Depresyon da cennetin bir delilidir
Hayatı arzulanır kılan tokluk değil açlıktır. Özleyecek ve bekleyecek birşeylerimizin olması bize bağışlanmış bir nimettir. Varılamasa da, içimizde açlık olarak kalması, hayatımızı daha yaşanılır kılar. “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” buyuran ayet-i celile, duası edilecek birşeylerimiz olmasının, varlığımızla ne kadar yakından ilgili olduğunu da gösteriyor. Yaratılmış olan için aslolan açlıktır. Tokluk değildir. Çünkü yaratılmışlık bizzat açlıktır. Yaratana ve yaratılmaya açlıktır. Varolan ‘daha çok ve hep varolmaya aç olarak’ varlığa gelir. Umulan ve beklenen hiçbirşey kalmadığında insan bitmiştir. Sonsuzluk, elde edileceklerin sonuna gelinmiş bir düzlemde düşleniyorsa, sonsuzluk denmez ona.
Vampirle Görüşme filmini anımsa. Seküler bir sonsuzluğun nasıl sıkıcı bir hal aldığını ölümü düşleyen/dileyen vampirlerden ders al. Gayba iman etmeden kurulan sonsuzluğun hayali tatlı gelse de kendisi eziyettir.
“Sonsuzluk sonun yokluğundan daha fazlasıdır…” diyor Lars Iyer, Kuşku romanında. Evet, hakikaten sonsuzluk sonun yokluğunun bilinmesinden, yani sondan kurtulmaktan çok daha fazlasıdır.
Özlenecek hep birşeyler olacağının bilinmesi, öğrenilecek hep birşeyler kalacağının bilinmesi, tadılacak hep yeni şeyler yaratılacağının bilinmesi, görülmemiş daha pekçok güzelliğin varlığından haberdar olunulması, inanılması… En özünde gayba iman. Herşeyin gaybının varlığına dair bir iman. Bunlar da sonsuzluğa dairdir.
İnsan sonsuz olmuş ama dünyada bilinecek birşey kalmamış. İnsan sonsuz olmuş ama okunacak kitapların bir sonu var. İnsan sonsuz olmuş ama görülecek sûretlerin/gözlerin sayısı sınırlı… Dostum, sen cehennemi nasıl tarif edersin bilmem ama, böyle bir yer benim için zaten cehennemdir. Mürşidim bu sadedde der ki: “Nimetin devamı nimetin zâtından daha kıymetlidir. Lezzetin bekàsı lezzetten daha lezizdir. Cennette devam cennetin fevkindedir.“ Hiç dikkatini çekti mi bilmem: İnsanın cennet hayali de sonsuzdur, cehennem dehşeti de. Sonlu bir cennet ‘cennet’ olmayacağı gibi, sonlu bir cehennem de ‘cehennem’ gibi gelmez bize. Acımızın da neşemizin de dibi sonsuzluktur. Hem derdin en dibi, hem devanın ta kendisi, odur.
Bu yüzden ben cenneti öğrenileceklerin ve yapılacakların bittiği, sadece yan gelip yattığımız bir yer gibi düşlemek istemem. Ben cenneti, burada yaptıklarımı, yapmaktan keyif aldıklarımı daha üst düzeyde yapabileceğim bir yer olarak düşünürüm.
Mesela: Burada hafızam zayıf. Dilerim Rahim olan Rabbimden ki orada bana çok daha güçlü bir hafıza versin. Okuduğum herşey hatırımda kalsın ve onların arasındaki bağlantıları daha net ve sık şekilde görebileyim. Görebileyim ki yazabileyim. Evet, evet, yazabileyim. Cennette de yazabileyim. Gördüğün gibi: Ben cenneti yazacak ve okuyacak pekçok şeyin olduğu bir yer olarak düşlüyorum. Burada yaşaması sevdirilen, tadına baktırılan, ama doyurulmadığımız şeylerin doyasıya yaşandığı bir yer olmalı cennet. Ancak böyle olursa cennet olur. Burada talim ettiğini orada usta olarak yapmaya başlarsın.
Ki yaratılışın esas amacı da, imtihanın bizzat kendisinde değil, imtihanın ardından yaşayacağın o sonsuzlukta saklıdır. “Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım!” buyuran Allah, herhalde şurada yaşadığın altmış-yetmiş seneyi kastetmiyor yalnızca. Bu sınırlı ibadeti kastetmiyor. Cennet ehlinin memnuniyetinin de bir ibadeti var, cehennem ehlinin pişmanlığının da.
İkinci Söz’de Bediüzzaman’ın; “Diğer adam ise, mü’mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır…” diyerek işaret ettiği şey belki biraz da budur. Burada yaşatılmamız, kötünün kötü, iyinin iyi olduğunu bizzat yaşayarak, tadarak, her bir latifemizle onaylayarak vatan-ı aslîmiz cennete bir hazırlıktır.
Dertlerimizden boşuna şikayet ediyoruz. Çünkü onlar, gurbette olduğumuzu bize ihtar ediyorlar. Uyumsuzluk, tatminsizlik, karamsarlık, keder, monotonluk ve belki de depresyon… Üzerine yaratılmış olduğun âlemin bu âlem olmadığını gösteriyorlar sana. Otoban için tasarlanmış spor arabanın köy yolunda çektiği çiledir şunlar. Hayatı yalnız dünyadan ibaret sanırsan tekerleklerin seni dürtüyorlar: “Bu doğru değil, bize acı çektiriyorsun, burası için yaratılmadığımız o kadar belli ki!” Öyle ya! Sende öyle istidatlar var, onları ancak cennet paklar. Cennet varolmasa önce hayalgücünün gücüne gitmez miydi arkadaşım?
Ahmet AY – risalehaber.com