Hadiselerle nasıl konuşulur?
Risale-i Nur, 24. Mektup’ta şöyle diyor Üstad Bediüzzaman;“Nasıl ki bir mahir sanatkâr, kıymettar bir elbiseyi murassa ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı, layık olduğu bir ücrete mukabil model yaparak, kendi sanat ve maharetini göstermek için o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir.
Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o sanatkâra desin: “Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?” Aynen öyle de, Sani-i Zülcelâl, her bir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemâlât-ı sanatını göstermek için her bir şeye, hususan zîhayata, duygularla murassa bir vücut libasını giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i esmasını gösterir. Her bir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemâl, bir lezzet, bir feyiz veriyor.”
Bu dersi okuyunca anladım ki, insan bir modeldir; başımıza gelen hadiseler de, birer elbise gibidir. O elbiseyi giydiren Allah’tır. Esmaü’l Hüsna’nın tecellileri de o elbiselerin şeklidir. Mesela Allah bana, “hastalık” modelindeki elbiseyi giydirmiş. Bir başkasına “fakirlik” elbisesini, diğerine “zenginlik, mal-mülk” elbisesini, öbürüne “annelik-babalık” elbisesini, başka bir şahsa da “evlatsızlık” elbisesini giydirebilir. Bunların hepsi birer imtihandır…
Kâinat kitabını okumayı çok severim. Pek çok sorumun cevabını kâinat kitabında arar bulurum. Mesela bir arıya, sineğe, örümceğe bakıyorum; mimarların, mühendislerin sanatı verilmiş bu küçücük yaratıklara; hepsi harika işler başarıyorlar. Böylesine küçük yaratıklar, böylesine işlere sevk olurken, insan kendisini başıboş zannedemez. Çünkü insan, yeryüzüne atılmış bir paçavra değildir. İnsanları yaratan Allah, her insana bir vazife vermiştir. Başımıza gelen imtihanlar, bizi olgunlaştırır; kaderin istediği yere sevk eder…
Her şey bir şey için, bir gayeye hizmet etmek için yaratılmıştır. Bu sebepten o hadiseyi hemen yorumlamak yerine sabırla beklemek lazım… Bakalım, sonunda ne olacak? Çünkü hayatımdan biliyorum; hastalanıp da felç olunca, başta psikolojim bozulmuştu. Amma sonra Allah içime öyle bir çalışma şevki koydu ki, çalışmaktan hastalığımı unuttum. Öyle zamanlar oldu ki, neredeyse hastalandığıma sevindim. Eğer hastalanmasaydım, dedim, kim bilir şimdi nerede dolaşıyor olacaktım. Fakat Allah beni bu küçük odaya koydu, ne işin var dışarılarda; otur, tahkiki imana hizmet et, dedi. Baş üstüne Allah’ım, dedim. Yani Allah’ın bana giydirdiği elbiseden çok memnunum, böylece hayatım güzelleşiyor…
Şimdi bu gibi imtihan süreçlerinden geçen arkadaşları görünce, ister istemez içimden “maşallah” diyorum, imanlı kimseymiş.
Bu sebepten sıkıntılı ve problemli zamanlardan geçenlere diyorum ki, “Kardeşim İslam’a hizmet edene, İslamiyet’in dertlerini kendine dert edinene Allah şefaat eder, başka dertler vermez, süfli dertlerinden kurtarır. Sadece rahatını düşünenlere Üstad, ‘tenperest’ derdi. ‘Kısa ömürde, kısa dünyada, ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem cennet dava edeyim, olmaz böyle şey!’ derdi.”
Mademki her şey bir nizam içindedir; biz de o nizamın bir parçasıyız. En büyük nimet İslamiyet’tir. Onun kıymetini bilirsek, dünyamız cennet olur…
Hekimoğlu İsmail
2013-01-12
Zaman Gazetesi