İhlâsı kıran sebepler
İhlâs, genel olarak herkeste vardır. Yalnız kalite noktasında ihlâs değişir. Örneğin, Bir ibadettin “Yüzde doksanı Allah için; yüzde onu ise insanlar için yapıyorum” dense, bu bir riyakârlık olur. Cenab-i Allah bu batıl ihlâsı kabul etmez. Bundan dolayı ihlâs çokluk olarak bölünmeyi kabul etmiyor. Ya tamamdır veya hiçtir, yani yüzdesi yoktur. Yüzde yüz Allah için olan bir amelin kuvveti kişinin iman derecesine göre değişir.
Aynı pınarın suyunu içen, ayni havayı teneffüs edenler arasında bazen münakaşa ve ihtilaf çıkıyor. Sebebini sorsan? “Bir şey yoktur”, derler. O zaman ihlâssizlıktan, riyakârlıktan, makam sevgisi, siyaset ve ticaretten başka hiçbir şey olamaz.
Bedîüzzaman Hazretleri ihlâs risalesinin başında: “Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı” diye önemli bir uyarı yapmış.
Peki, okuyor muyuz? Yüksek bir sedâ ile hayır!.. Başta dediğim gibi ihlas parçalanmayı kabul etmez. Parçalanınca hizmet ve amelde de aksamalar olur. Adâvet ve hüsûmete kapı açılır. İhlâssızlık sinsi bir hastalık gibi yavaş yavaş kalbe yerleşir, ondan sonra Üstadın istediği “Muhabbet fedaileri” değil; “adâvet ve hüsûmet fedaileri” oluyoruz.
Üstad Hazretleri İhlâs Risâlesinin iki hususunu mealen şöyle nazara veriyor: Biri halkın; bir diğeri ise hakkın tarafı. Eğer halkın tarafı tutarsak, o zaman adavet ve hüsûmet kaçınılmaz olur.
Eğer Haktan yana hareket edilirse araya adâvet ve husûmet giremez. Çünkü hakem ve sorgu sahibi Hak’tır. O zaman ihlâsı da, hakkı da kazanmış oluruz.
Bedîüzzaman Hazretleri,İhlâs Risâlesinde, hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerimizi tenkit etmemeyi ve gıpta damarını tahrik etmemeyi ısrarla vurgu yapmıştır. Demek ki, öncelikle kişi kendini sorgulamalı; başkasını sorgulamamalıdır.
Bedîüzzaman: Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmemiz gerektiği ve kardeşlerimizin nefislerini şerefte, makamda, hattâ maddî menfaatte nefsimize tercih etmeyi emretmiştir.
Bunun aksini düşünürsek ne olur? Diye bir soru aklıma geldi. İşte o zaman gene adâvet ve hüsûmet başlar. Demek ki “Âmelde rıza-i ilâhî” düsturu önde olmalıdır, yoksa yersiz şikâyetlerin önüne geçilmez olur. Halk arasında amiyane bir tabir var: “ Dertte bizim, derman da bizim”, içimizde sebepleri aramalıyız. Yoksa hadim-i Kur’ânın dellâlı Beddîüzzamânı küstürmüş oluruz.
“Evet, Risâle-i Nur şakirtlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmâre bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı itham etmem. Risâle-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefis ve hevâ ve his ve vehim bazen aldatıyorlar. Onun için bazen şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefis ve hevâ ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.”1, diyen, Bedîüzzamânı dinlemeliyiz.
Hülâsa: Büyük bir imtihandayız. İhlâs ve uhuvveti nefsimizin havasına feda edip kırmayalım. İhlâs Risâlesini sık sık okuyalım. Cenab-ı Allah’ın Hak ismine dayanarak hakkı hakem kılalım. Vesselâm…
Rüstem Garzanlı
19.07.2017
Dipnotlar: 1- İhlâs Risâlesi: 170.