“Bilemedim”

Yaşadıklarım, bir bütünün parçasından ayrı kalışımın sancısıymış, bilemedim. Benim yapmam gerekenler yapılamadığı içinmiş o sıkıntılar. Oysa ben habire dışarıda aradım sebebi.
Ben bütünüm sandım, yapılacakların olmadığı yerde bütünlük olmuyormuş, bilemedim. Çocuğum asi dedim, eşim dinlemiyor dedim, mutsuzum dedim. Fakat, döktüğüm ekmek ve yemeklerin, besmelesiz başlanan işlerin, şükürsüz geçen günlerin, ruhumu daraltacağını bilemedim.
Ben bunalıp daraldıkça, kendime dönmek yerine başkalarına döndüm. Onlara dönünce onları gördüm. Hatalarını aradım, buldum da. Onların hatalarının görülmesi ya da düzeltilmesi, kendimi düzeltmek anlamına gelmiyormuş, bilemedim.
Namazıma bakmadım yıllardır. Yatıp kalkıp dua okumayı namaz kılmak sandım. Ruhu olmayan namazın beni düzeltmeyeceğini bilemedim. Tespih çekme çokluğu ile avuttuğum gönlüm, anlamından ve hayata geçecek bir etki yapmadığından, ne dediğimi ve bunun bana ne dediğini düşünmedim. Düşünmediğim anlamlar içime işlemedi. Yüzeysel kaldı yaptıklarım ve ben derinlere inemedim. Bunun sadece büyük zatlara ait bir yetenek olduğunu sandım. Allah’ımızın her birimizin gönlüne kendisini nakşettiğini ve derinleşmemizi istediğini bilemedim.
Dualarımla sığındım Rabb’ime bu yaşa kadar. Fakat tamamlanmak için değil, ulaşmak istediğim hedef için dua ettim. Dualarımda eyleme ve benim yapacaklarıma ait bölümün ağırlıkta olması gerekiyormuş, ben sadece sonuç için el açtım, ağladım, yalvardım. Bunu yeterli sandım. Böyle sonuç alınmazmış, bilemedim.
Hep Yaradan’ımdan bekledim, kendimin yaptıklarını değiştirip geliştirmeden, bedel ödemeden ve konforlarımı terkederek o yolda yorulmadan, fiili dua ile kavli duayı birleştirmeden sonuç alınamıyormuş bilemedim.
Bir kalp kırmanın beni de içten içe kırıp küçülttüğünü bilemedim. Hep zihnimde “ben haklıyım” diyen söze kandım, karşımdakinin haklı olacağını söz olarak kabul etsem de, gönlümle onaylamadım. Haklıymışım gibi davrandım. Haklılığın kalesine sığınınca, diğerleri muhalif ve suçlu görünürmüş, bilemedim.
Huzursuzluğun sesi yükseldikçe, suçladıklarımın, beni gerçek sebepten uzaklaştırdığını gördüm. Sofradan arttığı için yemeklerin, bayatladığı için çöpe giden ekmeklerin feryatları, aslında tüketilmemeleri gerekenleri tükettiğimi haykırıyordu bana. Kendimden bir şeyler gidiyordu, ben küçülüyordum sanki. İsrafın varlığı daralttıkça ruhumu, dışarı yönelttim bakışlarımı. Oysa içe dönmeli, ne yapıyorum, nasıl yaşıyorum bir bakmalıymışım, kendimi mercek altına almalıymışım, bilemedim.
Bir haram lokmanın, insanın dengelerini bozduğunu, çökerttiğini ve insan kalabilme becerisini körelttiğini kimse bana anlatmadı, ben de öğrenmemiştim. Dikkat etmem gerekirken, “bir şey olmaz, ufak bir şey” avuntusuyla dikkatimden uzaklaştırmıştım. Duyarsızlığı kadar derinlere çöktüğünü insanın, uçurumun kıyısına gelince farkettim. Birileri öğretmese bile benim nasıl yaşarsam daha iyi olacağını öğrenmem gerekirmiş. Bilmeden bilmediği bir yolu yürümenin akıl kârı olmadığını bilemedim.
Hayvanlara, bitkilere bile iyi davranmak gerekiyorken, çevresindekileri adam yerine koymamanın, kişinin kendisinin adam olmayışıyla ilgisi varmış. Karalamak yaralamakmış, eleştirilenler, tenkit edilenler, aşağılara düşermiş. İyilik yapmak için eleştirmek, bilmeden zarar vermekmiş, hep savaş içinde olmakmış, hep kan kaybetmek ve kan kaybettirmekmiş, bilemedim.
Kendini yetiştirmek, bir iki cümle bir şey bilmek değilmiş. Bilen, davranışlarının güzelliğiyle anlaşılırmış, konuştuğuyla değil. “Hayatındaysa bir şey, o şey senindir, hayatında değilse bir şey, konuşsanda o şey senin değildir” diye bir gerçek varmış. Yaşamaya yeterli ağırlığı vermeyi, önce davranşa geçirmeyi, zor da olda doğru bildiklerimizi yaşamayı yeterince becerememişim. Hayatın akışını cüzi irade ile benim yönetebileğimi ve en ufak bir ayrıntının bile çok önemli ve anlamlı olduğunu bilemedim. Bir çivi eksikse batarmış bir gemi. Tutacağı bir el yoksa kayıverirmiş bir insan, gülümsemesi yoksa bir yüzün, kutuplardan bir demet kar oluşmuş konuşulanlar. Her şey bende başlayıp bende bitermiş bilemedim.
Sadakam azsa zenginliğimde azmış. Gönül zengin olmadan kese dolmuyormuş. Üç kuruşluk hesap için harcanan sevinçlere hiç bir şey değmiyormuş. Vermeye aşık olmadan, bereket sevgilisine kavuşulamıyormuş. Yaşamadığım değerlerim bana pahalıya maloluyormuş. Beni ben yapacak minik detaylar olmadıkça, bunlar ruhuma dolmadıkça, açlıktan bunalan ruhum sıkışıyor ve daralıyormuş. Ben bunu çocuğun gürültüsünden, eşimin istediğimi almamasından, değer görmediğimden sanıp onlara patlıyordum. Sıkıntılar benim içimdeki boşluktan geliyormuş. Razı olup rıza gösteremediklerimin arkasında, besmeleyle pişmeyen aşın, sevgiyle yaslanmayan başın, şükürle bitmeyen işin etkisi varmış, bilemedim.
Huzurla ve huşu ile kalkmayınca namazdan, iliklerin titremeyince okunan ezandan, secdede kendi yaptıklarına ya da yapamadıklarına dökmediğin göz yaşından kalp mahrum kalınca, her şey dert, her şey sıkıntı, her şey huzursuzluk kaynağı gibi gelirmiş, bilemedim.
Kendisini düzeltmekle meşgul olunca insan, diğer sıkıntıların düzelmesi için önce kendine düşeni yapar sonra da daha kolay “bu benim imtihanım” diyebilirmiş, bilemedim.
Kendimi ve işlerimi düşünmekten, başkaları hep ilgi alanıma teğet geçti. Yaptım yapmasına biraz yardım fakat, sıcacık bir gülümsemenin, saygı ile ve sır tutarak dinlemenin ve bir iç sıkıntısını gidermenin, sıkıntıda olanlara yardım edivermenin, yüzlerce rekât nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu bilemedim. Faydalı olmanın ağırlığını, toplum için önemini ve bana katacaklarını bilemedim.
Önemini bilemediklerim yokken kendime gelemedim. Ömrüm geçip gitmiş, geri çeviremedim. Bir yaşıma baktım, bir yaşadıklarıma. Ben bunları baştan bileydim, şimdi daha farklı ve daha iyi yerlerde olurdum. Düşündüm, yine de şükrettim, son nefesimi vermediğime, bunları yapamıyacak durumda olmadığıma ve mezarda olmadığıma. Yaşım sekseni bulsa da, Allah’ın kullarına uzattığı merdiveni yukarı çekmeğe hazır. Tırmananlar yükseliyorsa, tırmanacağım inşallah.
Allah’ım, bilemediklerimi bildirecek arayış, hayata geçirecek inanç ve kararlılık ver. Son nefeste bile af mümkünse ve o ne zaman bilinmiyorsa, o zaman acilen, benim iç dengelerimi oluşturacak anlayış ve yaşayışın hayatımda olması için gerekeni nasip et ve kesintisiz talebimi kabul et. Anladım ve öğrendim ki, içten denge kurulmazsa, dıştan ancak denge bozulurmuş. Cümle kulların ile birlikte, dengede olayım, dengede kalayım ve dengede olunmasına katkıda bulunayım, ne olur Allah’ım.
Zerrelerin adedince yakarışımızı makbul say ve cevap lütfet Allah’ım.

Saliha Erdim

14.02.2010

Sende yorum yazabilirsin