Kimlerin şefaat hakkı vardır?
Mü’min bir kardeşimiz, “Peygamberler ve salih kulları şefaatçi yapmak yerine, doğrudan şefaati Allah’tan istemek daha uygun olmaz mı?” diye bana soru tevcih etti. “Elbette meraka mucip ilmi ve dinî meselleri araştırmak, öğrenmek ve bilgi sahibi olmak güzel bir şeydir,” dedim. Tabiî her mesele gelişi güzel herkesten sorulmaz. “Ben âlim değilim amma Risale-i Nur’dan aldığımız ders, Kur’ân ve hadislerin ihbarıyla şefaatın hak olduğu, yardım ve inayet ise Allah’tan olduğunu” söyledim.
Ayrıca şu misali de verdim: “Size zarar vermiş biri, hatasından pişmanlık duyup affını ya bizzat veya başkasının tavassutu ile istese, onu affeder misiniz, affetmez misiniz?” O da, “İşin durumuna göre, istersem affederim,” dedi. İşte güncel dünya meselelerinde şefaat olduğu gibi, âhirete taalluk eden konularda da bir nevi aracı, yani şefaatçi kullanılabilir. Konu şefaat üzerinden açılmışken, biraz daha meseleyi açma gereğini duydum.
Şefaat Nedir ve Nasıl Gerçekleşir?
Şöyle ki:
İslâmî itikada göre, âhiret gününde bir kısım günahkâr mü’minlerin affedilmeleri ve itikadı olan mü’minlerin yüksek mertebelere çıkmaları için, başta Peygamberimiz (asm) ve diğer peygamberler ve salih zatların Allah’tan niyazda bulunarak şefaat istemeleri haktır.
Kur’ân tefsircileri tarafından, şefaatle alâkalı yirmi dört âyet tespit edilmiştir. Meselâ, “Allah’ın izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir?” (Bakara Sûresi, 255). Bu âyette, Allah’ın izni olmadan kimse şefaat edemeyecektir. Demek ki, izni olursa şefaat edebilecektir. Keza, “O’nun izni olması müstesna, şefaat edecek yoktur.” (Yûnus Sûresi, 3). Bu âyette de Allah’ın izni dairesinde şefaat vardır ve hak olduğunu ispat ediyor. Yalnız razı olduğu kimselere şefaat edilecek, razı olmadığı kimselere şefaatin fayda vermeyeceği ifade edilmiştir.
Şefaatte melekler, peygamberler, salih müminler, Allah’ın izin verdiği süre içinde af ve niyazda bulunabilirler. Cenâb-ı Allah, başkasının vesilesiyle muamele etmesinin başında, yine O’nun rahmeti görünüyor ve O’na şükür ediliyor. Yani hikmet sahibi Allah, birçok icraatını sebepler dairesinde yürütüyor. Sebepleri yaratan da, çalıştıran da Allah’tır. Nasıl ki Allah, güneşi zemin yüzünün aydınlanmasında bir sebep göstermişse, öyle de Allah, bazı mümin kullarını mânevî ikramlarına vesile kılmıştır.
Demek ki, bütün peygamberler, asfiyâlar, salih kullar, Allah’ın izni ile âyet ve hadislerin ihbarıyla başkasının şefaatine vesile kılınmıştır.
Salih Kimselerin Şefaat Yetkisi
Bölgemizde, Bediüzzaman Said Nursî hazretleri ile mektuplaşmış, Bediüzzaman’ın duasına nâil olmuş, tarikat şeyhlerinden fâzıl, kâmil ve âlim Şeyh Muhammed Fudayl el-Zokaydî, bir bayram gününde Çayırlı Köyü’nde müritlerin bulunduğu bir ortamda dindar bir gençten söz açıldı. Şeyh hazretleri, hadis-i şerife dayanarak, “Kıyamet gününde dindar ve salih olan biri, aynı aileden kırk ceddine kadar şefaatçi olabilir,” dedi.
Bir salih mü’min, kendi ailesinden kırk ceddine kadar şefaatçi olabiliyorsa; sahih hadislerin ihbarıyla ulü’l-azm peygamberlere vekâleten secdeye varıp, “Kaldır başını, şefaatın kabul oldu” (Müslim, İman, 326, 327) diye, umumi şefaat hakkına sahip, Makam-ı Mahmud derecesine çıkan Hazret-i Muhammed (asm)’ı şefaatçi etmek aynı haktır.26
“Yâ İlâhî ve yâ Rabbî! Bizi Hazret-i Muhammed (asm)’a lâyık ümmet ve âhiret gününde onun şefaatine nâil eyle… Âmîn.”
29.06.2025
Rüstem Garzanlı