Hak Acı da Olsa Hakkı Söylemek Lâzım
Tarih boyu derin devlet diye anılan iç ve dış mihraklar tarafından islâm âlemine ve bilhassa milletimize reva gördükleri istibdat ve ihaneti 15 Temmuz 2016 günü “FETÖ” Fetullahçı Terör Örgütünü kullanarak alçak planlarını bu milletin üzerinde tatbik etme teşebbüsünde bulunulmuştur.
“FETÖ” olarak kamuoyunda bilinen Fetullahçı terör örgütü üzerinde bugün bir algı operasyonu yürütülerek yaş ve kuru bir arada yanıyor. Hak acıda olsa hakkı söylemek lâzım.
Bugün Resmi kurumlarda çalışanların çoğu tedirgin acaba bir iftiracının iftirasına maruz kalmayacağı endişesi hâkim. Keza, ayni endişeyi vatandaşlar da taşıyorlar. Yaşlı, genç, hasta… kim olursa olsun yeter ki biri “FETÖ”cü damgasını vurabilirse….
Artık herkes birbirine şüpheyle baktığı ve güvenin olmadığı bir ortamdayız. Oysa yanlışlık yapılabilir, yeter ki pişmanlık kapısı kapalı olmasın. Bugün bu kadar fazla kamu çalışanları gözettim altına alınarak hepsini suçlu görmek; suçsuzlara bir gadir olmaz mı? Devlet şefkat ellini uzatarak gerçekten bunların içerisinde masumlar varsa bir’an evvel serbest bırakılmalarını sağlayacak bir çalışma beklenilmektedir.
Aksi durum devam ettiği müddetçe güvensizlik hâkim olur. Çünkü bir kişiye yapılacak bir haksızlık bütün topluma yapılmış bir şiddet ve hakarettir. Yanlış anlaşılmasın “FETÖ” örgütü ile iftiracıların iftirasına maruz kalanları birbirinden ayırmayı vurgulamak istiyorum. Yoksa “FETÖ” örgütü masum değildir. Cezanın en ağırı ile cezalandırılmaları belki mukteza-i hâldır.
Bir örnekle konuyu kapatmak istiyorum: Dâhiliye Nezâreti, o sıra Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Beye bir şifreli telgraf çeker: “Kazanın dâhilinde bulunan bilumum Ermenileri 24 saat zarfında yola çıkaracaksınız, bunların sevk edileceği istikâmet Suriye’dir. Şifrenin alındığının acele bildirilmesi” emredilir.
Kemal Bey kaza hudutları içindeki Ermeniler’in tehcirini emreder ve bizzat uygulamaya girişir.
Mondros mütârekesinden sonra İtilaf devletlerinin baskısıyla Dâmad Ferit hükümeti, Ermeni tehcirinde suçlu gördükleri yöneticileri Divân-ı Harbe sevk eder. Bunlardan biri de idealist vatansever Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’dir. Hayret Paşa başkanlığında kurulan mahkemede, beliğ bir savunma yaparak şöyle der:
‘!.. savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzerine kurbanlar verilmesi bir siyâset icabı sayılıyorsa bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa her hâlde bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir”.
M.Kemal bey, Boğazlıyan Kaymakamı iken“Ermeni tehcirinde vazifesini kötüye kullanarak ölümlere sebep olduğu gerekçesiyle” 10 Nisan 1919 tarihinde Beyazit meydanında asılır.
Kemal Bey sehpâda halka dönerek son sözünü söyler:
“Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum…”
Daha sonra masumiyeti anlaşılan M.Kemal bey için Türkiye Büyük Millet Meclisi 14 Ekim 1922’de çıkardığı özel bir kânunla “Milli Şehit” olarak kabul etti.
Tarihe bakıldığı zaman elbette birçok darbe ve isyanlar olmuştur. Darbenin faili ile darbeden masum insanlar ayni kefede mütalaa edilmiş masum insanlar da suçlu gibi görülmüştür. Bediüzzaman’ın buyurduğu üzere: “Zaman büyük bir müfessirdir;” Birçok insanlar başta suçlu görünmüş daha sonra suçsuz olduğunu zaman ispat etmiştir. Kemal bey gibi milli şehit olarak tarihe geçmişlerdir. Önemli olan itidal-i dem ile hareket edip suçsuzlar- suçlular gibi ayni platformda muhakeme edilmesin.
Konumuz “FETÖ” ve onun yaptığı hıyanet ile alakalı olduğu için tekrar kirli emellerine dönmek istiyorum: Fetullah Gülen’nin dürüst olmadığını, Risale-i Nur cemaati tâ 1970’li yıllardan beri basiretiyle anlamış ve o tarihten beri Risale-i Nur cemaatiyle ilişkisi kestirilmiştir.
Hatta bu konu ile alakalı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 24 Ağustos 2016 tarihli ve 428 sayılı kararı 25 Ağustos 2016 günü Resmî Gazete’de yayınlanmış.
Şöyle ki: “1970’li yıllara kadar Yeni Asya grubu içerisinde yer alan Gülen, bu tarihten sonra İzmir Kestanepazarı Kur’an kursunda görev yaptığı dönemde çevresinde bulunan arkadaşları ile müstakil hareket etmeye başladı” şeklinde karar kamuoyuna açıklanmıştır.
Türkiye, 15 Temmuz darbesi gibi ağır bir darbeyi atlattığı için Cenab-ı Allah’a şükür ve hamt ediyoruz. Milletin milli iradesi ile bu darbe girişimi âkîm kaldı. 15 Temmuz milletin zaferi olmuştur.
Rüstem Garzanlı
07.09.2016