İnsan Kendi Vazifesini Bilip Allah’ın Vazifesine Karışmamalı
Allah’ın vazifesi denilince, insanlara düşen vazife gibi anlaşılmaması lâzımdır. İşârat-ül İ’caz’ın 167. Sahifesindeki temsile bakarak bu durumu şöyle izah edebiliriz. Nasıl ki, müşrikler (haya) kelimesini Cenab-ı Hakk’a isnad ederek kullandıkları için, Kur’an’da da aynı kelime Allah (C.C.) için kullanılmaktadır. Aynen öyle de, mevzuumuz olan vazife manası insanların vazifeleri ta’dad edilirken mezkûr belâgat kaidelerine uygun olarak (Vazife-İlâhiye) tabiri kullanılabilmektedir. Buna, belâgatça (Müşâkelet ve Müşâbehet) denilmektedir.
Cenab-ı Hak
1- Hayatı veriyor ve besliyor,
2- Neticeleri halkediyor.
İşte bu neticeler Risale-i Nur Külliyatında …
1- Kesret-i etba,’ 2- Fazla muvaffakıyet, 3- Halkı toplamak, 4- Halka kabul ettirmek, 5- Hayırlı neticeleri vermek, 6- Nurları okutturmak ve talebeleri çalıştırmak, 7- Galib etmek, mağlub etmek, 8- Revaç vermek 9-İnayetlere mazhar etmek, 10 -Nurların intişarı, 11- Muarızları kaçırmak, 12- Hidayet vermek, 13- Hüsn-ü te’sir vermek, 14- Teveccüh-ü nâsı kazanmak şeklinde sıralanabilmektedir.
Vazife-i İlâhiyeye karışmak, sû-i edebdir, ubûdiyete münafidir.
VAZÎFE-İ İLÂHİYYE’YE KARIŞMAMALI!
“Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve Vazife-i İlahiyeye karışmamalı. Her şeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. ” (L:133)
KESRET-İ ETBA’, FAZLA MUVAFFAKIYET; VAZÎFE-İ İLÂHİYE’YE AİTTİR !
“Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakıyet ile değildir. Çünki onlar Vazife-i İlahiyeye ait olduğu için istenilmez; belki bazan verilir. Evet bazan bir tek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünki bazan bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlahîye medar olur. Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir” (L:152)
HALKI TOPLAMAK, KABUL ETTİRMEK; CENAB-I HAK’KIN VAZİFESİDİR
“Ey sevaba hırslı ve a’mal-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bazı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. ” (L:152)
iNSAN, HAREKETİNDE RIZA-YI İLÂHİYİ DÜŞÜNÜP, VAZÎFE-İ İLÂHİYE’YE KARIŞMAMALI !
“Ubudiyetin esası olan acz, fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı İlahînin rahmet kapısını çalmak lâzım geldiğini; hem her amelde bir ihlas ciheti olduğundan, insan hareketinde rıza-yı İlahîyi düşünüp, Vazife-i İlahiyeye karışmamasıyla a’lâ-yı illiyyîne çıkacağını yol gösteren mühim bir mes’eledir.” (L:393)
MUVAFFAKIYET VE HAYIRLI NETİCELERİ VERMEK, VAZÎFE-İ İLÂHİYE’DİR
“Meşakkat derecesinde sevabın ziyadeleşmesi cihetinde, bu şiddetli hale şükretmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i imaniyeyi ihlasla yapmağa çalışmalı; Vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve hayırlı neticeleri vermek cihetine karışmamalıyız.” (Ş:482)
NURLARI OKUTTURAN VE TALEBELERİNİ ÇALIŞTIRAN VAZÎFE-İ İLÂHİYE’YE KARIŞMAM !
“Madem emsalsiz bir tarzda, çok ağır şerait altında, pek çok muarızlar karşısında bu derece Nurlar kendilerini okutturuyorlar.. talebelerini hapiste çeşit çeşit suretlerde çalıştırıyor, perişaniyetlerine inayet-i İlahiye ile meydan vermiyorlar; biz bu dereceye kanaat edip şekva yerinde şükretmekle mükellefiz. Benim bütün şiddetli sıkıntılara karşı tahammülüm bu kanaattan geliyor. Vazife-i İlahiye’ye karışmam.” (Ş:518)
Paylaşan: Abdülkadir Haktanır