Gayr-i Münteşir Bir Mektub (İnebolu Nur Talebeleri)

Candan sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!

            Günleri takib eden gecelerin gelmesi gibi cihanın karardığı bir anda her şey karanlık, cihanın dört bucağını kaplamış, pâyansız bir dehşet içinde bunu biraz fark edenlerimiz şöyle diyor ki: “Bir hakikat doğacak, bir Nur parlayacak.” Amma akla gelmiyordu ki; herşeyi bitmiş halet-i nez’de bir hasta gibi, tam o sırada önce bildiğimiz, sonra söz ile anlatamayacağımız Arş-ı A’zam’dan inmiş Kur’anın tefsiri bir hâzık doktor oldu.

            Onun tercümanı hubb-u câh düşkünü olmadığı, dünyada en mütevazi. Çünki esrar-ı Kur’anın son müfessiri ve nâşiri. Ve sürgün, mahpus, canını hakikat-ı iman ve Kur’an uğrunda fedaya hazır. Evet selefleri aynı akibete giriftar olmuşlar. Evet, nihayetsiz kelimeler deryasını bulup nihayetsiz bir hakikatı ifade etmeğe çalışmak, ön ve ardına sed çekenlere hakikatı göstermek ne ile mümkündür?

            İşitiyorduk, Kastamonu’ya gelmiş. Kitabları matbu’ değilmiş, hükûmetten gizli imiş, basit sözler fakat çok manalı imiş! Evet nasılki Mekke’de Haliliye Mezhebi’ne can atanlar, bir Nur arayanlar Kur’anın hakikat ruhunun nurunu gönüllerde aldılar. Aynen öyle de: Kahraman kardeşlerimiz, çok zorluk içinde bu hakikate talib olmuşlar. Allah’ın hidayetiyle muvaffak da oldular. Elhamdülillahi hâzâ min fadli Rabbî.

            Evet, kıymetli Üstadımız Efendimiz. Zillete batmış, nefsinin kurbanı olmuş, Allah mefhumunu bilmemiş ve yemek içmek ve ezvak-ı âlemin tadını tadıp hayvanî hisleriyle hevesat-ı nefsaniyesine boğulmuş bir kısım bîçarelere ve o zamanki bizlere cihan kadar hayattar, belki bütün bütün vücud kadar kıymettar olan Risale-i Nur imdada geldi.

Bu çok güzel ve kudsî isim müfessiri ve müellifinin kendi kafasından uydurarak veya başkalarının tesiriyle değil olduğunu Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Kur’an-ı Azîmüşşân’ın ve Selef-i Sâlihînin ve ülema-i muhakkikînin haber verdiği bir hakikatın dellâlı, hâdimi ve mücahidi tarafından malım değil; belki âlem-i İslâmın, bütün dünyanın susuz kaldığı bu asırda onun ile teyemmüm edilecek yegâne çare-i necat olarak Kur’anın malıdır ve onun bir mücevherat hazinesidir.

Bir hakikattayız diyen sâlik-i dinin susup susturulup ezildiği, şaşırtıldığı halde bunun tercümanı ise, tek başıyla kaldığı ve hiçlik içinde, kimsesiz, muavinsiz, ihtiyar, hasta, âciz, zaîf, fakir halleriyle susturulup mağlub edilmeyeceği ve edilmediği hakikatta hakikat perdesinin arkasına bakıp, maziyi, hâli, hattâ istikbali izah etmesi ve pâyansız metanet ve cesaretiyle ve her kuvvetli muannid muarızlarını kat’î ve cerhedilmez cevablar ile mütecaviz ve muarız ağızlara tokat vurması, yüz otuz risale eczaları içinde binler kelime-i hârikayı kendi üzerine almaması (ki bir beşerin en mümtaz temayüz ve hakkı budur) bunlardan bile müstağni olması ve bütün hayatını bu hakikata sarfettiği halde kendisine hiçbir hisse vermemesi ve ancak Kur’ana ve Risale-i Nur’a bağışlaması, “Ben onların müflis bir hizmetkârıyım” demesi, âza ihbara göre “Binde bir pâyana erişilmez” dediği bir zamanda, o kudsî Risale-i Nur’un ektiği tohumların sünbülleşip meyve verdiği mıntıkamızda dehşetli muvakkat buhran zamanlarında, Risale-i Nur’un tercümanı kalendercesine, cesurane ve vakurane, mütevazi ve manalı ve nuranî cevabları ve tesellileri Nurculara hakikaten bir ikram-ı İlahî olduğu ve talebelerin istinadgâh-ı hakikîsini bulmuş ve hakikî bir mü’min olduğunu hissetmiş, bilhassa geçmiş günahlarına tövbe ile Nur uğrunda canını feda etmeğe zaman zaman iştiyak hissetmeleri ve arzu etmeleri gibi kudsî muhabbetle hakikî saadeti bizzât hissetmeleri, eğer Peygamber olmasa idi cihan zulmet içinde boğulurdu.

Dünyaya bağırıp ilân ve isbat etmesi. Biz de deriz ey kıymetli ve sevgili Üstadımız: Eğer şimdi Risale-i Nur olmasa idi kıyamet tamam olurdu.

Işıksız mağarada hayat olmaz. Dinsiz dünya yaşamaz. Ölüm insanı yaşatmaz, hayat yaşatır. Yaşayan ölmez, ölen sükût edip hiçe iner. Din varlıktır, Nur’dur, Risale-i Nur’dur. Bugün Risale-i Nur’suz dindarlar, küçük feneriyle yalnız olarak zulümat içinde ilerlemeğe uğraşmak gibidir. Risale-i Nur dairesi ise; perde-i gafleti, tabiatı, maddiyunculuğu zîr ü zeber ettiğinden; Nur güneşinin sönmez ışıkları içinde o cadde-i kübra-yı hakikatte yürütmektir.

            Risale-i Nur dairesi dışında olanlar, evvelce kuvvetli bir ele yapışmış dahi olsalar, bîçare oldukları görülüyor. Din, iman ve Kur’an ve İslâm noktasında bir kısım tarîkat sâliklerinin dikenli berzahlarından daha selâmetli bir caddede çalışan ey sâdık umum kardeşler!..

Bizlere hakikatın nurlu cadde-i kübrasını gösteren, hidayet eden ve Kur’an-ı Azîmüşşan’ın mücevherat hazinelerini bize nasib eden Cenab-ı Hakk’a sonsuz secde-i şükrünü eda ve Üstadımıza ve onun yardımcılarına dua edelim ve diyelim ki: “İlahî ya Rabbî! Bizleri bu hakikat ve hidayet yolundan ve hizmetinden ayırma. Hepimize hüsn-ü akibet ihsan eyle, âmîn!..”

İnebolu ve havalisi Risale-i Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: