Kitaplar Okundukça Yaşar…

Kitaplar okundukça yaşar. Okunmayan kitap ölmüştür. Yaşamanın ölçüsü faydalı olmaktır. Kitaplar bizi ömür boyunca yalnız bırakmayan, faydalı olan gerçek dostlarımızdır. İnsanın gerçek dostu kitaptır. Okuruna dostça hizmet eder, hayatı daha çekilir kılar, insanı insana yaklaştırır.. İyi bir kitap, hiç bir yan etkisi olmayan tek ilaçtır. İnsan beyni okuyarak beslenir ve bilgiler güçlenir. Okumayan insan cahildir. Olaylara farklı pencerelerden bakamaz. Kullanılmaya müsaittir. Okuyan insanların farklı bakış açıları vardır. Olayları değerlendirirken mukayese yaparlar. Kelime dağarcıkları yüksektir. Bilgi edinme istekleri vardır. Kitap okumak, düşünceleri besler ve güçlendirir. Tıpkı bir pusula gibi insana yol gösterir.

Türkiye’de ilk kez 1964’te, Kasım ayının son haftası kutlanan Kütüphane Haftası, Türk Kütüphaneciler Derneği kararıyla 1971’den bu yana her Mart ayının son Pazartesi günü başlayan hafta kutlanıyor. Kütüphanelerin ev sahibi kitaplardır. Kütüphaneleri ziyaret edenler, kitaplarla görüşürler. Onları okuyarak sohbet ederler, dost olurlar.

Kitap sevgisi ve okuma alışkanlığının çocukluk döneminde kazanılması gerekir. Burada anne ve babalar yanında okulların rolü çok büyüktür. Okumanın faydasını saymakla bitiremeyiz. Çocukluk sonrası gençlik döneminde de okumanın sayısız faydaları vardır. Gencin kendini tanıması, yeteneklerini keşfetmesi ve dünyaya doğru ve sağlıklı bir göz ile bakması kitaplar sayesinde çok daha kolay olacaktır. Başarılı olan gençlere bakın merak eden, okuyan ve araştıran kişilerdir.

Yapılan araştırmalar, herhangi bir konuyu, mesleği öğrenmenin, ve edinilen bilgilerin kitap okuma ile sağlandığını ispatlamıştır. İlimlerin gelişmesi bir sonraki devirlere aktarılması kitaplarla olmuştur.İlk okuldan, üniversiteye hatta hayatımızın sonuna kadar kitaplar okuyarak kendimizi geliştiriyoruz, belli konularda, mesleklerde uzmanlaşıyoruz. Tıp ve Hukuk alanında eğitim görenlerin, uzmanlaşanların en fazla kitap okuduklarını söyleyebiliriz.Tıp ilminin bugünkü seviyelere gelmesinde, İbn-i Sina’nın, Biruni’nin yazdığı tıp alanındaki kitapların önemi inkar edilemez. Ortaçağ’da İbn-i Sina demek, tıp demektir. Onun “Tıp Kanunu” kitabı batıda altı yüz yıl, hekimlik alanının baş kitabı sayılmıştır. Tıp Kanunu batıda  en çok basılan kitap olmuştur. İbn-i Sina, bu kitabında kendinden önce gelenlerin buluşlarını toplamakla kalmamış, kendi gözlemleri ve bulgularıyla tıbbı zenginleştirmiştir.

Eserler, kitaplar yazarsanız unutulmazsınız. Yazarsanız, ölseniz bile unutulmazsınız.

Yazmak, sonsuzluğa mektup atmak gibidir. İbn-i Sina, Biruni,  Mevlana, Bediüzzaman ve yazdıkları eserleriyle iz bırakan ilim admları, yazarlar unutulmuyorlar. Kitaplarıyla yaşıyorlar. Unutulmayan yazarlar topluma, insanlığa maddi ve manevi katkıları olan şahsiyetlerdir.

Kitap, aynı masada oturup sözünü, düşüncesini, ekmeğini bile paylaşmayacak insanları buluşturur. Kişiler ve toplumlar arasında gözle görülmeyen köprüler kurar. Okuyana, bir başkasının dünyasını anlama, paylaşma ve empati yapma gücü verir.

Doğruyu öğreten kitaplar, insanlığın geleceğine ışık tutan birer güneştirler. Bilmediklerimizi öğretirler, doğruyu, iyiyi, güzeli bulmamıza yardım ederler. Kitap okumak, ilmin göstergesidir. Kitap okumak, azmin, sabrın ve öğrenme isteğinin göstergesidir.

İnsana sunulan değerler arasında en önemlilerinden biri şüphesiz kitaptır.Aklımızın dili olan düşüncelerimize en anlamlı cevapları ve yorumları kitaplarda buluruz. Kitap okunmak içindir .Kitaplar okundukça yaşar.Okunmayan kitap süstür.

Okuma, okuyucunun okuduğunu anlamaya uğraştığı, anladıklarını ve bilgilerini birleştirerek yeni manalar ortaya koymaya çalıştığı, okuyucuyla yazar arasındaki bir görüş alış-verişidir. Okuma safhasında yazılar zihinsel kavramlara çevrildiği, anlamlandırıldığı için okuma zihnin gelişimine en büyük katkıyı sağlayan öğrenme alanı olarak görülmektedir Okuma insanların yeni kelimeler öğrenmesini, yeni düşünceler kazanmasını, yeni hayaller  kurmasını, geliştirerek ufkunu genişletmesini ve derinleştirmesini sağlar. Öğrenme, büyük oranda, okumayla gerçekleşir. Okuma alışkanlığı olmayan ve okuduğunu anlayamayan öğrencilerin derslerinde başarılı olması, yeni deneyimler kazanması beklenemez. Okuma becerisinin bu öneminden dolayı toplumdaki iyi eğitim almış olan bireyler için “İyi okumuştur.”, iyi eğitim almamış olan bireyler için ise “Okumamış.” ifadesi kullanılır olmuştur.

İnsan olmanın birinci şartı okumaktır. Okumamanın mazereti yoktur. Çünkü Rabbimiz “Oku!” emrini, okuma bilmeyen bir kuluna verdi. O kul ki kullar içinde en seçkini, en üstünü ve en güzeliydi. Ama “Oku!” emrine muhatap olduğu zaman, okuma-yazma bilmiyordu. Bilmemek mazeret değildi. Çünkü insan okumak üzere yaratıldı. Okumak için akıl yeterdi ve okumak şarttı. Okumadan olmazdı. Demek ki okumak tek manaya gelmiyordu.

İnsanların bildiklerini, öğrendiklerini kitaplara yazması ilk insanın yaratılmasına dayanır.. İlk insan Hz. Adem’e Allah tarafından Cebrail gönderilerek iman bilgileri, dini bilgiler emredildi. Kendisine kitap gelip, lüzumlu bütün ilimler dahil, fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik bilgileri de öğretildi. Allah tarafından  gönderilen son kitap Kur’an-ı Kerim de kainatın yaratılmasına sebep olan, ferid-i kevnü zaman olan Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’e gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim hiçbir harfi değiştirilmeden günümüze kadar ulaşmış ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Allah’ın vahiyleri asırlara, insanların seviyelerine, ortadaki sosyal, kültürel ihtiyaçlara göre farklılık arz eder. Bu sebepledir ki, 100 sayfa, dört büyük kitap ve 124.000 peygamber gönderilmiştir.  Eğer bu farklı ihtiyaçlardan olmasaydı, Hz. Adem (as)’e gönderilen sahifeler kıyamete kadar devam edecekti. İnsanlık camiasının gelişmesine ve ihtiyaçlarına paralel olarak, farklı sahife ve kitaplar gönderilmiştir.

Kur’an, en son kitap olarak ve bütün vahiylerin temel esaslarını içine alan kapsamlı bir vahiydir. Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğramaması onun  mucizevi yönüdür. Çünkü Allah, “Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız. ”  (Hicr suresi 9. ayet) buyurmaktadır.

Kur’ân’ın inmeye başladığı anda gelen ayetlerde ‘Oku’ emri iki kere tekrarlanmıştır. Elbette her iki emir de tekrarın ötesinde manalar içermektedir Şöyle ki, bizler iki büyük kitapla karşı karşıya bulunmaktayız ve iki kitabı okuyup anlamakla yükümlüyüz. Onlardan ilki Kâinat Kitabı ve ikincisi ise İlâhî Kitap Kur’ân’dır. Her iki kitap da, insanı Yüce Allah’ı tanımaya götüren açık delil ve belgelerle doludur. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alakdan/aşılanmış bir yumurtadan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak suresi 1-5 ayetler)

Bediuzzaman Said Nursi, Rabbimizi bize tarif eden 3 külli muarrif var, bunlar “Kainat, Kuran ve Rasulullah (sav) olarak belirtiyor. Tevhid’in üç temel değeri olan kâinat, Kur’an ve Hz. Peygamber arasında önemli bir bağlantı vardır.

En başta, Allah’ın bir sanatı, eseri ve kâinatın tefsiri olarak Kur’an vardır. Kur’an’ın bir tasviri ve tefsiri ise Hz. Muhammed’dir (sav). Kâinat kitabı ise varlık âleminin kendisidir. Bu büyük kitabı insan en iyi şekilde Kur’an-ı Hakim’in ve Hz. Peygamberin kılavuzluğunda anlayabilir. Kur’an varlık âleminin gerçeğini anlatırken, Peygamberimiz (sav) ise en güzel bir öğretmen olarak karşımıza çıkar.

 Kur’an Kainat kitabını okuyor.

“Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim(sürekli okuyalım). Evet, söz odur ve ona derler…”

Güneş ışığı ile dünyamızı aydınlatıyor, ısısı ile dünyamızı ısıtıyor ise, Kur’an da manevi bir güneş olup gönül dünyamızı aydınlatıp, fikir bahçemizi ışıklandırıyor. Bize hem dünyada hem ahrette şaşmaz ve şaşırtmaz rehberlik yapıyor.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle Kâinat büyük bir mesciddir. Yedi gök, yer ve bunların içindekiler Allah’ı tespih eder; O’nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Bu mescidi anlaşılır kılan ise Kur’an’dır.

Kur’an, insanı ve kainatı anlamayı kolaylaştırır. Her okumada, insana ve Kâinata dair daha önceki okumadan farklı sırlar önümüzde açılır. O’nu okuyan, Allah’ın hikmetle yarattığı sayısız güzelliği, fark eder ve şuur kapısından içeriye girer.

Bütün bilimler, kâinattaki düzenin şahididir ve onu anlamaya çalışır. Bu açıdan kâinattaki bütün gerçekler Esma-i Hüsna’nın, Allah’ın isimlerinin bir yansımasıdır. Bediüzzaman Said Nursi, kâinattan bahsederken birçok benzetmeler kullanır, “bir sergi,” “bir tarla,” “bir misafirhane” , “bir saray” ve “bir kitap” gibi… Risale-i Nur’da “sıfat-ı Kelam’ın kitabı” olan Kur’ân ile “sıfat-ı İrade’nin Kudret kitabı” olan kâinat arasındaki ilişkinin önemli olduğuna dikkat çekilir. Kâinat kitabı ve onun tefekkür ile okunması örneklerle anlatılır.

Esma-i Hüsnâ’nın, kainat üzerindeki  varlıklar üzerindeki muhteşem tecellilerini okumaya başladığımız zaman, bu dünyaya gönderiliş sırrımızı anlamış ve bu dünya üzerinden kâinat kitabının sayfalarını okuyan bir misafir olarak Rabbimizi tanımaya, marifetullah ve muhabbetullah deryalarında gezinmeye başlamışız demektir.

Allah’ın yarattığı tabiat bir kitaptır. Bu sıradan bir kitap değildir; “tabiat dedikleri şey olsa olsa bir sanattır, Sani’ olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz.” O halde bu harika sanat eserine bakarak, okuyarak onun yaratıcısı hakkında bir fikir sahibi olabiliriz.

“Nasıl ki bir kitap-bahusus öyle bir kitap ki, her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitap yazılmış; her harfi içinde ince kalemle muntazam bir kaside yazılmış-kâtipsiz olmak son derece muhaldir. Öyle de, şu kâinat, nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitaptır ki, her sayfası çok kitapları tazammun eder. Hatta, her kelimesi içinde bir kitap vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır.

Yeryüzü bir sayfadır; ne kadar kitap içinde var. Bir ağaç bir kelimedir; ne kadar sayfası vardır. Bir meyve bir harf, bir çekirdek bir noktadır. O noktada koca bir ağacın programı, fihristesi var.

İşte, böyle bir kitap, evsaf-ı celâl ve cemâle, nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelâlin nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. ” (Onuncu Söz)

İnsan sadece kitapları değil, başta kendisi olmak üzere, her varlığı okumalı… Kaliteli insan, kâinatı bütünüyle bir kitap gibi okuyabilir. Onun gözünde her varlık, taşı, toprağı, ayı, yıldızı, güneşi, ineği, sineğiyle muhteşem bir kitaptır. Kitap okuyan kainat kitabını da okuyabilir.

Kur’an ayetleri, gözleri Kâinat kitabına yönlendirir.

“O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) aciz ve bitkin halde sana dönecektir. ” (Mülk Suresi, 3-4)

Kainat kitabının üzerinde Katibini anlatan, gösteren ve öğreten sayısız ayetler vardır. Bu ayetleri okumak, okuyabilmek gerekir. Bunun için bir öğretmen, bir muallime ihtiyaç vardır.

Peygamberlik ve nübüvvet zincirinin son halkası ve en son mührü olan Efendimiz Hz. Muhammed (sav) büyük kainat kitabının en büyük ayetidir ve muallimidir. Bütün kainat, içinde bulunan bütün varlıklarıyla Allah’ın varlığını, birliğini, sahip olduğu sonsuz sıfat ve isimlerini gösterir ve ispat eder. Kainattaki bütün varlıklar içinde en fazla, en geniş kapsamlı ve en açık bir şekilde gösteren ve ispatlayan en büyük ayet Hz. Muhammed’dir  (sav.).

Huzurlu ve mutlu olmak isteyen insan, görevlerini yerine getirebilmek için, en büyük öğretmen, Kainatın Efendisi Hz. Muhammed’e(sav) tabi olmak, onu okumak, onun okuduklarını dinlemek ve öğrenmekle görevlendirilmiştir.

Bütün kitaplar, tek bir kitabı daha iyi anlamak için okunur…. Bu cümleyi hayatımıza rehber yapıp, kitabımız Kur’an’ı anlayarak okursak ve yaşarsak huzuru yakalarız. Bediüzzaman,  huzur ve mutluluğu   sağlayacak reçeteyi “Kur’an’ın Eczahanesi”nde hazırlayarak insanlığa sunmuştur. Bu reçete,  Kur’anı anlamak için Risale-i Nur eserleridir. O zaman Kur’an’ı anlamak için, kainat kitabını okuyarak tefekkür etmek  için reçeteyi okuyalım. Bugün sıkıntımız, insanlığın sıkıntısı Kur’an’ın anlaşılmamasıdır. Kainat kitabının okunmamasıdır. Anlaşılsaydı, okunsaydı günümüz dünyasında, insanlar hayattan zevk ve lezzet alamayacak duruma gelmezdi. İntiharlar, savaşlar, terör ve benzeri hadiseler olmazdı…Dünya, sevgi, yardımlaşma, huzur ve  mutluluğun hakim olmasıyla cennete dönüşürdü.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmez isen
Ya nice okumaktır

Okumaktan mânâ ne
Kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmez isen
Ha bir kuru emektir  (Yunus Emre)

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: