Davranışa Dönüştürelebilen Kararlar İçin

İnsanın 2 beyni vardır. Bunlardan birincisi üst beyin, buna insan beyni de diyoruz. Çünkü sadece insanda var olan bir yapı. Çok ince bir çizgi halinde primatlarda, maymunlarda da var ama diğer hayvanlarda yok.
Bir de shup corteksimiz var. Bunada biz alt beyin yani hayvan beyni diyoruz. Çünkü diğer hayvanlarla çok benzeşen bir yapı. Fizyolojik olarak benzeştiği gibi işlevleri itibariyle de benzeşen bir yapı sözkonusu.
Alt beyini bizim açımızdan bu kadar önemli hale getiren ne?

Duygularımızın orada oluşuyor olması.

Düşüncelerimiz üst beyinde oluşuyor. Akıl ve vicdan üst beyinde oluşuyor. Kararlar burada alınıyor. Fakat duygularımız hayvan beynimizde oluşuyor. Erişimizin sınırlı olduğu, otonom, özerk, bağımsız çalışma eğiliminde olan bir yapı. Her ne kadar alt beyin ile üst beyin arasında bir koordinasyon söz konusu olsa da bu çoğu zaman istenen tavırları sergilemek açısından yeterli olmuyor. O hayatın doğal seyri içerisinde, aile hayatı içerisinde aldığımız eğitim, okul hayatında aldığımız eğitim, toplumsal hayatta almış olduğumuz eğitim belli ölçüde üst beyin ile alt beyin arasında eşgüdüm oluşturuyor. Üst beyinin alt beyin üzerinde belli bir kontrol oluşturmasını sağlıyor.

Fakat bu çoğu zaman yeterli değil. Çünkü hayatın içerisinde bir yandan aileden eğitim alıyoruz bir yandan okul hayatında, öte yandan da hayat okulundan da eğitim alıyoruz fakat çeldiriciler var. O eş güdümü bozacak olaylar da yaşıyoruz. Dolayısıyla duygu eğitimini önemli bir başlık olarak hayatımızın bir parçası haline getirmek ve beşikten mezara kadar, yediden yetmişe kadar herkesin bu konu üzerinde durması bir gereklilik. Çünkü istediğimiz davranışı oluşturabilmek için o davranışla uyumlu bir duyguya ihtiyacımız var.

Diyelim ki; “bu konuda şöyle bir davranış sergilemeliyiz diye, eşime şöyle davranmalıyım, çocuğuma biraz daha toleranslı davranmalıyım, sabahleyin biraz daha erken kalkmalıyım” gibi bir farkındalık oluştu üst beyinde ve buna bağlı olarak bir karar aldı. Fakat bunu davranış haline dönüştürebilmesi için bir duyguya ihtiyacı var. Çocuğuna o toleransı gösterebilmesi için sabır duygusuna ihtiyacı var. Eşine ilgiyi gösterebilmesi için sevgi, muhabbet duygusuna ihtiyacı var. O şekilde duygu gelmiyor. Tahammülsüzlük, öfke şeklinde geliyor. Duygu ilgisizlik, benmerkezlik şeklinde tezahür ediyor. O zaman kişi düşünce boyutunda almış olduğu o kararları davranışa dönüştüremiyor, hayata geçiremiyor.

Hepimizin hayatında şikayet ettiği durumlardan bir tanesi budur. Eğer bir şeyi davranışa dönüştürebilmek için sadece düşünmek, farkında olmak yeterli olsaydı dünya bir cennet olurdu.

Gerek kendisiyle olan ilişkisinde gerek diğer insanlarla olan ilişkisinde, gerek hayat ile olan ilişkilerinde, gerekse Allahu Teala ile olan ilişkilerinde hatalı yaklaşımlar içinde olan insanlara baktığımız zaman bu insanların bir çoğunun hatalı yaklaşımlarının farkında olduklarını görüyoruz. Kendimi kontrol edemiyorum diye yakındıklarını duyarız. Çünkü duygular, alt beynimizin yani erişimimizin sınırlı olduğu bir yerde oluşmaktadır. Dolayısıyla oraya erişebilmek, oranın üzerindeki kontrolü arttırabilmek ve hepsinden önemlisi orayı terbiye etme zorunluluğu vardır.
Atı kontrol eden süvaridir. Dizginler aracığılıyla kontrol eder. Fakat süvari ile at arasındaki ilişki sadece o dizginlerden ibaret değildir. O sadece zayıf bir bağdır. Dizginler kopabilir. O at aynı zamanda terbiye edilmiştir. O atların eğitiminde iki husus var.
Birincisi, süvarisinden gelecek o yönergeleri anlamak ve tabi olmak konusunda eğitilmiştir. Fakat bu o süvarinin atını özellikle de olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda kontrol edebilmesi içini yeterli değildir.
İkincisi, bu tür olağan ya da olağan dışı durumlar söz konusu olduğunda at belli bir tepkiyi verecek şekilde eğitilmiştir. Yani o an süvarinin dizginleri ele almaya gerek kalmaksızın süvariden gelecek yönergeye ihtiyaç duymaksızın spontene, süvarinin de onaylayacağı tepkiyi vermesi öngörülmüştür. Bununla beraber süvarinin onaylamayacağı tepkileri vermemesi de sağlanmıştır.

Mesela süvari atlarını göz önünde bulunduracak olursak, normal şartlarda at top sesinden, tüfek sesinden ürker. Çünkü onun doğasında böyle bir ses yoktur. Fakat o süvari atları eğitilirken özellikle de geçmişte o top sesini, tüfek sesini, mermi sesini duyduğunda ürkmiyecek şekilde eğitilir. Süvari düşmanla mücadele etme sürecei içerisinde, bir yandan da atını kontrol etmeye çalışırsa olmaz. O anda at almış olduğu terbiyenin gereğini yerine getiriyor. Bunu neden anlatıyoruz?

Dedik ya; bizim de hayvan beynimiz var. Düşünceler, duygularımızdan ortalama 5 saniye sonra gerçekleşiyor. Hayatımızdaki en önemli 5 saniye bu. Dolayısıyla o duyguyu henüz daha süvari dizginleri ele alıp ata bir emir vermeden de atın bunu tahmin etmesi ve süvarinin öngördüğü bir duyguyu açığa çıkarması gerekiyor.

Şimdi kişi çocuğuna daha toleranslı olma kararını aldı diyelim ki… Çocukta dikkat dağınıklığı var. çocukta arkadaşlarıyla uyumsuzluk var. Kurallara uymama, öğretmenlerine karşı gelme eğilimi var. Okuldan şikayet geldi ve anne baba aldı çocuğu psikologa götürdü. Psikolog çocukla görüştü ve çocuğunuzun duygu durumu bozulmuş dedi. Anne ve baba sordular “neden bu çocuğun duygu durumu bozuldu? Biz her dediğini yapıyoruz. Yediği önünde yemediği ardında. v.s.”

Babasının biraz daha fazla ilgilenmesi gerekiyor. Babası eve gelir gelmez kızım dersini çalıştın mı? Oğlum ödevini yaptın mı? Demeden önce onunla biraz nasılsın? İyimisin? Demesi ve biraz sohbet etmesi gerekiyor. Biraz sabırlı davranacaksın. Şu an biraz ergenlik belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Zaten çocuğun duygu durumuda çok iyi değil. Sosyal anlamda sıkıntıları var. Akademik anlamda başarısızlık yaşıyor. Senin onu tolere etmen gerekiyor.
-eyvallah hocam bunu yapacağız. Diye kararını aldı konuşmadan sonra. Aradan zaman geçiyor ve anne baba yeniden geliyor. Hocam beceremedik, başaramadık. O kararı aldık ama başaramadık. Çünkü alt beyin genellikle üst beyinden önce tepki verme eğilimi içerisinde.

Çocuğun yapmış olduğu bir davranışı alt beyin kendisine yapılmış bir saygısızlık, varlığının dikkate alınmaması, kişiliğinin hiçe sayılması, otoriteye meydan okunması şeklinde algılıyor. Ki öyle bir durum söz konusu değil. Ama öyle algılıyor alt beyin. Geçmişteki yaşantılardan hareketle ve bir anda öfke duygusu açığa çıkıyor. Daha üst beyin devreye girmedi. Akıl ve vicdan daha henüz bu konuda nasıl bir yaklaşım sergilenmesi gerektiğiyle ilgili verileri işleyip bir çıktı açığa çıkmadı. Yani bombalar patladı, at ürktü şaha kalktı ve süvarisini düşürdü. Onun için atlar öncesinden eğitime tabi tutulur.

Genel itibariyle baktığımızda bizim toplumumuzda altbeyin üstbeyine uyması konusunda bir eğitime tabi tutuluyor. Tamam bu olması gereken Bir şey. Ama ikincisi yapılmıyor. O bombalar patladığında silahlar ateşlendiğinde atın sakin olmasını sağlayacak eğitim verilmiyor.
Ya da at aç olduğu halde, at yorgun olduğu halde bir bağdan geçerken, bir bostandan geçerken, o yeşilliklere dalmamasını sağlayacak ya da yatacağı bir yer olduğunda hemen kendisini oraya atmamasını sağlayacak o eğitim verilmiyor. Eğer o eğitim verilmemiş ise at süvarisini dinlemez o bağa, o bostana kendisini atar ve sıkıntı söz konusu olur.

Alt beynimiz korktuğu şeylerden, acıdan uzak kalmak, ve hazza ulaşma eğilimi içerisindedir. Aynı şey hayvanlarda da söz konusudur.

At neden ürküyor, bombalar patladığında, silahlar ateşlendiğinde,bunun varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyor ve korku tepkisi açığa çıkıyor. Korkuyor şaha kalkıyor ve süvarisi düşüyor. Korktuğu şeyle yüzleşmesi sağlanır, ondan uzak kalmaması sağlanır. Ya da at aç hazza ulaşmak istiyor. O yeşillikleri yemek istiyor. O suyu içmek istiyor. Ya da yorgun dinlenmeye, uyumaya ihtiyacı var. böyle bir imkan söz konusu olduğunda atın oraya meyletmemesi gerekiyor. Kendisine verilen emir doğrultusunda kendisine öngörülen istikamet doğrultusunda işini sürdürmesi gerekiyor. İşte bunun eğitimi de verilir. Ulaşmak istediği hazlardan geri durma eğitimi de verilir.

Şimdi bizlerde alt beynimizi eğitirken, çocukları eğitmekten bahsetmiyorum yanlış anlamayın, kendinizi eğitmekten bahsediyorum. Öncelikli olarak il yapacağımız şey bir acı duyduğumuz durumlarla yüzleşmek. İkincisi de hayatımızda önem verdiğimiz hazlardan kendimizi geri çekmek suretiyle alt beynimizi eğitmek
Bu konuda paket programlar var. Bu paket programlar aracılığıyla bunu yapabiliriz. Bizim dinimizin bize sunmuş olduğu paketler var. Bunun için özel yapılandırılmış programlara gerek yok.

Mesela batı kültüründe böyle bir eğitim yok. Batı kültürü daha ziyade bu eğitimin verildiği uzak doğu ülkerinde özellikle de Hint kültüründe bunun arayışı içerisinde. Çin kültüründe bunun arayışı içerisinde. Orada keşişler kendilerini bu şekilde terbiye ediyorlar. Tabi bu terbiye çoğu zaman istenen sonuçları vermiyor. Çünkü sadece alt beyini terbiye etmek yeterli değil. Süvarinin de atı alıp nereye götürdüğü çok önemli. Evet at süvarisine tabi ama süvari atını uçurumdan aşağı sürüyor. O zaman atın terbiye olması, o duyguların terbiye olması çok da bir anlam ifade etmiyor. Her ikisi de çok önemli.

Bizim paket programımız ne? ORUÇ

Sabahleyin kalktığımızda alt beynimiz kahvaltı yapmak istiyorum diyor. Bakın sahur bu açıdan çok önemli. Sahur alt beynimizi yönetebilmemiz açısından çok önemli. Sahur yapılmadan oruç tutulduğunda alt beyin hadi bakalım kahvaltı yapalım diyor. Diyelim ki her sabah 9 da biz kahvaltı yapmaya alışığız. Sindirim sistemimiz otomatik olarak çalışmaya başlıyor. Alt beyin üst beyine sormadan hemen sindirim sistemine çalış komutunu veriyor. Çünkü alışmış o saatte yemek yemeğe. Ve hemen sabahleyin kalktığımızda açlığında ötesinde midemizde bir kazıntıyla uyanıyoruz. Çünkü sabahleyin kahvaltı vaktimiz geçmiş. Ama biz kahvaltı yapmıyoruz.
Öğlen geliyor yine bir kazıntı. Öglenleyin yemek de yok. Gün içerisinde su kaybettik, su ihtiyacımız var. hayır su da yok. Ne dedik; İhtiyaçların karşılanması nedeniyle hazza ulaşmak. Ve onun hazza ulaşmasına mani oluyoruz.

Biraz serbest gezmek, dolaşmak istiyor. Hayır bu da yok. Oruçluyuz çünkü, halimize, tavrımıza, konuşmalarımıza, bakışlarımıza dikkat etmek zorundayız. Aksi takdirde akşama elimizde kalan açlık ve susuzluk olur. Biz ise bunun ötesine geçmek istiyoruz.
Alt beyin anlayamıyor. Neden böyle yapıyoruz? Bu bir, iki, üç, tekrar edip duruyor. Altbeyin yine yarın sabah kalktığımızda tekrar sindirim sistemine emir veriyor. Hadi hazırlan birazdan kahvaltıya oturacağız. Hayır kahvaltı yok sana. Yine öğlen vakti ayni şey yine yok. Yine yok. Yine yok.

Tabi ilk başta itiraz. O yoksunluk halini oldukça yoğun yaşıyoruz. Çünkü bedenimizi yöneten alt beynimizdir ağırlıklı olarak. Üst beynimizin bedenimiz üzerindeki kontrolü sınırlıdır. Ancak belli kas gruplarını üst beynimiz kontrol eder. Mesela yüzümüzde 12 tane kas varsa bunun 8 ini alt beynimiz kontrol eder, sadece 4 tanesini üst beynimiz kontrol eder. Dolayısıyla mimiklerimizi kontrol etme sürecinde alt beynimiz çok belirleyicidir. Eğer gülümseme isteği gelmiyorsa bu yüzümüze yansır. İçimzde bir öfke varsa bu yüzümüze yansır.

Ya da diyelim ki o anda çocuğumuza karşı ciddi bir duruş sergilemek istiyoruz veya çevremizdekilere karşı, altbeynimiz bunun ciddiyetinin çok farkında değilse o yüzümüze yansır. Çünkü o kaslar harekete geçmez. Üstbeyin emir verir ciddi bir ifadeye bürün diye. Fakat altbeyin o emri dinlemez. Dolayısıyla karşımızdaki insanda o etkiyi oluşturamayız biz.

Oruç alt beynimizi terbiye etme konusunda harikulade bir araç. Bir paket program. Herşey düşünülmüş ekstra bir şeye gerek yok. Fakat burada usule hürmet edeceğiz. Eğer orucu hayatının bir parçası haline getirirsen bir müddet sonra alt beyinde çok ciddi bir duygu eğitimi söz konusu olmaya başlıyor.
Üç ayların girmesiyle beraber oruca ağırlık verilmesi, özellikle de Recep ayında orucun yoğun olarak tavsiye edilmesinin altında yatan en önemli sebeplerden bir tanesi bu.

Tabi bunu yaparken hergün oruç tutmuyoruz. Özellikle de nafile oruçlarda. Genellikle alt beyin bir müddet sonra o uyarıcının varlığına ve yokluğuna uyum sağlama eğilimi içerisine girer. Dolayısıyla orucun çok düzenli bir şekilde değil de bir tutulup bir tutulmaması beyni şaşırtıyor.
Beyin tam oruçsuzluğa alışıyor. Oh diyor tamam bugün kahvaltı gelecek diyor. Fakat bakıyor o gün oruç var kahvaltı yok.
Ki Allahın Resulünün hayatına baktığımız zamanda her ne kadar belirli zamanlarda tutulan oruçlar olmakla birlikte bazen hiç oruç tutmayacakmış gibi davranırdı. Bazen de hiç bozmayacakmış gibi davranırdı. Bazen pazartesi, perşembe oruç tutardı. Bazende cuma günü oruç tutardı. Hadisi Şeriflerde öyle görüyoruz. İşte bu alt beyini şaşırtmaya yönelik. Alıtbeyin alışmasın diye. Çünkü altbeyin alıştığı zaman kendini ona göre ayarlıyor. O zaman o terbiyenin onun üzerindeki etkisi azalıyor.

Dolayısıyla bu günlerde oruca ağırlık vereceğiz. Altbeyini eğitme, terbiye etme konusunda, duygu eğitimi konusunda başka bir etkinlik, başka bir ibadet söz konusu değil.
Bununla beraber namaz, özellikle de gece namazları (teheccüd), günlerin uzadığı şu günlerde yatsı namazı, hatta erkekler için zorda olsa camiye gitmek. Sabah namazlarına kalkmak. Çoğu anne baba çocuklarına kıyamazlar. Halbuki altbeyini terbiye etme açısından harikulade bir araç sabah namazı. Tabi şefkatle, sevgiyle. Ama öte yandan kararlılıkla ve ciddiyetle yapılması gerekiyor.
Ve altbeyin şu soruyu soruyor; biz bütün bunları niçin yapıyoruz?

Sabahleyin kalkıyor okula gidiyor. Bunun somut kazanımları var. fakat söz konusu ibadetler söz konusu olduğunda pozitif bir geri dönüşüm söz konusu değil. Biz bunları niçin yapıyoruz diye soruyor. Bu ona anlamsız geliyor. Ama bir müddet sonra kişi bunu yapmaya devam ettikçe alt beyin bütün bu çabaların, bütün bu uğraşların belli bir amaca yönelik olduğunu birisinin takdirini kazanmaya yönelik olduğunu farketmeye başlıyor ve bu şekilde kişi alt beynine O nun varlığını anlatmış oluyor. Yaşantılar aracılığıyla.
İşte O nun varlığını anlatmayı başardığı andan itibaren alt beyinde O na boyun eğme, O nun koymuş olduğu kurallar çerçevesinde yaşama eğilimi içerisine giriyor. Dolayısıyla unutmuş olan alt beyine O nun varlığını bu yöntemlerle anlatacağız.

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu

cocukaile.net

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: