Kur’an Bize Yeter Mi? – I

(Sünnete/hadislere ihtiyaç yok mu?)

Bir televizyon kanalında seyrettiğimiz iki ilim adamının –hadisler konusunda yaptıkları- bazı değerlendirmelerini seyirciler adına tashih etmeyi uygun gördük. Maksadımız, bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek olduğundan, ilgili kanal ve şahısların isimlerini açıklamakta bir maslahat görmemekteyiz.

Asıl konuya girmeden önce şunu belirtmeliyiz ki; bu zatların ifadelerinden şunu iyice anladık ki; insanlar kendi meşreplerinin taassubundan kurtulamazlar. Kendi görüşlerini destekleyen en ufak bir emareyi bile büyük bir delil gibi kabul edip yansıtabilirler. Buna mukabil, fikirlerine ters düşen çok kuvvetli delilleri göz ardı etmekte bir sakınca görmezler. Oysa böyle bir tutum ilmî objektifliğe taban tabana zıttır.

Hatta bazen ince bir kurnazlıkla bazı âlimlerin ifadelerini esneterek kendi lehlerine olacak bir renge büründürebilirler. Bu tavır gerçekten –sadakat şuuru bakımından- dehşet vericidir.

Bir de şunu gördük ki; sünnet/hadis konusunda müspet ve menfi iki tavır vardır. Müspet tavır takınanlar, öncelikle hadislerin sahihliğini esas alır, sonra zayıf, mevzu/uydurma olanların ayıklanmasının gereğine işaret ederler. Menfi tutum içine girenler ise, sünneti-hadisleri öncelikle deforme kabul ederler, sonra da “varsa şayet sahih olanları kabul edebileceklerini” söylerler. Bu ikinci tavır, yüzlerce ilim ve takva sahibi İslam büyüklerinin kemiklerini sızlatan bir kadirbilmezliktir.

Bu kısa girişten sonra artık o kanaldaki zatların görüşlerini ve cevaplarını arz edebiliriz.

Kur’an sünnete/hadislere işaret etmektedir:

Hz. Peygamberin Kur’an vahyi ile ilgili temel iki görevinin olduğu Kur’anda beyan edilmiştir. Bunlardan birincisi Tebliğ; ikincisi ise Tebyindir.

Tebliğ: Kur’an vahyini,-ne fazla ne eksik- aldığı gibi insanlara ulaştırmaktır.

Tebyin ise: Kur’an’ın mesajını sözlü ve fiili olarak insanlara açıklamaktır.

Örneğin: “Peygamberin görevi yalnız tebliğdir”(Miade:99) mealindeki ayette tebliğ görevine vurgu yapıldığı gibi, “(Resulüm!) Sana bu zikri/Kur’an’ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar”(Nahl:44) mealindeki ayette de tebyin görevine işaret edilmiştir. Ayetlerin açıklaması, ya sözlü, ya fiili ya da takriri olarak yapılır. Bunlar sünnetin ta kendisidir.

Hadislerin yazılması:

Özetle şöyle dediler: “Hz. Peygamber buyurdu ki, ‘Kur’an’dan başka kimse benden bir şey yazmasın. Benden bir şey yazan varsa onu imha etsin.’  Bu hadis, İslam’da dini kaynağın yalnız Kur’an olduğunu gösteriyor.”

Cevabımız:
Evvela, bu hadisin varlığı hadisleri devre dışı bırakma çabalarına manidar bir cevap teşkil etmektedir. Çünkü eğer hadislerin yazılması gerçekten -kayıtsız ve kesin olarak- yasaklandıysa bu hadis nereden çıktı? Bununla nasıl istidlal edilebilir, nasıl delil olarak kabul edilebilir?

Bununla beraber, Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen “Benden [Kur’an’dan başka] bir şey yazmayınız! Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazmışsa onu imha etsin” (Müslim, Zuhd,72) mealindeki bu hadis rivayeti tartışmalı bir rivayettir. Başta Buhârî olmak üzere, bazı âlimlere göre bu hadis mevkuftur; Ebû Saîd’in kendi beyanıdır. (İbn Hacer, 1/208); dolayısıyla Peygamber’e yanlışlıkla atfedilmiştir. Fakat âlimlerin çoğunluğunun kanaati, bunun Rasûl-i Ekrem’den rivayet edilen bir hadis olduğu yönündedir.

Âlimler bu yasaklamayı ifade eden hadis rivayeti ile, hadislerin yazılmasına izin veren ve fiilen yazıldığını gösteren sahih hadis rivayetlerinin arasını bulmak için, yasak ve ruhsatın gerekçelerini şu birkaç ihtimale dayandırmışlardır:

Birincisi; yasak emri, Kur’an’ın nazil olduğu ilk döneme aittir.  Yazmaya verilen ruhsat ise, daha sonraki zamanlara aittir.

İkincisi;  Hz. Peygamberin bu yasak emri, Kur’an’la birebir aynı sahife ya da levha üzerine hiçbir şeyin yazılmamasını hedeflemektedir. Çünkü aynı sayfada satır aralarına veya kenarlara yazılacak kelime ve cümleler, insana Kur’ân-ı Kerîm’denmiş gibi bir yanlış bir algı meydana getirebilir. Ruhsat ise, Kur’an’la aynı sayfada yazılmama durumuyla ilgilidir.

Üçüncüsü; yasak, hadisleri ezberlemeden sadece yazıya dökenler içindir. O zaman hem yazı yazanlar az, hem doğru yazanlar nadir olduğu için hadisleri ezberlemeden sadece yazıyla kaydedenlerin yanlış yazacakları endişesiyle yasak konmuştur. Ruhsat ise, ezber ile yazmayı birlikte yapanlara yöneliktir.

Dördüncüsü, hikmeti ne olursa olsun, Hz. Peygamberin yasak emri önceki zamanlara aittir, daha sonra verilen ruhsatla yasak hükmü nesh edilmiş, ortadan kalkmıştır.

Şu aşağıdaki bilgiler asr-ı saadette hadislerin yazıldığının belgesidir:

İslâmî kaynakların verdiği bilgiye göre, hadisleri Hz. Peygamber’den ilk duyup hıfzeden sahâbe neslinin bir bir aradan çekildiğini ve yerlerine kendileri gibi sünneti bilen hafızların bırakılmadığını, ayrıca bid‘atlerin de yayılmaya başladığını gören halîfe Ömer b. Abdulaziz (ö.101/719), bütün vâli ve âlimlere mektup göndererek hadislerin yazıya geçirilmesini emretmiştir. Emrin gereğini ilk gerçekleştiren ünlü âlim imam Zührî (ö.124/741) olmuştur (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, 1/208).

Burada altı çizilmesi gereken nokta şudur: Zührî’nin gerçekleştirdiği faaliyet –devlet eliyle yaptırılan- resmi tedvîndir; daha önceleri fertler bazında gayri resmi kitabet/hadisleri yazıyla kaydetme ve tedvin etme işi hep var ola gelmiştir. Örneğin Amr b. el-‘As’ın (ö.63/682) bin hadisi ihtiva eden “es-Sahifetu’s-sâdıka”sı ile Hemmâm b. Münebbih’in (ö.101/719), hocası Ebû Hureyre’den aldığı hadisleri içeren 138 hadislik sahifesi bunlar arasında en meşhur olanlarıdır. (bk. Çakan, İsmail Lütfü, Hadis Edebiyatı, s.12)

Kaldı ki, Hz. Peygamber tarafından bizzat yazdırılmış olan bazı vesikalar, mektupların varlığı, yine –yukarıda iki örnek verildiği üzere- onun zamanında bazı sahabilerce yazılmış hadis sahifelerinin bulunduğu bu gün ilmî olarak ispatlanmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. (bk. M. Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasiye; Çakan, a.g.y)

Bin hadis ihtiva eden “es-Sahifetu’s-sâdıka” sahibi Abdullah b. Amr b. As’ın anlattığı şu olay hadislerin yazıya geçirilmesine dair verilen izin bakımından manidardır:

“Resulullah’dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve ‘Resulullah (a.s.m) hem kızgınlık hem sükunet hallerinde konuşan bir insan iken, sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?’ dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah’a arz ettim. Eliyle ağzına işaret ederek; ‘Yaz; canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz’ buyurdu.”(Ebu Davud, ilim,3)

Hz. Ebu Hureyre’nin şu ifadeleri de Hz. Peygamber zamanında hadislerin ezberlenmesi yanında yazıldığını da göstermektedir: “Resulullah’ın ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.” (Buharî, ilim, 39)

Başlangıçta –hadisin yazılması ile ilgili- görülen bazı tereddütler neticede ortadan kalkmış ve hadislerin yazıya geçirilmesinin cevazına fikir birliği sağlanmıştır. (İbn Salah, Ulumu’l-Hadis, s.161)

(Devam edecek)

Doç. Dr. Niyazi Beki

nurdanhaber.com

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: