Kar Duası mı? Hangi Yüzle?

Yıllar önceydi. Belki de 20-25 yıl kadar geçti. Beykoz’umuzun büyük camilerinin birinde, nükteli ve anlamlı vaazlarıyla meşhur, H.Mehmet Karaahmetoğlu hoca efendiyi dinliyordum. Her vaazından sonra çok duygu yüklü dualar eden hocamız, o gün herkesi çok şaşırtmıştı.
 
“AMİN” diyerek vaaz sonrası duaya başladı ve 3-4 dakikalık duadan sonra “..Ya Rabbi bizlere, senin “İRCİIİY” (yani artık bana dön) emrine muhatap olduktan (yani öldükten) sonra, arkamızdan bol bol Kur’an okuyan nesiller nasip eyle” dedi.

Gümbür gümbür “AAAMİİİİN” seslerinden sonra hoca dua etmeyi kesti ve ellerini indirdi. Şaşkın şaşkın bakışan cemaate müşfik bir ses tonuyla: “Sizler bu duaya HANGİ YÜZLE amin diyorsunuz? Bu duaya amin demeye hakkınız yok ki! 200 000’e yakın nüfusu olan Beykoz ilçemizde az sayıda Kur’an kursu olduğu halde, kurslarımız bomboş.

Anadolu’dan gelen garibanlarla idare ediyoruz. Sizlerin çocukları nerede? Kur’ansız bir nesil yetiştirdiğinize göre, HANGİ YÜZLE bu duaya amin diyorsunuz? Kendinize geliniz! Bugün bana kızın, darılın, üzülün ama kendinize gelip tedbirinizi alırsanız, yarın çok sevineceksiniz…” 
 
Evet, o günkü duanın sonrası böyle sitem doluydu. Kızanlar da oldu, etkilenenler de oldu. Namaz sonrası homurdananlar da olduğunu duydum, fakat sadece o gün, yüze yakın kişinin evlatlarını kurslara yazdırdığını öğrendiğimde, çok sevinmiştim… 
 
Aradan belki çeyrek asır geçti. Bugün bile, son 3-4 seneden beri yürütülen KUR’AN ÖĞRENME SEFERBERLİĞİ devam ettiği halde, cami cemaatinin (!) % 50-55’i hala Kur’an okumasını maalesef bilmiyorlar. Bu konu gerçekten çok önemli olduğu halde, bugünkü konumuz KAR DUASI olduğundan, bu anekdotu sadece girizgah olarak arz etmiş oldum.

Maksadım, bu girizgaha dikkat çekerek, sizlerle birlikte “ACABA BİZLERİN KARDUASI YAPMAYA YÜZÜMÜZ VAR MI?” sorusuna cevap aramaktır. Fakat bu sorularımız, asla kar duasına ilk çıkan masum Yozgat’lı ve Nevşehir’li kardeşlerimize değildir, hepimizedir… 
 

 Anlaşılması zor olan konuların, kolayca anlaşılması için misal ve örneklemeler, Kur’ani ve edebi bir prensiptir. Ben de bu prensiple hareket ederek, önce bir misal arz edeceğim: 
 
{Yoksul ve sefalet içinde olan bir bölgeye, multimilyoner, hayırsever ve çok cömert bir zenginin belediye başkanı olduğunu düşününüz. Tüm halkı ırgat olduğu halde, başkan o beldedeki bütün arazilerin bedellerini ağalara ödeyerek, herkesi gayrimenkul sahibi yapıyor. Herkese traktörler, çeşit çeşit ticari araçlar, biçerdöverler, esnaf için de işyerleri ve gerekli tüm malzemeleri de ücretsiz hibe ediyor. Çevredeki akarsuları, susuz evlere sağlıklı tesisatlarla bağlıyor.

Kısacası insanlığın refahı için ne gerekiyorsa, halkına lüzumlu her şeyi eksiksiz bağışlıyor. Halktan ve sadece mükellef olanlardan beklentisi ise her gün muayyen saatlerde mahalle muhtarlığına uğrayarak, teşekkür ve memnuniyet izhar etmektir. Bir de huzur ve mutluluğun devamı için, belediyeden ilan edilen tebliğleri iyi takip ederek, harfiyen uygulanmasıdır…  Pek tabiidir ki ilk aylarda herkes çok-çok memnun olduğundan, istisnasız olarak o belediye başkanının taleplerini yerine getiriyorlar ve her gün teşekkür ve memnuniyetlerini izhar ediyorlardı.

Yıllar geçtikten sonra ise çoğunluk sefahate dalmış, tebliğlerin hiç birini uygulamaz olmuşlar. Hatta belediye başkanını bile tanımaz olmuşlar. Belediye başkanı, kendisine reva görülen bu nankörlüğe ikaz mahiyetinde, önce sularını kesmiş. Evlerinde, bahçelerinde ve tarlalarında susuzluktan mahsulat kurumuş, pislikten hastalıklar ve salgınlar başlamış, her şey tersine dönmeye başlamış. Halk, sularının KİM tarafından evlerine ve tarlalarına pompalandığını, o zaman hatırlamış ve başkana bir heyet göndermeye karar vermişler.

Fakat yıllardan beri, başkanın kendilerinden isteklerini yerine getirmediklerinin de utancıyla ve reddedileceklerini bildiklerinden ve bunu da hak ettiklerini anlamışlar. Bunun için de kesinlikle yapılması gerekenin, önce başkanın tebliğlerini ve ilk yıllardaki şartlarını, herkes tarafından uygulanmaya başlanmasına ve daha sonra, özür dileme heyeti oluşturarak, başkana müracaata karar vermişler. Başkanın ikazının doğru algılandığı ve gerekenin de yapılmasıyla orada huzur ve mutluluk yeninden başlamış…}  
 

Evet, misali ve örneklemeyi birçoğunuz çözmüş olabilir, ancak ben yine de kısa bir açıklama yapacağım. Kainatın Yüce, Gani (mutlak zengin) ve Cömert yaratıcısı olan Allah c.c., insanoğlunu 5-10 değil, yüz binlerce çeşit nimetlerle donatmış. Hayat kaynağı olan oksijeni burunlarına dayamış. Her türlü nimetlerden istifade etmemiz için akıl, göz, dil, burun v.d. teçhizatlar hibe etmiş. Muhtaç olduğu KAR ve suyu da okyanuslardan bulutlara yükleterek, bağ, bahçe, tarla, baraj, akarsı ve göllerine sürekli boşaltmaktadır. İnsanoğlundan ise sadece “kendisine, günde BEŞ kez minnet ve teşekkür etmelerini” istemiş. Sosyal yaşantıları için de bazı prensipler bildirerek, bunlara da uyulmasını emretmiş… 

Peki, bütün bu cömertçe ikramlara karşılık insanoğlu bugün, O Yüce Yaratıcının istek ve emirlerini nasıl karşılıyor? İnsanların %kaçı, bu emir ve istekleri yerine getiriyor? Manzara hiç de iç açıcı değil! Yukarıdaki örnekte olduğu gibi ve gönderdiği prensiplerde (Kur’anda) “Eğer şükrederseniz, nimetimi arttırırım. Eğer nankörlük ederseniz, azabım çok şiddetli olur” şeklinde ikaz edildiği için, belki de ilk ikaz olarak KAR ve SUYUNU KESİYOR veya kısıtlıyor. Bu ikazlar başka ülkelerde SEL, deprem, HORTUM, tsunami, SAVAŞ, bela, AIDS, fırtına, KASIRGA, hastalıklar v.s. gibi belki farklı şekillerde olabiliyor… 
 

Bizler bu idrak içinde; öncelikle kendi ülkemizdeki ihmallerimizi, hatalarımızı, eksiklerimizi, isyanlarımızı v.s. yanlışlarımızı düşünerek, önce kendimize bir çeki düzen verdikten sonra, Yüce Yaratıcımızın isteği doğrultuda yaşamaya karar vermeliyiz. O yüce Kudrete karşı bir istekte bulunabilmemiz için, elbette YÜZÜMÜZ olması lazım. Aksi halde, yani O’NDAN c.c. bir şey istemeye yüzümüz yoksa eğer, bu kuraklık yıllarca da sürebilir. Gereğinin yapılması arzu ve dileklerimle… 
 
TAC: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar.” (Enfal, 8/25) ..Çünkü, dünya bir sınav yeridir… 
 
“..Bir toplum kendinde olan (iyi) durumu değiştirmedikçe (bozmadıkça), hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez… (Nimetler ve güzellikler devam eder)” (Ra’d S., 11. A.)
A. Raif Öztürk

Sende yorum yazabilirsin