İslam Medeniyetinde İnsan Tasavvuru

Birçok medeniyette olduğu gibi İslam Medeniyeti’nin de merkezinde insan vardır. Hatta denilebilir ki İslam Medeniyeti, kendisinden sonraki medeniyetlerin birçoğuna bu anlamda tesir etmiştir. Bu tesirin izlerini diğer medeniyetlerin insanı algılama ve anlamlandırma biçimlerinde bulmak mümkündür. 

Her konuda olduğu gibi İslam’ın insana bakış açısı da mutedildir yani aşırılıklardan uzak bir tarz-ı telakkiye sahiptir. Mesela ne Hümanizm gibi insanı kutsama hatasına düşer ne de Hedonizm gibi insana sadece hayvani ve nebati yönüyle bakar. İnsan odaklı bir medeniyet olan İslam Medeniyeti’ne göre insan; her şeyden önce muhatab-ı İlahidir, yeryüzünün halifesidir, en şerefli mahlûktur, nazik nazenin ve nazdar bir misafir-i Rabbanidir, en harika ve antika bir sanat-ı İlahiyedir. 

İnsan kâinat sarayındaki muazzam saltanata sahip bir sultan gibi olup hayvanlar ona hizmetçi kılınmıştır. Bitkiler, insanın dünya denilen evinin süs eşyaları, yıldızlar semayı süsleyen birer mum, güneş onu ısıtan bir soba ve baş döndüren güzelliklere sahip olan kâinat sarayını temaşa etmek için birer lamba vazifesini görüyor. Bahar mevsimi Habib’in mahbubuna sunduğu bir çiçek misali en değerli varlık olan insana onun yaratıcısı tarafından insana takdim edilen bir deste gül… Yaz mevsimi ise nimetlerin en bol olduğu bir dönem olarak Allah tarafından insana sanki bir ziyafet sofrası… Dağlar –başka birçok hikmetleri ile beraber- insanın dünya denilen evinin birer su depoları olup anlamsız birer taş yığını değillerdir. 

İslam Medeniyeti’ne göre kâinatta her şey insana musahhar edilmiş yani hizmetine sunulmuş ve bütün mevcudat/mahlûkat onun imdadına koşar, hizmet eder ve bundan nihayetsiz bir zevk alır.
Zira kâinat insan ile özellikle ehl-i iman ile pek alakadardır ve ondan/ona hizmet etmekten memnundur. Hayati öneme sahip olan nimetlerin bol ve ucuz yaratılması yine insana ve onun hayatına verilen değere bir örnektir. 

Beşeri anlamda İslam Medeniyeti’nin kurucu ismi olan Hz. Muhammed (sav) “insanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir”sözüyle de insanın insana değer vermesine ve hizmet etmesine dikkati çeker. İslam Medeniyeti’nin temel kaynağı olan Kur’an’ ın en güzel ve en mükemmel temsilcisi olan Hz. Muhammed (sav)’in hayatı da insana değer ve şeref veren örnek uygulamalarla doludur.

Nitekim “biz insanı en güzel bir surette yarattık”(Tin/4) ayeti de insana verilen değerin ilahi bir onayı mahiyetindedir. İslam Medeniyeti’nin insan tasavvuru daha çok insana verilen değer üzerine inşa edilmiştir. Ancak yukarıda bütün ifade edilenlerle beraber İslam’ın insana bakış açısını Batı Medeniyetindeki hümanist algı ve anlayış ile karıştırmamak gerekir. 

İslam Medeniyeti’nin hararetli savunucularından birisi olan M. Akif Ersoy’un “ bir insan hem hakkını hem de haddini bilmelidir” sözünden hareketle Batı düşünce geleneğinde insana kutsallık atfeden bakış açısı, İslamî bir değer taşımamaktadır. Zira Batı Medeniyetinin insan tasavvurunun temelini oluşturan Hümanizm’e göre insan her şeyden üstündür, insan her zaman haklıdır, üstünde bir otorite ve güç yoktur, her şey ona hizmet etmek zorundadır, onun menfaati her şeyin önündedir gibi pragmatik ifadeler ve insan kutsal bir varlıktır gibi ilahi sınırları zorlayan inanışlardan anlaşılıyor ki Batı Medeniyetinde insan hakkını bilen ancak haddini bilmeyen bir profile sahiptir. 

Batı Medeniyetinin insan tasavvurunda insanın insanlığa hizmet etmesi, hamiyet ve gayret sahibi olması gibi önemli bir ilkenin göz ardı edilmiş olması, bireysel çıkarları önemseyen/önceleyen yani şahsi menfaatini toplumun menfaatinin önünde tutan bir bakış açısına zemin hazırlamıştır. Hâlbuki Bediüzzaman’ın dediği gibi “kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir, Kimin himmeti nefsi ise o insan insan değildir”

İslam Medeniyetinde insana atfedilen birçok değer ve şerefle beraber insana birtakım sınır ve çizgiler de belirtilmiştir. İnsanın bu sınır ve çizgilere uymaması halinde hem maddi hem manevi müeyyideler/cezaî yaptırımlar uygulanmıştır. Çünkü haram ve günah çizgisi gibi İslam’daki sınırlar, özelde insanın genelde toplumun can, mal ve namus güvenliğini sağlamak amacına yöneliktir. Dolayısıyla İslam’a göre bir insan, sınırını yani haddini de bilmelidir. 

İslam Medeniyeti, insanın özgürlüğünü de helal dairesinde kabul eder. Zira insan özgür bir varlık olmakla beraber abdullahtır yani kulluğun şuurunda olarak helal dairesinde yaşamak zorunluluğu vardır. Zaten “helal dairesi geniştir. Keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” 

İslam Medeniyeti, toplumun maddi ve manevi huzuru için birtakım değerler sistemi kurmuştur. İnsandan bu değerler doğrultusunda bir hayat yaşaması istenir. Böylece istikametli bir hayat tarzına sahip olur ve ifrat ile tefrit gibi aşırılıklardan kendini muhafaza etmiş olur. Neticede her gün yaklaşık kırk defa namazda Rabbinden niyaz ettiği sırat-ı müstakimde yaşamış olur. Sırat-ı müstakim orta yoldur ve aşırılıklardan uzaktır. Din ve değerlere de en uygun olandır. İslam Medeniyetinin de insandan istediği ve beklediği budur. 
İslam Medeniyeti’ne göre değerlerden yoksun bir yaşam tarzı insanın huzuru olumsuz etkiler ve neticede insanın hem Allah hem kul nazarında değer kaybına uğramasına sebebiyet verir. Adalet, iffet, şecaat, hikmet vefa, hayâ, sadakat ve dürüstlük gibi insan hayatı açısından hayati öneme sahip olan değerler yaşandıkça bireysel ve toplumsal birçok dertlere deva, problemlere çare ve sorulara cevap bulunmuş olacaktır. Böylece insan hak ettiği değeri/yeri bulmuş olacaktır. 

İslam Medeniyeti, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettiği ölçüde insana bir kıymet biçer. Zira din-i mübin-i İslam’ın en gerçek mümessili olan Hz. Peygamber (sav) veda hutbesinde üstünlüğün ölçüsünün takva olduğunu beyan eder. Takva vesilesiyle Rabbine yaklaşan yani din ve değerlerine göre bir hayat hassasiyetine sahip olan bir Müslüman diğer insanlardan daha üstündür. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki insanlık İslam’a ve İslam’ın değerlerine her zamankinden daha muhtaç bir dönemi yaşamaktadır. Ancak şu var ki bu ihtiyacı Müslüman olmayan insanlara hissettirebilme için biz Müslümanların İslam’ı elden geldikçe aslına uygun olarak en güzel bir şekilde temsil etmeye çalışmalıyız. Zaten bizler doğru İslam’ı ve İslam’a yakışan doğruluğu hayatımız ile izhar edebilmek sair dinlerin tabileri bile akın akın İslam’ a gelip onunla müşerref olacaklardır. İslam medeniyetinin cihana hâkim olduğu yıllara dönebilmek için en önemli görev Müslüman’a düşmektedir. Bu bağlamdaki en ciddi problem ise İslam’ı temsiliyet sorunudur. Rabbim bizleri İslam’ı en güzel bir tarzda temsil eden hakiki kullarından eylesin. Âmin…

İbrahim Yardım/Doktora Öğrencisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: