Kul hakkına saygı kurallardan geçiyor

Çiğnediğimiz sakızı yere atmakla kul hakkına girer miyiz? Önceki hafta ‘Kırmızı ışıkta geçmek caiz değil.’ açıklaması buna benzer birçok soruyu da akla getirdi. İslam Hukuku profesörü Yunus Vehbi Yavuz, “İnsan, aile içinde ve sosyal çevredeki davranışlarının dinle alakasının farkında değil.” diyor. Yavuz’a göre, elma kabuğunu yerde, elbiselerin gelişigüzel ortada bırakmak hanımların hakkına girmek demek.

Sosyal hayat içinde, evlerimizde, sokakta, iş hayatında, alışveriş merkezlerinde farkında olmadan yaptığımız hatalar var. “Gülersem abdestim bozulur mu?” diye hassasiyet gösteren insanımız kırmızı ışıkta geçmenin günah olup olmadığına pek dikkat etmiyor veya hastanede-postanede-bankada sıra beklemeyip tanıdık sayesinde öne geçmenin kul hakkı olacağını, çöp atmanın, yüksek sesle televizyon izlemenin dindarlıkla bağdaşıp bağdaşmadığını.

İslam hukukukçusu Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, sosyal hayat kurallarının dindarlıkla ilişkisi üzerine bilhassa durulması gerektiğini düşünüyor. Bu konuları ilahiyatçıların ve Diyanet mensuplarının sürekli gündemde tutması ve vurgulaması gerektiğini söylüyor. Yavuz; “Müslüman kardeşlerimiz mekruhlara dikkat etmeye özen gösteriyorlar. Ama günlük hayatta, aile içinde ve sosyal çevrede önemli işler vardır ki bunların dinimizle doğrudan alakası olduğunun farkında bile değiller.” diyor.

Yavuz’a göre ihlal edilen detaylar hadislerle izah edilecek, dinî bilgilere dayandırılacak önemli meseleler. Çünkü sosyal hayattaki kurallar ve ilişkilerin dayanak noktası Allah hakkı, kul hakkı. Yavuz hocaya göre, her iki haktan dolayı Allah katında sorumlu olacağını düşünmek ve ona göre oturup kalkmak, gezip dolaşmak, insanlarla münasebet kurmak gerekiyor. İnsan, bütün bu davranışları İslam’ın genel prensiplerine ve ahlak ilkelerine uyduğu takdirde ancak daha çok takva sahibi olur. Yavuz, “Bütün vatandaşların bu gibi meselelerde hassas olmasını temenni ediyorum.” diyerek sosyal hayat içinde en çok yaptığımız hataları şöyle sıralıyor:

Anne veya eşinizin hakkına girdiğinizin farkında mısınız?

“Dikkatimi çekiyor, aile fertleri bütün işlerini evin hanımına yüklüyor. Örneğin elbisesini yerine asmaması, pijamasını katlamaması, yatağını düzenlememesi, çorabını çıkartıp evin yüzüne atması gibi basit gibi görünen, aslında dinimizde hakla hukukla doğrudan doğruya alakalı olan meseleler var. Bunlara riayet edilmedikçe Müslüman’ın dindarlığı kanaatimce tamamlanmış olmaz. Ev hanımının bütün aile fertlerinde hakkı kalır. Hanım hizmetçi değildir. Anne bir organizatördür, çocukları yetiştiren, aile hayatını ikame eden temel düsturdur. Herkesin yardımcı olması gerekir. Belki sesini çıkaramayabilir, eşine çocuklarına saygısından dolayı. Mesela elmayı soyup yedikten sonra tabağını yerde bırakması meyve kabuklarını alıp çöpe koymaması, o kadının o erkek üzerinde hakkının kalmasına sebeptir. Bu hakka riayet edilmeyen yerde de bir zulümden söz edilebilir. Aile içi hak-hukuk meseleleri bilhassa önemlidir. Bunlara riayet etmek de dindarlığın gereğidir.”

Ey insanlık, hakkını helal et!

“Mesela bir kimse sakız çiğniyor, işi bittikten sonra çöpe atacak yerde yere atıyorsa bilmeli ki burada da Allah ve toplum hakkı var. Allah’ın yerini kirletiyor. Toplumun hakkı var; toplum zarar görecek. Birinin ayağına yapışacak, diğerinin kaymasına sebep olacak. Sokak o toplumun parasıyla temizlenecek. Bir kâğıt parçasını, bir poşeti sokağa gelişigüzel atmanın Allah katında sorumluluk gerektirdiğini bilmeliyiz. Bundan mutlaka hak söz konusudur. Hem de öyle büyük bir hak ki, birine haksızlık yapsak ondan özür dileyip hakkını helal ettirmek mümkün, ama çevreye verilen zarardan, yere atılan bir çöpten dolayı bütün insanlarla helalleşmenin imkânı yok. Herkesi bulup helallik almak mümkün değil. Müslüman, takva sahibi kimse, yolda yürürken hareketlerine dikkat etmeli, çöpünü atacak kutu bulamazsa yere atmak yerine cebine koymalı. Allah’ın çevresini ve toplumun alanını kirletmekten çok daha iyidir.”

Her işi, Allah’a beğendirmek için yapmalı

“Ticarî hayatın doğrudan takvayla alakası var. Hadislerde, bir kimse sattığı bir malı övmeyecek, alışveriş yaparken güven versin diye yemin etmeyecek, satıcının veya alıcının üzerinde bir baskı oluşturmayacak, Müslüman bir tüccar müşterisini aldatmayacak, sakat mal satmayacak veya sakatlığını söyleyecek, satış yaparken kendisini müşteri yerine koyacak…

Ticaret yapanlar müşteriyi Müslüman olsun gayrimüslim olsun Allah’ın kulu olarak görmeli. ‘Allah’ın bana gönderdiği müşteri, ona en iyi muameleyi yapayım.‘ diye düşünmesi lazım. Bir sanatkâr ise işin en güzel şekilde, müşterisine değil de Allah’a beğendirmek için yapmalı. Hak ettiğinden fazla ücret almamalı. Bu özen Allah’a karşı kulluk görevinin ifasıdır.”

Sinir’in sebebi “isâr” eksikliği

“Dinimizin çok güzel bir uygulaması var: İsâr… Mü’minin, başkasını kendi rahatına tercih etmesi demektir. İsar sahibi olmak… Otobüse önce ben bineyim değil de başkasını önce bindirmek. Bir dakika sonra binsen bir zararı yok. Vatandaşın gönlü hoş olsun, diye düşünmek lazım. Umumi yerlerde oturacak bir yer var kendisi de oturmak istiyor, başkasını tercih etmek, sıra kendisinde olmasına rağmen başkasını buyur etmek bu ahlakın en üst derecesidir. Bu dereceye varan toplumda hoşnutsuzluk, sevgisizlik olmaz. İki tarafın kalbinde büyük bir sevgi doğar. Aksini düşünelim; başkasının hakkı olan yeri kapmak için acele eden insan nefrete sebep olur. Taraflar olumsuz bir tavır içine girer. Toplumda böyle bir anlayışın yaygın olması strese sebep olur. Mega kentlerde insanların daha çok sinir hastası olmasının temelinde bu gibi ahlakî ilkelere riayet etmemek var.”

“Bencillik, istediğim gibi yaşarım, ben rahat edeyim başkası ne olursa olsun ve vurdumduymazlık… Halbuki İslam’ın tercihi başkasını kendisine tercih etmektir. Apartman hayatı bambaşka bir hayat. Bu konuda insanların ayrıca eğitilmesi gerekiyor. Birlikte yaşama kültürü eksik. İnsanlar bir davranışta bulunurken komşusunu rahatsız edebileceğini düşünmeli. Apartmanlarda cüz’î miktarda aidatlar vardır. Israrla vermeyenler var. Apartmandaki herkesin hakkına girdiğini, hepsinin nefretini çektiğinin farkında değil. Çok büyük bir sorumluluğu üzerine almış oluyor. Bu bakımdan apartmanın koyduğu kurallara harfiyyen riayet etmek dinimizin emri. Ona riayet etmeyenler takva unsurlarını ihlal etmiş oluyorlar.”

Trafik, kurallarına uymamak Allah’a isyan etmek anlamına gelir

“Sosyal hayat içinde öyle meseleler var ki insanlar önemsemezler, gelişigüzel davranırlar. Mesela arabasıyla yola çıkan bir Müslüman’ın trafik ışıklarında durması, kırmızı ışıkta geçmemesi gerekir. Trafik kurallarına riayet etmelidir. Trafik kurallarına riayet etmemenin Allah’a karşı gelmek, bir isyan ve hata olduğu rahatlıkla söylenebilir. Hatta sebep olduğu kazanın ise günah olduğu söylenebilir. Kırmızı ışıkta durmamak bazen bir cana mal oluyor. Malın telef olmasına vesile oluyor. Malın telef olması da büyük bir israftır. Aslında dindar bir Müslüman trafik kurallarına harfiyen riayet eden kimsedir. Bunlar basit kurallar gibi görünüyor ama Kur’an’da bir ayet var: ‘Kendinizi tehlikeye atmayın.‘”

Sırada bekleyenleri atlatmak dinimizce mahzurlu

“Sıklıkla rastlanan bir olay da; devlet dairesinde herhangi bir kurum önünde sıraya girmek… Sırası gelmeden torpille herhangi bir şekilde sıra bekleyenleri atlatmak dinimiz bakımından mahzurludur. Üzerinizde sırasını aldığımız herkesin hakkı kalmış oluyor. O insanlar hakkını helal etmezse bundan dolayı Allah katında sorumlu olacağız. Kıyamet günü boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağını düşününce bu konuda ne kadar titiz olunması gerektiği anlaşılabilir.”

Dindar yaya nasıl yürür?

“Araç kullananlar kadar yayaların da kurallara riayet etmesi gerekir. Yaya kendini bir aracın önüne gelişigüzel atarsa, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerse ve bu da ölümüne veya kazaya vesile olursa Allah’ın emanetine hıyanet etmiş oluruz. Beden, bize emanettir. Hayat bize emanettir. Dolayısıyla yaya yürüyüşlerinde de dikkat etmeli. Dinî açıdan yeniden bakarak kendimize çekidüzen vermemiz gerekiyor.”

Mü’min, piknik yerinden belli olur!

“Piknik için bir mekâna gidiyorsunuz, yemyeşil güzel manzaralı bir yer. Eğer sizden evvel birileri gitmişse oraya, fevkalade kirletilmiş olduğunu görüyorsunuz. Bir Müslüman’ın, bir yerde konakladığı zaman başka birinin de konaklamasına imkân vermeyecek şekilde kirli bırakması haksızlıktır. Topluma karşı işlenmiş bir haksızlıktır. Bu da bir kul hakkıdır. Kendi çöpünü başkasına temizlettirmek… İyi bir Müslüman, oturduğu yerden belli olur. Çevre konusunda, diğer toplum fertlerine karşı davranışlarında, kendini başkasının yerine koyma ahlakıyla ahlaklanmak gerekir. Batılılar buna ’empati’ diyor. Peygamber Efendimiz (sas) de diyor ki: ‘Kendisi için istediğini başkası için istemezse bir kimse mü’min olamaz.’

Gülizar Baki / Zaman Gazetesi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: