İstidat Ve Kabiliyetlerimiz

İstidad ve kabiliyetlerimizin müsaadesi, feyze ve verime mazharetin bir şartıdır. Mesela bir tanker su getirdik, içinde otuz ton su var. Ama musluğun kabiliyeti bir parmak ise, su o kadar akar. İşte kabiliyetler, fiilleri böyle kayıtlar ve kısıtlar. İstidatların, kabiliyetlerin kaydına başka bir misal: Kavak ağacı yaşken işlersen, kuruyunca çatlar. Söğüt de öyledir, çünkü o ağaçlarda kabiliyet yok. Onun için mobilya ustasının işine ya abanoz veya kestane ağacı yarar. Şimdi o ustanın atölyesine işlenmek üzere ormandan bir kavak gelse ve “Efendim ben irademle geldim, benden bir büfe yapmanızı rica ediyorum. Mobilyacı kavağın istidatını ve kabiliyetini bilir ve der ki: “İradeni tebrik ediyorum. İraden ve azmin hoş amma, senden olursa ancak üzüm kasası olur, istiyor musun?” İşte istidatlar böyledir. Fakat her istidatın da, kemale gotürecek bir seyr-i sülûku vardır.

Sonra, herkesin mes’uliyeti Allah’ın ona vermiş olduğu istidatla ölçülür. Yaradılıştaki kapasite nisbetinde mes’ul olur. Ancak bizler elimizden geldiği kadar istidatlarımızı inkişaf ettirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü, istidatlarda inkişaf ederek yükselme kabiliyeti vardır, fakat her mahluk, her müstaid bu azami mertebeye çıkamaz. Mesela, mevcud mimarların hepsini bir torbaya koy, sık içinden bir tane Mimar Sinan çıkar mı? Maamafih herkes az çok kendi istidat ve kapasitesini bilir.

Ey Risâle-i Nûr Talebeleri, mazhar olduğumuz istidat tezgahlarında, bu istidadlarımızı ve bu kabiliyetlerimizi inkişaf ettiremezsek çook mes’ul oluruz. Aşağıda münderiç misalleri görünce bunu çok iyi anlamamız lazım. Bakın ne dersler alıyoruz. Hem de, ümidini kesme, insandaki bu kabiliyetler tâ sekerata kadar tekâmül ederler. Kazandığımız tahkiki imanımızla, ikan ve iz’an  inkişaf ettikçe, bu hakikatleri kabul ve tasdik kabiliyetimizle kapasitemiz  de o kadar artacaktır.

Şimdi bu “Ehemmiyetli istidad” mevzuunda toplanmış, Üstadımızdan yapılan nakillleri okuyarak dersimizi pekiştirelim ve birbirimize duaları artıralım.

Çünkü, bugün dini mes’elelerden bahseden kimse mevzuunu ya Ayeti Kerime, ya Hadisi Şerif veya Ayet ve Hadislere dayanıp bu zamanın ihtiyacına cevap veren Risale-i Nur ile te’yid edecek, yoksa feni çok lerlediği yaşadığımız bu zamanda, dini mes’elerde fikir yürütmek kuru felsefeden başka değildir.

Bakın yukarıda bahsettiğim istidad’la ilgili mes’eleri Üstadımız nasıl izah ediyor:

İNSANA ÇOK EHEMMİYETLİ İSTİDATLAR VERİLMİŞ, TEHDİTLER EDİLMİŞ

1-  “İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidad ona verilmiş. Ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı, o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehdidler edilmiş.”  23. Söz: 329

RUHUMUZDA EKİLEN VE RAKAMLARA SIĞMAYAN İSTİDATLAR VAR.

            2-  “Evet Cenab-ı Hak tarafından mükerrem kılınan insanın cevher-i ruhunda ekilen ve rakamlara sığmayan istidadlar var. Bu istidadların altında, hesaba gelmeyen kabiliyetler var. Ve bunlardan neş’et eden hadde gelmeyen meyiller var. Ve bunlardan husule gelen gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat var. İşte bunların herbirisi haşr-i cismanînin arkasındaki saadet-i ebediyeye, şehadet parmaklarını uzatarak gösteriyorlar.” İşârat-ül İ’caz: 55

           TANELERİN NEŞV-Ü NEMÂ BULMASI İÇİN, BİR SUYA MUHTAÇTIR!

            3-  “Fıtrat-ı insan bir mezraa hükmündedir ki, secaya-yı hasene temayülat-ı şerriye ile beraber, taneler gibi dest-i kaderle içinde ekilmiştir. Bu taneler neşv-ü nema bulmak için bir suya muhtaçtır. Hevadan gelse, şer taneleri neşv-ü nema bulur. Şimdiki şu medeniyet-i habisenin heyet-i içtimaiyeye verdiği tesir gibi… Fıtraten -çendan- hayır ciheti galibdir, fakat sünbüllenmiş, semere vermiş on çekirdek, yüz değil bin kurumuş çekirdeğe galebe eder. İşte şunun çaresi: O bâb-ı fitneyi kapatmakla, suyu Hüda tarafından vermek lâzımdır.” Tuluat: 86-8

İSTİDAD-I HAYATIMIZI, HAYVAN GİBİ LEZZET-İ MADDİYEYE SARFETMEYELİM!

            4-  “Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatınız; yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefs etmek, ayıb olmasın, batn ve fercin hizmetine mi münhasırdır? Yahut zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde dercedilen şu nazik letaif ve maneviyat ve şu hassas âza ve âlât ve şu muntazam cevarih ve cihazat ve şu mütecessis havas ve hissiyatın gaye-i yegânesi; şu hayat-ı fâniyede nefs-i rezilenin, hevesat-ı süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasırdır? Hâşâ ve kellâ! Belki vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gaye-i idhali, iki esastır:

            Biri: Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin bütün nimetlerinin herbir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, şükür ve ibadetini etmelisiniz.

İkincisi: Âleme tecelli eden esma-i kudsiye-i İlahiyenin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz. İşte bu iki esas üzerine kemalât-ı insaniye neşv ü nema bulur. Bununla insan, insan olur. İnsaniyetin cihazatı, hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna bak:

            Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermaye-i ömür ve istidad-ı hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarfetmeyiniz. Yoksa sermayece en a’lâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednasından elli derece aşağı düşersiniz.”

Sözler: 126-127

RUH-U BEŞERDE EKİLEN TOHUMLARIN NEŞV-Ü NEMÂ BULMASI …

            5-  “Sual: Diyorsun ki teklif, saadet içindir. Halbuki ekser nâsın şekavetine sebeb, tekliftir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?

            Cevab: Cenab-ı Hak verdiği cüz’-i ihtiyarî ile ef’al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeğe insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedîa olarak ekilen gayr-ı mütenahî tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı. Evet nev’-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun manen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkîh eden yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tekliftir; hayat veren, peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemalât-ı vicdaniye ve ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı.” İşârat-ül İ’caz: 163-164

KALB ÇEKİRDEĞİNİN İSLÂMİYETLE İSKA EDİLİP İMANLA İNTİBAHA GELMESİ

            6- “Kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil eder. Ve Vâhid-i Ehad’den başka merkezinde bir şeyi kabul etmiyor.

            Ebedî, sermedî bir bekadan maada bir şeye razı olmuyor. İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek  kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.” Mesnevi Habbe: 117

HAZRET-İ ÂDEM (A.S.) CENNET’TE KALSAYDI, İSTİDAD-I BEŞERİYE

 İNKİŞAF ETMEZDİ !

            7-  “BİRİNCİ SUALİNİZ: Hazret-i Âdem’in (A.S.) Cennet’ten ihracı ve bir kısım benî-âdemin Cehennem’e idhali ne hikmete mebnîdir?

            Elcevab: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netaicindendir. Eğer Hazret-i Âdem Cennet’te kalsaydı; melek gibi makamı sabit kalırdı, istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sahibi olan melaikeler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlahiye, nihayetsiz makamatı kat’edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melaikelerin aksine olarak mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla Cennet’ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Âdem’in Cennet’ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem’e idhalleri, haktır ve adalettir.” 12. Mektub: 42

FÂNİ MAL, NASIL BEKÂ BULUR ?

8-  “Çünki Kayyum-u Bâki olan Zât-ı Zülcelal’e verilen ve onun yolunda sarfedilen şu ömr-ü zâil, bâkiye inkılab eder, bâki meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, âdeta tohumlar, çekirdekler hükmünde zâhiren fena bulur, çürür. Fakat âlem-i bekada, saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve Âlem-i Berzah’ta ziyadar, munis birer manzara olurlar.”

  1. Söz: 27

FÂNİ ÖMRÜN BÂKİLEŞMESİ …

9-“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.” 4. Söz: 21

FÂNİ ÖMRÜMÜZÜ, BÂKİ ŞEYLERE SARFEDERSEK, BÂKİ KALIR !

            10-  “İ’lem Eyyühel-Aziz! Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdud, ömrünün günleri ma’dud ve her şeyin fânidir. Öyle ise, şu kısa, fâni ömrünü fâni şeylere sarfetme ki, fâni olmasın. Bâki şeylere sarfet ki, bâki kalsın. Evet yaşadığın ömürden dünyada göreceğin istifade ancak yüz sene olur. Bu yüz sene ömrünü yüz tane hurma çekirdeği farzedelim. Bu çekirdekler iska edilip muhafaza edilirse, ilâ-mâşâallah semere verecek yüz tane ağaç olur. Aksi takdirde ateşe atıp yakmaktan başka bir istifadeyi temin etmez. Kezalik senin o yüz senelik ömrün de, şeriat suyu ile iska ve âhirete sarfedilirse, âlem-i bekada ilelebed semerelerinden istifade edeceksin. Binaenaleyh semeredar yüz tane hurma ağacını terk ve yüz tane çekirdeklerine kanaat ile aldanırsa, o adam, Hutame’ye (cehenneme) hatab olmaya lâyıktır.” Mesnevi: 182-183

FÂNİ, KISA ÖMRÜNÜZÜ, BÂKİ UZUN YAPMAK İSTER MİSİNİZ ?

            11-  “Ey insanlar! Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü; bâki, uzun, faideli, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i Hakikî’nin yoluna sarfediniz. Çünki Bâki’ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur. Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır ve madem bu fâni ömrü, bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek. İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. “Lillah, livechillah, lieclillah” rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.” 3. Lem’a: 17

NETİCE: İNSANIN İSTİDADLARI HADSİZ OLUP, ÂHİRETTE İSTİDADLARI

SÜNBÜLLENMEYE DEVAM EDECEK …

12- “Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet insanın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzeddir. Mahiyeti âliyedir, öyle ise cinayeti dahi azîmdir. Sair mevcudata benzemez. İntizamı da mühimdir. İntizamsız olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fena-yı mutlak ile mahkûm olamaz, adem-i sırfa kaçamaz. Ona Cehennem ağzını açmış bekliyor. Cennet ise ağuş-u nazdaranesini açmış gözlüyor.” 29. Söz: 525

Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: