Emin olunuz ki, Kurtuluşa eresiniz…

“Emin olmak” lügatlerde; güvenilir, inanılır, hiçbir konuda kendisinden şüphe edilmez bir karaktere sahip olmak, anlamlarına gelmektedir. Mü’min kelimesinin türevlerinden olup, Yüce Rabbimizin de bir vasfıdır.  (Haşr S., 23. Ayet.)
 
Her Müslümanın da Mü’min olması sebebiyle, mutlaka EMİN olması gerekir. Sınav gereği bazı engellere toslayan bizler, maalesef ne kadar erozyona uğradığımızın farkında bile olamıyoruz. Çünkü bizler, pek araştırmadan veya takliden Müslüman olduğumuz için, İslam’ın birçok güzelliklerinden mahrum yaşamaktayız. İslam’ı araştırarak Müslüman olan ünlü kişilerin, “İslam’dan önce, Müslümanları inceleseydim, Müslüman olmazdım” şeklindeki itirafları, bizleri çok düşündürmeli ve kendimize getirmelidir.
 
Şimdi sizlere Asr-ı Saadetten, gözyaşlarıyla okuyacağınızı umduğum, şablon olarak “emin” yani “Mü’min” bir portreyi arz edeceğim ki, kendimizin nerelerde olduğumuzu bilelim:
 
Bir gün Medine’ye Necran Hıristiyanlarından bir grup gelir. Hz. Peygamber SAV ile uzun görüşmelerde bulunurlar. Hz. Peygamber’den SAV kendilerine İslam dinini anlatacak ve yaşatacak “emin- güvenilir” bir isim isterler. Hz. Peygamber SAV onlara “Yarın size emin bir adam vereceğim. Hem de tam emin olan bir adam” buyurur.
 
Medine’deki bütün sahabe çok heyecanlanır. Çünkü peygamberimiz bu sözleriyle, sadece bir göreve bir adam tayin edeceğini belirtmiyordu. Hakikaten güvenilir olduğunu deklare ettiği ismi belirleyeceğini haber veriyordu. Çünkü bir Peygamber SAV en güvendiği ismi ilan edecekti. Desek ki, o gece Medine’de hiç kimse uyumadı, abartı olmazdı. Hatta Hz. Ömer bu olayı anlatırken şöyle bilgi verir:
 
“-O gece sabahı zor ettim. Ertesi gün, Peygamberimizin SAV haber vereceği adam olmayı ne kadar arzu etmiştim.Ben ki hiçbir zaman baş olmayı, yönetici olmayı istememiştim. Ama o gün istedim. Hz. Peygamber SAV ertesi gün gözleriyle mescidi tararken, ben sürekli beni görsün diye, kendimi O’na göstermeye çabalıyordum. Oysa o mübarek gözlerini bizim üzerimizden aşırıp, ta arkalarda gezdiriyordu.”…
 
Bu minval üzere, o sabah Medine Mescidi dopdoluydu. Namazdan sonra Hz. Peygamber SAV sahabeye döndü. Mescitteki heyecanı ve o anki hali anlatmak elbette mümkün değildir.Herkes, en sevgilinin dudaklarından çıkacak o EMİN ismi bekliyordu. Mescidi, mübarek gözleriyle taradıktan sonra o ismi şöyle seslendirdi: “..Ebu Ubeyde,nerdesin?!”
 
Arka saflardan orta boylu, zayıf ve ince yapılı, iki ön dişi kırılmış fakat son derece güzel yüzlü,mütebessim ve mütevazı görünümlü bir sahabe ayağa kalktı. Bütün gözler onun üzerindeydi. Hz. Peygamber SAV parmaklarıyla onu işaret etti ve şöyle buyurdu: “İşte şu anda bu ümmetin en emini EbuUbeybe’dir.” Elbette bu söz diğer sahabe emin değildir anlamına asla gelmez. Bu cümle Ebu Ubeyde’nin güvenilirlikte en önde olduğunu gösteriyor. Tıpkı Hz. Ömer’in adalette, Hz. Ali’nin ilimde ve cesarette, Hz. Ebu Bekir’in sadakatte en önde olduğu gibi…
 
Bu görevlendirmeden sonra Ebu Ubeyde (r.a.), Şam beldesine gitti. Emaneti hakikaten tam yerine getirdi. Yıllar sonra Hz. Ömer (r.a.), halife olduktan sonra Şam taraflarına gittiğinde, herkes yollara düşüp halifeyi karşılar. Ama Ebu Ubeyde yoktur. Ubeyde (r.a.) velayet (valilikteki sorumluluk) görevlerini tamamladıktan sonra gelir.
 
Hz. Ömer, o gün Şam valisi olan Ebu Ubeyde’nin evine misafir olur. Evine girdiği valinin dünyalık için hiçbir şeyinin olmadığını görünce sorar:
 
-“Neden evinde mefruşat namına bir şey yok? Neden evinde sadece birkaç lokma kuru ekmek var? Valinin evi böyle olmaz” der. Böyle der ama Ebu Ubeyde (r.a.) sadece susar. Hz. Ömer, bu konu hakkında Ubeyde’nin üzerine ısrarla gider ve zorlar.
 
Ebu Ubeyde (r.a.) zorunlu olarak şu cevabı verir:
 
-“Ey Müminlerin halifesi! Şam’ın kenar semtinde yiyecek bulamayan garipler yaşarken, valinin evinde ne olsun istersin ki? Maaşımın tamamını bu fakirlerle paylaşırım. Bu gördükleriniz bana yetiyor…”
Hz. Ömer duygulanır ve gözyaşları döker. Kendisinden yaşlı olan Ubeyde, dostu olan halife Ömer’in omzuna elini koyar ve onu teselli anlamında şöyle der:
 
-“Hatırlıyor musun ya Ömer!? Hani Medine Mescidi’nde birgün, Hz. Peygamber SAV ne demişti bizlere? ‘Sizler dünya hayatını şöyle görün; yoldaki bir kervan bir ara yorulur. Sonra bir ağacın gölgesine gelip oturur. Dinlenir. Sonra yola devam eder. İşte siz gölgede dinlenen bu yolcu gibisiniz. Ömür işte bu kadar kısa. Gölge yerinde kalır, ama siz göçersiniz. Dünya hayatı (50 000 senelik Berzah yolculuğuna göre) işte bu kadar kısadır’ (ya EBEDİ olan Ahiret hayatı yanında hiçtir) ..demişti… İşte ben de bu ihtara tam İman ettiğimden, tüm mal varlığımı esas yurdum olan Ahirete yolluyorum… “Hz. Ömer der ki: “Eyy Ebu Ubeyde, dünya hepimizi değiştirdi. Sen hariç.”…
 

-“Siz ahirzaman ümmetimi görseydiniz onlara DELİ dersiniz. Onlar da sizi görselerdi size deli derlerdi” Hadis-i Şerifini şimdi daha iyi anlamaya başladık, değil mi?…
 

Yıllar sonra:
 
Hz. Ebu Ubeyde’nin vefat haberi geldiğinde Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: “Keşke yanımda bir oda dolusu Ebu Ubeyde olsaydı. Olsaydı da, bütün işleri onlara teslim etseydim.”…
 
Mesele; Ebu Ubeyde karakterli insanlar olabilmek, yani tam mü’min olabilmek. Hayatın her yerinde, emin, güvenilir ve imanında sadık Ebu Ubeyde’ler bulmaktır. Ancak, hiçbir şey ekmeden biçilmez ki. Bunun için de Milli Eğitimimizin her kademesindeki “pedagojik formasyon” bölümlerinin,“İman ve KUR’AN ahlakıyla” yeniden donatılması şarttır… Vesselam.
A. Raif Öztürk – Risale Ajans

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: