Gençlik Ve İhtiyarlığın Mahiyeti

Üstad çok şeyi aydınlattığı gibi: Gençlik ve ihtiyarlığında burada çok net açıklıyor

“Gençliğin mahiyetini bilmeyen ihtiyarlar, gençliklerini düşünüp teessüf ve tahassürle ağlıyorlar. Halbuki gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve keder çeker.

Madem ekser insanlarda gençlik zararlı düşüyor. Biz ihtiyarlar Allah’a şükretmeliyiz ki, gençlik tehlikelerinden ve zararlarından kurtulduk. Herşey gibi, elbette gençliğin dahi lezzetleri gidecek. Eğer ibadete ve hayra sarf edilmişse, o gençliğin meyveleri onun yerinde bâki kalıp, hayat-ı ebediyede bir gençlik kazanmasına vesile olur.

Sonra, ekser nâsın âşık ve müptelâ olduğu dünyaya baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, birbiri içinde üç küllî dünya var: Birisi esmâ-i İlâhiyeye bakar, onların aynasıdır. İkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasıdır. Üçüncü yüzü ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır.

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Adeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin hususî dünyasının direği, kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır, kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umumî dünya gibi daimî zannedip perestiş eder. Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de hususî bir dünyam var. “Bu hususî dünyam, bu kısacık ömrümle ne faydası var?” diye düşündüm. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki:

Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh; ve her gün dolar, boşalır bir misafirhane; ve gelen geçenlerin alışverişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar; ve Nakkaş-ı Ezelînin teceddüd eden, hikmetle yazar bozar bir defteri ve her bahar, bir yaldızlı mektubu ve her bir yaz bir manzum kasidesi; ve o Sâni-i Zülcelâlin cilve-i esmâsını tazelendiren, gösteren aynaları; ve âhiretin fidanlık bir bahçesi; ve rahmet-i İlâhiyenin bir çiçekdanlığı; ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mahiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu surette yaratan Hâlık-ı Zülcelâle yüz bin şükrettim. Ve anladım ki, dünyanın, âhirete ve esmâ-i İlâhiyeye bakan güzel içyüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i istimal ederek fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarf ettiğinden,   (Dünya sevgisi bütün hataların başıdır) hadis-i şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.

İşte, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur’ân-ı Hakîmin nuruyla ve ihtiyarlığımın ihtarıyla ve İmân dahi gözümü açmasıyla bu hakikati gördüm. Ve çok risalelerde katî bürhanlarla ispat ettim. Kendime hakikî bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de ağlamayınız ve şükrediniz. Madem İmân var ve hakikat böyledir; ehl-i gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın.” Lem’alar,

Lügatçe;
tahassür: Hasret çekme, özlem; elde edilmesi istenen ve ele geçirilemeyen şeye üzülme– ehl-i kalb: Kalb ehli olanlar, kalbiyle mânevî terakkide bulunanlar– ehl-i huzur: huzur sahipleri, her an Canab-ı Hakkın kendisini gördüğünü ve denetlediğini bilenler– ticaret-i uhreviye: ahirette kazanacağı işler yapmak– sû-i istimal: Bir şeyi kötüye kullanma–iffet: Nâmus, temizlik, helâle râzı olup haramdan kaçınmak–takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak–küllî: Bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün– mezraa: tarla– ehl-i gaflet: Gaflete dalanlar, habersiz ve dikkatsiz olanlar, Allah`a ve emirlerinde aldırış etmeyenler– mel’abegâh: Oyun yeri– perestiş: Aşırı bağlılık, tapar derecesinde sevme, mükemmel sevgi– muvakkat: geçici, fani– Nakkaş-ı Ezelî: Zaman ve mekânla kayıtlı olmayan ve herşeyi nakış nakış işleyen Cenâb-ı Hak– teceddüd: Tâzelenme, yenilenme– âlem-i beka: Sonsuzluk âlemi, ahiret alemi– rica: ümit.

Paylaşan: Abdulkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: