İbrahim Kalın ‘Ben u Sen’de konuştu

26-27 Ekim tarihleri arasında Cigerhun kongre merkezinde uluslararası Diyarbakır kongresi yapıldı.

Tarih, Toplum ve Ekononi, etrafında şekillenen bu kongrenin, 130 Akademisyenin tebliğ sunduğu sempozyumun açılışını konuşmasını Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Doç.Dr.İbrahim Kalın yaptı.

Birkaç protokol konuşmalarından sonra asıl konuşmacı olarak  konuşan Kalın, özetle şunları dile getirdi;

“Muhterem katılımcılar ben sizinle sohbet etmek istiyorum. Sohbet, Sahabe, Ashab kavramları aynı kökenden gelir. Sohbet, molog değil, diyalog da değil, bir hal, bir anın paylaşımıdır.

Müsaadenizle “Ben, öteki ve ötesi” adlı kitabımı size özetmeye çalışacağım. Tabi “Ben u Sen” salonunda bu kavramları anlatmak da ayrı bir keyif veriyor.

Malum kültürümüzde “Kendini bilen Rabbını bilir.” denilmektedir. Kimisi hadis diyor, kimisi hikmetli bir söz, kimisi de kelamı kibar diyor.

Kadim Mısır’da “Kendini bil” kavramı var,

Eflatun çalışmalarında yine “Kendini bil” kavramı var,

Yine Eflatun’un hocası Sokrates, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”

Peki “Ben” kavramı o kadar büyütülecek bir şey mi acaba? Aslında ben bütünün bir parçası olunca bir anlam ifade ediyor. İslam metafiziğinde ben bütünün bir parçası olarak dile getirilir.

Mesela ben olsam da olmasan da benim dışımdaki dünya yaşıyor; dünya dönüyor, güneş doğup batıyor, kuşlar ötüyor.

Ben tasavvuru ötekinin varlığını icap ediyor. Burada önemli olan ben ile öteki arasında bir bağ kurabilmektir. Ben bir epistemik tekebbüre sebep olmaz, olmamalıdır tam tersine tevazu oluşturur. Bu konuda iki uç yaklaşım var; burada biri ötekisini şeytanlaştırıp, yok saymak, kendi içinde absorbe edip eritmek, diğeri ise “farkımız yok” diyerek kendini yok saymak. Bu iki düşüce de doğru değildir.

Önemli olan ben ve öteki arasında yararlı bir beraberlik kurup birbirini besler hale getirebilmektir. Bu da ancak ötesi ile bir bağ oluşturduğunuz zaman olabiliyor, işiniz kolaylaşıyor. Başka türlü ben ve öteki arasında sık sık tartışma, tantana ve haset çıkar ve hayatın tadı kaçar.

Kadim Mısır medeniyeti, Mezopotamya’dan beslenmiştir, Çin medeniyeti başka  medeniyetlerden yararlanmıştır, İslam dini dahi yaşamış medeniyetler üzerinde mükemmele doğru bir yaşam biçimi oluşturmuştur.

Kişi olarak, millet olarak, kökünüz üzerinde şahsiyetini koruyarak öteki ile birlikte olma yollarını aramalıyız.

Endülüs İslam medeniyeti dahi bir çok kültür ve medeniyeti nasıl da mecz ederek, yaşanır bir medeniyet oluşturduğunu görüyoruz.

Bir süreliğine kendimizi yok sayarak başkasını taklit etmeye çalıştık, savrulduk, dengemiz bozuldu.

Hz.Mevlana’nın dediği gibi pergelin bir ayağını sabit tutarsak, kendimizle barışık olup, yetmiş alemi tasavvur etmeye, sey ru tamaşa imkanımız olur.

Dolayısıyla kendi modellerimizi, kendi hikayelerimizi  yazmamız yazdığımızı yaşamaya çalışmamız lazım. Türkiye artık bu gün kendi coğrafyasıyla, kendi insanı ile tanışıyor, tarihi ile barışıyor, hikayeleri ile yaşamaya alışıyor.

Hikaye kavramı maalesef bir az tahfif edilmiş durumda, halbu ki “Tahkiye” edebiyatta bir sanattır, ve hikaye edilmemiş bir olayın yaşama şansı kalmıyor.

Kimisine göre köklerimize bağlanmak özgürlüklerimizi kısıtlar, halbuki kökü sağlam olmayan bir ağaç uzayamaz.  Köklerden ve göklerden yararlanmayan bir ağacın büyümesi mümkün değildir.

Ağaç göklerden gelen nurdan yararlanarak yaşamını sürdürdüğü gibi bizimde İlahi öğreti diyebileceğimiz vahiyden yararlanmamız lazım, ki buna ötesi diyoruz.

Ben ve öteki baş başa kalırsak ötesi ile irtibatımızı koparırsak, aramızda tartışma, çekişme, haset ve kavga çıkar. Ama ötesine bağlı yaşarsak hayatımız kolaylaşır.

Ötesi ile irtibat sağladığımız zaman öteki ile irtibatımız, ben ve öteki arasında karşılıklı yarar üzerinde ilerleyecek.

Ben öteki ve ötesini bir araya düşündüğümüz zaman önümüz açılacak, zor gördüğümüz sorunların çözümü kolaylaşacak.

Ne yazık ki düşünmeyi kaybettik, tefekkür kavramından uzak kaldık, öyle bir hale geldik ki internet dünyasında elde ettiğim malumatla bilgi ve hikmet sahibi olduğumuzu sanıyoruz.

Halbuki hikmet, bir şeyin neden var olduğunu düşünmektir. Dikkat buyurursanız Kur’anın kıssaları hikmet dolu en nitelikli hikayelerdir. Mevlana bu hikaye tarzını Mesnevi’de gayet güzel kullanmış.

Kur’anı kerim bir emir telaki etmişse önce neden emir edildiğini ya da yasaklaması gerektiğini ortaya koyar.

Zihin dünyamız daha dünyayı tasavvur edecek düzeye gelmedi, ama gelecek on yılda inşallah kendi hikayemizi oluştururuz, gelecek nesillere ufuk açıcı masallar yazacağız diye düşünüyorum. Bunu da elbirliği iş birliği içinde hep birlikte inşa edeceğiz.” Diyerek konuşmasını tamamladı.

Devlet aklının tecelli ettiği Külliyede Cumhurbaşkanımızın en yakınında bulunan birisinin bu bakış açısına sahip olması beni ziyadesiyle mutlu etti.

Aynen İbrahim Kalın beyin dediği gibi vahyin ortaya koyduğu hakikatten bağımsız yaşamaya çalışan, kişi, kavim ve oluşumların bakış açısı güdük kalır, bodur kalır, sonun ve sıkıntılara çare çözüm üretmekte yetersiz kalır kanaatindeyim.

Selam ve dua ile…

Eyüphan Kaya

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: