Herkesin Bediüzzamanı..

Bediüzzaman Said Nursi zamanımızda etkisi gittikçe artan bir İslam alimidir. Herkes Bediüzzaman Said Nursi’de kendince ilginç bir taraf bulur. Herkes kendi penceresinden üstadı sever..

Beni her zaman kendisine hayran bırakan tarafı onun o akıl almaz analitik zihni ve İslam’a duyduğu özgüvendir. İslam bilginlerinden İmam Gazali’de ve Fahruddin Razi’de de benzer analizci yöntem ve özgüvenin başarıyla kullanıldığını görüyoruz. Bediüzzaman da bir konuyu araştırıyorsa, bize sunduğu geniş bilgi ve entelektüel alan içinde konunun tek bir ayrıntısını bile dışarıda bırakmaz. Sistematize eder, ana ve alt başlıklara ayırır, daha alt bölümlerle kılcal damarlarına iner. Bediüzzaman, Gazali gibi metodik yöntemi kullanan o harikulade yeteneği sayesinde bizi kendi hedeflediği sonuca varmaya adeta mecbur eder. Kendinizi kaptırırsanız yöntemi, üslubu ve analiz yeteneği size muhtevayı unutturabilir.

23 Mart 1960’ta aramızdan ayrılan Said Nursi’nin vefatının üzerinden uzun bir zaman geçti. Arkamıza dönüp de “Ondan geriye ne kaldı?” diye sorduğumuzda zengin bir bilgi ve düşünce mirası ile imrenilecek bir mücadeleyi buluyoruz. Ancak miras henüz açılmış, yani keşfedilmiş değildir. “Keşif” sözcüğünü kullanıyorum, çünkü aydın çevrelerin ve genç Müslüman nesillerin onu yeterince tanımadıkları bir gerçek. Bediüzzaman’ın bize bıraktığı miras hakikaten çok zengin ama kolayca harcanabilir. Bugüne kadar yapılageldiği gibi politik ve grup önyargılarından hareketle eğer mirası harcamayıp yerli yerinde kullanacak olursak bunun hayli besleyici bir miras olduğunu anlarız. Onu samimiyetle izleyen, eserleri uğruna acılara ve zorluklara katlanan öğrencilerine, sayısız şakirde, meçhul kahramana minnet borcumuz var.

Bediüzzaman’da gözlediğimiz önemli bir özellik, onu geleneksel İslam tefekkürüne ve ilimlerine olan derin vukufiyetidir. Kuşkusuz modern zaman Müslüman aydınının pek yabancısı olduğu söz konusu vukufiyet, kendinden ibaret kalsa büyük bir anlam ifade etmeyecekti. Buna yaşadığı çağı iyi tanıması, olaylara tanıklık etmesi ve Batılı düşünce ve bilimsel akımlardan yeterince haberdar olması özellikleri de eklenince Said Nursi’de ender bir mükemmellik şeklinde tezahür eder. Son iki yüzyılda İslam dünyasının sorunlarına çözüm arayan diğer Müslüman düşünürlerle mukayese edildiğinde Said Nursi, özel bir yetenek, farklı bir kişilik profili ortaya koyar.

Herkes gibi Üstad da kendi çağının ve İslam dünyasının sorunları üzerinde düşündü. Onun sorunlar üzerinde düşünme tarzının diğerlerinden bazı farklılıklar gösterdiğini tespit ediyoruz; onun teşhisi diğerlerinden farklı. Ona göre ekonomik ve teknolojik gelişmenin doruğuna ulaşan Batılı toplumlarda hakim düşünce materyalizmdir ve onların maddî kalkınmasını transfer etmek isteyen ülkelerde bu işlem ilk etkilerini bu alanda gösteriyor. Bediüzzaman, İslam’ın güç ve enerjisinin Batı’dakinden “daha iyi bir medeniyet“i ortaya çıkaracak kadar potansiyel varlığa sahip olduğuna inanıyor, ama onun hareket noktasını “medeniyet sevdası” teşkil etmiyor.

Şunu da biliyordu ki Müslümanların ve İslam dünyasının iç enerjisi tükenmek üzereydi; çünkü insanlar çoğunlukla farkında olmaksızın İslam’a olan inançlarını kaybetmişlerdi. Şu halde teşhisi doğru koymak gerekirdi ve bu sorunlar askeri, ekonomik, politik, ahlakî ve toplumsal da gözükse sonunda gelip “iman” meselesinde toplanıyordu. Geçmişte Müslümanlara şan ve şeref kazandıran, onlara büyük devletler ve medeniyetler kurduran bu büyük iman gücüydü. Bugünse Müslümanlar kendi öz varlıklarına karşı inançlarını ve özgüvenlerini kaybetmiş bulunmaktadırlar. Yapılması gereken iş İslam dünyasına ve Müslümanlara imanlarını iade etmek olmalıydı.

Bugün bile İslam dininin hakikatinden habersiz çoğu aydın çevre için bu teşhisin hayati değeri anlaşılabilmiş değil. Ama Bediüzzaman, 19. yüzyıl kalkınmasının kendine özgü kültürel, tarihî ve maddî temellerden koparılarak İslam dünyasına aktarılması durumunda katı bir pozitivizme ve materyalizme dönüşeceğini doğru tespit etmişti. O, yeni bir uyanışın peşindeydi. Belki de ilk habercilerden sayılır.

Bugün şu gerçekten eminiz, maddî kalkınmanın arkasında belli bir ruhsal ve entelektüel uyanış yatar. İslam dünyasında da uyanışın özünü oluşturan tevhid inancıdır.

Ali BULAÇ

(Zaman Gazetesi)

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: