En Sevgilinin Sevgilisi
En sevgilinin sevgilisinin isminin manası “yaşayan” demekti. Hayatın her anını hakkıyla yaşayan, aldığı nefeslerin, kavuştuğu nimetlerin değerini bilerek yaşayan… Huzur ve mutluluğu yakalayarak yaşayan… Yaratıcısına verdiği sözünde sabit kalarak, taviz vermeden kararlı bir insan olarak yaşayan…
O adeta bir bilgi deryası idi. Yaşadığı nurlu hayatını incelediğimizde enerjisinden, azminden, olaylara bakış açısından, hazır cevaplığından, yorum biçiminden, ilmi ve irfanından anlıyoruz ki, tarihte benzerine rastlanmayan büyük bir hazineydi.
Tarih, edebiyat bilgisi ile zirvede idi. Ayet ve hadis yorumları yaparken bilgisini ustaca kullanıyordu. Fıkıh ve İslam hukukunu çok iyi biliyordu. O İslam hukukunun kurucusuydu. Kainatın efendisinin (sav) çiçeği, Gül sultan, Hz. Aişe (R.Anha) validemizden söz ediyoruz.
Hz. Aişe (R.Anha),
Küçük yaşta okuma yazma öğrenmiş, çok zeki, akıllı, âlime, edîbe, saliha bir hanımefendi..
Peygamberimiz (sav.)’e ilk iman eden en sadık dostu Hz. Ebû Bekr es-Sıddîk (a.s.)’in kızı..
Allah’ın Sevgilisi’nin Sevgilisi..
Hz. Âişe-i Sıddîka (a.s.)…!
Lakabı; Hümeyra..
Resulullah (sav)’ın kendisini çok sevmesi nedeniyle Hümeyra dediği sultan.. Efendimizin (sav) Hz. Âişe’ye özel bir sözcüğü vardı. “Gözbebeğim.”Gözbebeğiydi eşi O’nun. O’nu öyle severdi. O’nu öyle korurdu…
Kutlu Nebî (sav)’nin kördüğüm gibi sevdiği, kördüğüm gibi açılmayan, bitmeyen sırlı bir sevgi beslediği Hümeyra..
Çok sorup çok öğrenen, çok sorana da çok cevap veren, toplantılar yapıp, büyük anlatma meclisi olan, İslam hukukunun kurucusu âlime Gül Sultan..
Peygamber Efendimiz (sav).)’in bir hadis-i şerifinde “Dininizin üçte birini Hümeyra’dan öğreniniz!” diye bahsettiği muhterem zevcesi..
Müslüman anne-babadan doğan ilk çocuk olma şerefine nail olan hanımefendi..
Güllerin Efendisi (sav)’nin zevcelerinden hem annesi hem babası hicret etmiş olan tek zevce..
Resulullah (sav)’ın zevceleri içinde, yanında vahiy gelen tek zevce..
Allah-u Teâlâ’nın, hakkında berat ayetini nazil eylediği annemiz..1
Hz Aişe, (Ayşe Hümeyra) kendisini tanıtırken, önce babasının ismiyle, “Ebubekir kızı Aişe” diyor ve ekliyordu; “ Ben Allah’ın Sevgilisinin Sevgilisiyim.” O Resulün Sevgilisiydi. Bunu bilmesine rağmen sormadan edemezdi.
“Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?” Allah’ın Resulü bu ne biçim soru demiyor, sevmesem burada ne işim var demiyor. Cevap veriyor; “Evet Ya Aişe, tabi seviyorum!” Bununla yetinmiyor Hz Aişe validemiz, dahasını da merak ediyor, acaba nasıl seviyordu? Hemen soruyor; “Beni nasıl seviyorsun?” Peygamberimiz sevgi tanımlamasını yapıyordu sevgili eşine. İçten, samimi ve hayran kalınan bir ifadeyle; “Kördüğüm gibi…” Sevgiye bakın, aşka bakın. Açılmayan, çözülmeyen, kördüğüm gibi sevgi. Hz Aişe aldığı bu cevap karşısında çok memnun kalmıştı. Ve her zaman da alacağı cevap kendisini daha da mutlu edeceğinden sık sık sorardı; “Ey Allah’ın Resulü kördüğüm ne alemde?” O Yüce Resul, her defasında, Hz Aişe’yi memnun eden cevabını veriyordu; “İlk günkü gibi..” Her birimiz kendimize soralım biz bu sevginin neresindeyiz? Çoğumuz eşimize seni seviyorum dahi diyemiyoruz, bırakın kördüğüm gibi sevmeyi…2
Hz. Aişe, hakkında ayet nazil olacak kadar fazilet sahibi, müminlerin annesi, Sıddık-ı Ekber’in ölüm döşeğinde, “…senden daha sevimli servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum” dediği, Habibullahın sevgilisi, Müslüman hanımlara en büyük örnek, çok kısa süren evlilik hayatına çok büyük kazanımlar sığdıran mübarek bir insandır.
Her Müslüman hanım Hz. Aişe’nin (ra) hayatında kendisi için nice örnekler ve dersler bulur. Çünkü hayatın bütün cilveleri, bütün değişimleri onun hayatında tecelli etmiştir. Kızlık, eşlik, dulluk, sevinç ve keder, mutluluk ve musibet gibi haller Hz. Aişe’nin hayatında örnek alınacak birer hadise olarak görünür. Bu tertemiz hayat; ilmi, amel, ahlaki, derslerle paha biçilmez birer hazine kıymetinde örneklerle doludur. Bu itibarla Hz. Aişe’nin tarihi temiz ve olgun kadınların aynasıdır. Müslüman kadının gerçek hüviyetini, bütün temizliği ve berraklığı ile o aynada görür.
Hz. Aişe, Hz. Peygamber (sav) ile Mekke de nişanlanmış ve üç yıl sonra hicretin ilk yıllarında Medine’de evlenmiştir. Böylece o, Hz. Ebu Bekir gibi bir babanın evinden Allah resulünün evine intikal etti ve gelişmesini, yetişmesini, şahsiyetinin olgunlaşmasını Hz. Peygamberin evinde tamamlama imkanı buldu. Sahip olduğu kabiliyetlere Hz. Peygamberin desteği de eklenince, onun baba evinde aldığı eğitim, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde Kur’an ve sünnet eğitimiyle daha da gelişti, olgunlaştı ve derinleşti.
Hz. Aişe’nin gençliğinden itibaren hayatı, yüksek ahlakın canlı bir numunesi olan Resul-i Ekrem’in zevcesi olarak geçmişti. En yüksek terbiyeyi en büyük öğretici olan Hz. Peygamberden (sav) alan Hz. Aişe’nin de ahlakının en yüksek derecesinde olması tabii idi.
Kanaatkar, mütevazi, aynı zamanda vakur ve cömert idi. Çocuğu olmadığı için annelik duygusunu tadamamış olan Hz. Aişe öksüz ve fakir çocukları yanına alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina eder, sonra da onları evlendirirdi. Bir çok köle ve cariyesini azad etmişti. Metanet ve takva sahibi, şefkatli ve ibadete düşkün bir kadındı. Hz. Peygamberle (sav) birlikte gece ibadetlerini ihmal etmeyen Hz. Aişe kadınlarla namaz kılarken onlara imamlık etmiş ayrıca her yıl hacca gitmiştir.
Hz. Aişe bir çok savaşa katılacak kadar korkusuz; devesine atlayıp siyasi bir harekete kalkışacak kadar atak ve özgür, askeri bir seferi idare edebilecek kadar komuta gücüne sahipti.
Hz. Aişe zekası, anlayışı, kuvvetli hafızası, güzel konuşması, Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Peygamberi en iyi bir şekilde anlamaya çalışması gibi vasıfları sayesinde Hz. Peygamberin yanında müstesna bir mevki kazandı. Gül sultan ” İçinde Kur’an okunan ev, gök ehline, yerden yıldız gözüktüğü gibi görünür. “diyor.
Hz. Peygamberin gece yolculuklarında kendisiyle sohbet yapabilmek için Hz. Aişe’yi tercih etmesi, bazı davetlere onun da gelmesi şartıyla kabul etmesi, bardağa onun ağzının değdiği yerden içmesi, abdest ve namaz arasında hatta oruçlu iken bile onu öpmesi ona karşı gösterdiği sevgi ve samimiyeti gösterirken; (Tahyîr, Allah Rasûlü’nün hanımlarının, Efendimizle birlikte yaşayıp-yaşamama mevzuunda muhayyer bırakılmaları hadisesidir. Mebdei ne olursa olsun, bu hâdise, Allah Resulü’ne bizzat Cenab-ı Hakk’ın emridir. Konu ile ilgili ayet aynen şöyle demektedir: “Ey peygamber! Hanımlarına söyle: “Eğer dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size bağışta bulunayım ve güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır”(Ahzab/28-29).) tahyir hadisesinde kendisine düşünme ve seçme imkanı verildiği halde Hz. Aişe’nin hiç tereddüt etmeden derhal Hz. Peygamberi tercih etmesi onun da kocasına olan sevgisini ve bağlılığını göstermektedir. Hz. Peygamber (sav) Hz. Aişe’nin seviyesine inerek onunla yakından ilgilenmiş onunla koşu yapmış; hatta ona mescide kılıç kalkan oynayanları seyrettirmiştir.
Efendimizin (sav) eşi Hz. Aişe ile zaman zaman koşu yarışı yaptığı, bu şekildeki yarışları teşvik ettiği ve sahabenin de bu tür koşu yarışmaları yaptığı bilinmektedir.. Peygamberimizin bizzat kendileri Hz. Aişe annemizle birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Aişe kazanmış, ikincide ise kilo alması sebebiyle Hz. Aişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik.” (Ebu Davud,Cihad 68)
Hz. Aişe, Hz. Peygambere karşı beslediği derin sevgi yanında ona itaat ve emirlerine dikkat etmekle de temayüz etmişti. O her bakımdan Resul-i Ekrem’in yar ve yardımcısıydı. Her hususta onun emri ve talimatı doğrultusunda hareket ediyordu. Dindarlığı ve takva sahibi oluşuyla Resul-i Ekrem’in en sadık en fedakar ve en samimi arkadaşı idi. Karı koca olan bu iki büyük insan arasındaki sevgi ve kaynaşma aralarındaki samimiyet ve sıcak ilişki, ama daima muhafaza ettikleri vakar ve nezahet, bütün Müslüman çiftler için en güzel örneği teşkil etmiştir.
Hz. Peygamber (sav) ile birlikte bir çok savaşa iştirak eden Hz. Aişe, Uhud savaşında sırtında su taşıma, haber toplama ve yaralılara bakma gibi hizmetlerde çalıştığı gibi, Hudeybiye musalahasında da bulundu. Hendek savaşı ile Beni Müstalik gazvesine de katıldı. Bu sonuncusundan dönerken düşürdüğü gerdanlığını aramak üzere geride kalması sebebiyle ‘İfk hadisesi’ diye bilinen meşhur iftiraya maruz kaldı. Münafıkların başlattığı ve bazı Müslümanların da iştirak ettiği bu iftira sebebiyle üzüntüsünden yemeden içmeden kesilen ağlamaktan dolayı göz yaşları tükenen Hz. Aişe yüce Allah’ın onun hakkında indirdiği (Nur 11-26) ayetlerle aklandı. Anne ve babasının ısrarına rağmen Peygambere teşekkür etmeyip, onu en ızdırablı günlerinde desteklemediği için, kendisini tezkiye eden Yüce Allah’a hamd etmeyi yeğledi.
Özellikle ifk hadisesinde başta Hz. Peygambere olmak üzere Hz. Ali ve Hassan b. Sabit’e karşı gösterdiği tavır ve tepkiler onun ne denli sabırlı, tahammüllü, kendinden emin, gururlu, vakarlı ve izzet nefis sahibi biri olduğunu göstermektedir.
Hastalığı şiddetlenince Hz. Peygamber, diğer hanımlarının da izni ile son günlerini onun evinde geçirmeyi tercih etmiş; hatta ruhunu onun kucağındayken teslim etmiştir.
Hz. Peygamberin en sevgili eşi olması münasebetiyle Hz. Ömer’in kendisine oniki bin dirhem tahsis ettiği Hz. Aişe başta kadınlarla ilgili konular olmak üzere, çeşitli fıkhı meselelerde Hz. Ömer’in sık sık baş vurduğu bir danışmanı gibi idi. Müslüman hanımlardan beklenen sadece evlerine kapanıp iyi bir anne olmaları değil her türlü sosyal siyasal faaliyetlere katılmak suretiyle, iyi bir toplum oluşturmaya aktif bir biçimde katılmalarıdır. İşte Hz. Aişe bu hareketiyle en azından bunu ilk örneğini sergilemiştir. Her ne kadar siyasi hareketi ile başaramamışsa da ilim ve irşad faaliyetleri ile bu hedefini rahatlıkla gerçekleştirmiş ve son derce de başarılı olmuştur.
Hz. Aişe’nin toplumun ıslahı, gittikçe kötüleşen gidişatın düzeltilmesi adına siyasi işlere katılması, aynı zamanda Müslüman kadının sahip olduğu hukukun sınırlı olmadığını gösteren bir delildir. O kendi hayatıyla Müslüman bir hanımın da erkek gibi dini ilmi içtimai, siyasi, kısaca her türlü dünyevi işi ve vazifeyi başarabileceğini ispat etmiş bilhassa İslam kadınının sahip olduğu hukukun ne kadar yüksek olduğunu, ne derece yükseltildiğini göstermiş ve canlı bir örneği olmuştur. İslam hukukunu Hz. Aişe kurmuştur.
Hz.Aişe’nin, ilme aşırı merakı önemli bilgilere sahip olmasını sağladı. Peygamber Efendimizden aldığı feyzin de etkisiyle İslami esasların öğrenilmesinde dikkate değer bir mevkiye sahip oldu. Kur’an-ı Kerim’i hem tefsir etti, hem de daha iyi anlaşılması gayesiyle şerh etti. İçtihat ve fetvalarıyla müçtehit ve bir fakih olarak kabul edildi. Çok sayıda fetva veren yedi sahabe arasında yer aldı. İslam hukuku dalında yetiştirdiği talebeleri vasıtasıyla, bu alandaki görüşleri ümmetin arasında yayılmış oldu.
Yeryüzünün, hukuk ilmi açısından en zor kısmı “hukuk muhakemeleri” dediğimiz hukukun tarzıdır, hukukun felsefesidir ki; bunun ilk örneğini (hukukun felsefesini, hukukun tarzını, muhakeme usulünü… ilk örneğini) Osmanlılar Mecelle isimli hukuk şaheseri ile yapmışlardır.
Mecellenin temelini atan Hz. Aişe’dir. Bir insan ne zaman suçludur, ne zaman değildir? Suçunu çekmiş yahut af görmüş bir kimsenin hukuki durumu nedir? Bunların hepsi Hz. Aişe’nin eseridir ve Efendimizden sonra, Efendimizin verdiği talimat üzerine İslam Hukukunu bina etmiştir. İslam Hukuku Allah’ın hukukudur ve bunun üzerine bir hukuk düşüncesi ikinci, üçüncü sırada yer alır. Eğer bunu merak eden iyi niyetli, objektif hukukçular varsa, lütfen açıp mecelleyi, İslam hukukunu okusunlar… Diğer hukuklarla mukayese etsinler. Hangisi insanın kalbine, gönlüne, topluma sağlık verir, mutluluk verir? Hangisinde gerçek adalet sağlanır? Hangisi suçluyu ıslah eder? Hangisi insanların toplum gerilimini bozar?
Hz. Aişe, Sünneti Seniyye konusunda başvurulacak kişilerin en önemlileri arasında ilk sıralarda gelir. Çok güçlü bir hafızaya sahip olması ve Peygamber Efendimizin (sav) her hareketini titizlikle takip etmesinden ötürü verdiği bilgiler çok önemlidir. 2210 hadis rivayet etmiştir. Böylece en çok hadis rivayet edenlerin arasında dördüncü sırada yer alır. Rivayet ettiği hadislerin ilgili konuları da çok önemlidir. Mesela; Peygamber Efendimizin aile hayatı, günlük hal ve hareketleri, ahlakı, Veda haccı, Cahiliye dönemi tarihi, kadınlarla alakalı hükümler, ibadetler v.s.’dir.
Aynı imanı taşıyan insanların “müşterek tavır” ortaya koyabilmeleri, günlük işleri belli bir tercihle yapma alışkanlığına bağlıdır. Hz. Aişe validemiz de “Nebî (sav) yemek içmek, abdest almak, elbise giymek, almak-vermek gibi işlerinde sağ elini, bunların dışında kalan işlerinde de sol elini kullanırdı” demekte, Resulullah’ın bizim için örnek olan davranışını belgelemektedir.
Hz. Aişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şeriflerden biri:
“Resulullah (sav.) herhangi bir kişide hoş olmayan bir hale (veya söze) muttali olduğunda, “filana ne oluyor ki şöyle diyor (veya yapıyor)” demezdi; “bazılarına ne oluyor ki şöyle diyor (veya yapıyor)lar” buyururdu.
Hatanın duyurulması ve düzeltilmesinin istenmesi, hatalıyı teşhirden çok daha nazik ve medeni bir usuldür. Bu peygamberimizin insanlığa gösterdiği bir metottur.
Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin vefatından sonra evini ve Medine’yi ilim irfan yuvası haline getirdi. Yıllar boyunca devam eden eğitim-öğretim sayesinde Medine ilim merkezi haline geldi. Buradan kadın, erkek, çocuk her yaş ve kademeden insanlar istifade ettiler. Diğer yandan hac için Mekke’ye gittiğinde çok sayıda insan çadırda ziyaretine gelerek soru sorar ve kendisi de bunlara cevap verirdi.
Siyasi alanda da önemli etkileri olan Hz. Aişe, ilk iki halife zamanında siyasetle ilgilenmedi. Hz. Osman (ra) zamanında özellikle bazı devlet kademelerine, valiliklere yapılan tayinler konusunda kendisine çok sayıda şikayetin geldiği görüldü. Hz. Osman’ın şehit edildiği sıralarda Medine dışında olup yolda öğrendi. Yine Hz. Ali’nin halifeliğini de bu şekilde öğrendi. Bundan sonraki ve özellikle Cemel olayı ile ilgili olarak meydana gelen gelişmeler İslam dünyasında önemli izler bıraktı.3
Hz. Aişe’nin bulunduğu taraf ile Hz. Ali taraftarları arasında cereyan eden bu savaşla ilgili olarak, muhtelif değerlendirmeler yapılmıştır. Ehl-i Sünnet alimleri, bu konu hakkında konuşmaktan sürekli çekinmişlerdir. Ahiret alemine intikal edip ceza veya mükafatla karşı karşıya olan insanlar hakkında ileri geri konuşmayı doğru bulmamışlardır. Bediüzzaman Said Nursi, Cemel Savaşı’nı açıklarken, savaşın nedenini içtihat farkına bağlar. Emirdağ Lahikası’ndaki bir mektubunda konuyu şöyle açıklar: “…Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Çünkü Vakıa-i Cemelde Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (r.a.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip, “Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihat neticesi olduğu cihetle affedilir”4
Bediüzzaman, bu mübarek zatlar arasındaki görüş ayrılığını adalet-i mahza (tam adalet) ile adalet-i izafiyenin (nisbi adalet) mücadelesi olarak yorumluyor. Hz. Ali kendinden önceki halifeler döneminde olduğu gibi beklemeyi, toplumun selameti için ferdi feda etmemeyi savunuyordu. Hz. Aişe ve diğer sahabeler ise, fitne ortamının tam adalete müsaade etmeyeceğini, böyle bir ortamda kişilerden ziyade toplumun menfaatinin önemli olduğunu düşünüyorlardı. Ancak her iki taraf da Allah’ın rızası için içtihat ediyordu. Bediüzzaman, bu sebeple, hatalı olsalar bile herhangi bir tarafın azaba müstahak olamayacağını söyler: “Çünkü içtihat eden hakkı bulsa iki sevap var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihat sevabı alarak bir sevap alır. Hatasından mazurdur.” Dolayısıyla dönemin şartlarını keyfi bir şekilde değerlendirme hakkımız olmadığından, bizlere her biri birbirinden değerli bu sahabeler hakkında hep hüsnü zanda bulunmak düşüyor. Unutmayalım, Resul-i Ekrem Efendimiz, (sav) “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz. “Diyor.
Peygamberimizin çiçeği, Gül sultan, Hazreti Aişe validemizin en çok ettiği dua:
“Ey Allah ‘ım! Ben senden hayrın tamamını, şu anda olanını, geleceğini, bildiğimi ve bilmediğimi talep ederim. Şerrin bütününden, şu anda olanından ve geleceğinden, bildiğimden ve bilmediğimden sana sığınırım. Senden cennet ve cennete yaklaştırıcı söz ve hareketleri isterim. Ateşten, ateşe yaklaştırıcı söz ve hareketlerden sana sığınırım. Senin kulun ve resulün Muhammed’in (sav) senden istediği hayrı senden istiyorum. Kulun ve resulün Muhammed (sav) her neden sana sığınmışsa, ben de aynı şeyin şerrinden sana sığınırım. Senden isteğim, bana herhangi bir işi takdir buyurduğun zaman onun neticesini doğrulukla sona erdirmendir. Ey rahmet edenlerin en fazla rahmet edeni! Bütün bunları rahmetinden talep ederim.”
Yazımızı, Hz. Aişe (Ayşe Hümeyra) validemizin şu sözüyle bitirelim;
“Peygamberlerinden sonra bu ümmette meydana çıkan ilk bela tokluktur. Çünkü, insanlar doyunca bedenleri şişmanladı, kalpleri zayıfladı. Dünya hırsları kabardı.”
Not: Bu yazımı Peygamber çiçeğim, ailemizin çiçeği, Hukuk eğitimi gören kızım Ayşenur’a ithaf ediyorum.
- Yaşadıkları hayatlarla Yıldızlaşan Kadınlar, Hz. Aişe, Mehmet Abidin Kartal, Nev Yayınları, İstanbul, s.32
- Yaşadıkları hayatlarla Yıldızlaşan Kadınlar, Hz. Aişe, Mehmet Abidin Kartal, Nev Yayınları, İstanbul, s.50
3.http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Enstitu&SubSection=EnstituSayfasi&Date=12/1/2000&TextID=38
4.Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası I, Yeni Asya, İstanbul 2008 s. 351
Mehmet Abidin Kartal
www.NurNet.org