîhayata ait olan yalnız şu kısacık bekanın mizaniyle şunların hikmetini tartma. Belki Cenabı Muhyî (Celle Celaluhû)  nun tecelli-i şuununa mazhariyet mizaniyle tart! Çünkü hayatın binler hissesi, Cenabı Muhyinin’dir. Zîhayata ait yalnız arazi bir hissedir. Öyle ise o zîhayatın hakiki kemali, kendinin o hissesini de Cenabı  Muhyi’nin hisselerine tâbi etmektedir. Evet bir habib (çok sevgili) bir an-ı seyyalerdir kendinde ki güneşçiğiyle ziynetlenip parlamasıyla; binler hikem-i cesime ile meşhur olan tecelliyat-ı şemsin hukukunda güneş ile muaraza etmek derecesinde ona bir hak verilmemiş, verilmez. Amma haibi olan kalp ise, iman  ettiği vakit, o kalp iman ile öyle bir zücaciyeye inkilab eder ki, Şemsi Ezelinin şuunatından feyz alıp parlayan  kevkeb-i dürrî (parlayan yıldız) gibi içinde lüksü yanmaya başlar.” Büyük Mesnevi:380

Ey kalbi insanî! Sen nasıl bir güneşin âyinası olduğunu bil. Bu şartı yaptıktan sonra       (İman) kemalini bulursun.” Sözler:339

        Evet, “Kalb dahi Zât-ı Ehad-i Samed’in bir aynasidır. Lâkin kalb İmam-ı Rabbanî’nin (R.A.) beyan ettiği gibi, sair aynalara muhalif olarak onda tecelli edeni hisseder bir şuuru; ve kendisine temasül edene karşi meftuniyet derecesinde bir alâka olduğundan bu hâsiyetle kalb, sayılmayacak derecede saadetlere (mutluluklara) istidadı vardır.” (Büyük Mesnevi:524

        Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meâl-i şerifi olan:” (Men ne küncem der semavat-ü zemin, ez aceb küncembe kalbi müminin.)

        Elhasıl: Cenab-ı Hak hastalık, musibet ve zillet elemleri,  zahiren çok acı iken onları tatlılaştıran çok büyük hayır ve sevap lezzetleri içlerine derc edilmiştir. Çünki o bela ve musibetler, münacat ve tezarru ve duanın lezzetini sana tattıriyor. İbn-i Şem’undan şöyle bir söz var: “ Küllü kelamin halâ anniz’zikri fehüve lehvün” Yani:(Zikirden hali olan bütün sözler boştur) Büyük Mesnevi:382

Kardeşim;  bu mektübun metni benim gibiler için nazari ise de, fakat mâdem Üstadımız beşerin başına gelen hâdisatın hakikatine böyle tercüman olmuş ve tefsir etmiş; O’nun bu kudsî hakikat tahlilini size göndermekte, hissesiz de olsam ( hakikat bakımından) cesaret buluyorum. Yoksa beşeri kemalat için irade-i İlahiyenin tanzim ettiği hadisatın teessür ve elemini kemaliyle maalesef vicdanında ve nefsinde hissedememiş biriyim.

        Kardeşim insanın başına gelen zahiri esbab cihetinde bir mana veremeyebiliriz. Fakat bütün kâinatı taht-ı kaderinde tuttuğu gibi, bir atomunun bütün ahvaline de bigane kalmayan kader cihetinde düşünmek gerekiyor. Kardeşim. “Babam  üzülüyor, annem ağlıyor, diyemiyoruz, çünkü herşeyi Allah daha iyi bilir

        “Ya men hüve edhake ve ebkâ.” Sırriyle, güldüren de ağlatan da ancak kader’dir. Kader ise adaleten, hikmeten ve şefkaten hükmünü icra eder. Bu asırda umumi te’sirden aldıkları hisse  ile daha çok adaletle kadere fetva verdirirler. Biz ise hakikati hali bilmediğimizden ya mahzun olur veya tehayyürde kalırız.

        Evvela ebeveyn, (anne baba) mürebbidirler. Terbiye ise onu kemale erdirmek fili ancak Kamili Mutlakın koyduğu düsturlar ile elde edilir. O düsturlar ise kainatta zerreden seyyarata kadar bütün âlem-i kevni, mukadder olan kemalatına sevkeden külli âdetullahın düsturlaridir ki, kainat envaen ve efraden. İtaat-ı mutlak ile ubudiyette kalıp terbiye olunuyorlar. İnsan ise İnsaniyet ciheti i’tibariyle Allah’ın kelâm sıfatından gelen düsturlarla terbiye olunup kemal bulur.

 Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: