Mademki Sana Dünya Gülmüyor, Bari Ahiretini Unutma!

Bu insan sıcacık bir yuva kurmak için ona verilen cüz’i iradesini kullanarak meşru bir tarzda bir hanım kıza gönül veriyor, o da razı olduktan sonra nişanlanıyorlar ve tam düğün yapacakları sırada hanım kız vaz geçiyor. Bizim delikanlı kahrından çatlar hale geliyor. Ama neden?

Yine bir hanımla bir bey meşru dairede evlenmeye karar veriyorlar 3-4 ay hazırlıktan sonra eşi dostu davet ediyorlar ziyafetler yemekler içmekler tam gelin alınacağı saatte damadın babası vefat ediyor, bütün hısım akraba kahrolduğu gibi, zavallı damatla gelin hanımın tatlılarına zehir dökülür gibi bir hal alıyorlar, kahroluyorlar. Ama neden?

Sonra askerliğini Kurban Bayramından bir hafta önce tamamlayan  Mehmetçiğin, sevinci ikiye katlandığı ümidiyle, aylar önce gel teskere gel dediği teskeresini alır, üstünü başını yıkar ve babasının gönderdiği gıcır gıcır elbiselerini giyer, otobüste daha önce ayırdığı yerine oturur, otobüs hareket eder, gideceği kasabaya 12 kilometre kala otobüs kaza yapar, bizim asker geçici evine gitmeye hazırlanırken, ahiret evine gider, bütün akrabalarını kahreder. Bu da neden?

Nedeni var mı? İnsan için burası mutluluk evi olmadığından ötürüdür ki , insanın başına böyle haller gelebiliyor ve geliyor. Her ne kadar  akıl ve ilim bir derece, geleceği görüyor seda, yine de insan  “Meçhulu mutlaka müteveccih” tır. (Önünde ne ile karşılaşacağını bilmeyen bir mahluktur.) Hayatında geçirdiğinin bir kısmını biliyor fakat önünde ne ile karşılaşacağını bilmediği için, karşılaştığı üzücü hadiseler onu kahrediyor. O gülmek istiyor, şen şakrak yaşamak istiyor, sevinmek istiyor, hulasa mutlu olmak istiyor. Fakat nerede?

Zavallı! Kasapta şeker arar gibi, mutluluğu yanlış yerde arıyor. O mu’cize olan vücut makinesinin katalogunu(Kur’anı Kerimn manasını) okuyup anlamadan  yaşadığı için, mutluluğu yanlış yerde arıyor. Okumuş olsa da o mübarek kanunu kesin olarak hayatına tatbik etme kararına varmadığı için böyle sıkıntıların altında eziliyor. Yani, imansızları ve imanı zayıf olanları böyle acı hadiseler çok sarsar. Çünkü onlar burada imtihana geldiklerinin idraki içerisinde olmadıklarından ötürüdür ki, onların hoşuna gitmeyen herhangi bir halle karşılaştıkları zaman mahvoluyorlar. Çünkü onların ahirete imanları yok veya zayıf olduğu için mutluluğu burada arıyorlar. Aradıklarını bulamadıkları için eziliyorlar. Mutluluk şöyle dursun,  önlerine dikilen ölümün sıkıntısından onlara verilen en büyük nimet olan akıl onları sıkıyor. O ölüm endişesi, bazen da o imansıza en zaruri işlerini bıraktırıp uyuşturucu veya alkol bulmaya koşturuyor. Böylece ömrünün sonuna kadar, kendini aldatmaya çalışıyor.

Halbuki Müslüman bu dünyaya imtihana geldiğini kabul ederek yaşar, hayatında ona isabet edip başına gelen bütün memnun edici ve kahredici haller, rastgele gelmediğini bilir. Onun inancına göre, hadiselerin arkasında, geçmiş ve geleceği  ondan daha iyi bilen bir Allah var olduğuna inanır. Çünkü, hayatının sevinçleri onu nasıl çok sevindirmiyorsa, kahredici haller de onu fazla üzmez. Müslüman’ın nazarında buradaki mutluluklarla kahredici haller, geçici oldukları için onu fazla etkilemez. Sevinçli ve kahredici hallerin sonları, belki bu gün belki yarın gelecektir düşüncesiyle yaşar. O, Allah’ına karşı ibadetlerini ümit ve korku arasında yapar. Çünkü ona vaad edilen sonsuz bir mutluluğun peşindedir. Her şeyde teenni-i hikmetle hareket eder. Kendini mükemmelliğin zirvesine çıkaran O yüce Yaratıcının varlığı kadar hiçbir şey onu memnun etmez, o O’ndan ümidini kesmeden  hayatına devam etmeye çalışır.

İşte o, mutluluğun ve bayramların en büyüğüne gözünü dikmiştir. Hayatının bütün hal ve hareketlerinde, ister çalışırken, isterse istirahat ederken, O büyük Allah’ı unutmamaya çalışır. O, ötekiler gibi, şeytanın ve nefsinin esiri olmaz. O şahıs için günahlı şeyler yakıcı ateşten beterdir. O kendi kuvvetine güvenmez, yaptığı bütün ibadetlerinin neticesinde el açıp Allah’ına yalvarırken  hiç unutmadan, nefis, şeytan ve insan şeytanlarının şerrinden Allah’ına sığınır, O’nun Kuvvet ve Kudretine güvenir ve O’na dayanır.

Yolunu sapmış kimseler gibi o yapmaz, yaptıkları günahların sıkıntısından kurtulup sırtından atmak için, ne yapayım benim kaderim böyle imiş diyorlar.  Halbuki Allah’a itâat edenlerin Kader’den şikâyetleri yok, onların dedikleri şu: Ey bizi yoktan yaratan Yüce Allah’ımız! Biz âcizler, sana yüz binlerce hamd ve şükür edelim ki, bizi bütün mahlukat üstünde şerefli bir mahluk yarattın ve imtihan etmek için bir taraftan şeytan ve nefsimizi bize musallat ettin. Öbür yandan da hayrı şerri fark edebilecek bir aklı bize lütuf olarak verdin. Çok şükür imtihanımız esnasında aklın galibiyeti ile zafer peşinde koşuyoruz  ve emrettiğin o çok az olan ibadetlerimizi, sonu olmayan bir mutluluğu kazanma ümidiyle yerine getirmeye çalışıyoruz. Yürüdüğümüz bu doğru yolda ki  hayatımızı sonuna kadar  sürdürmemiz için senden yardım diliyoruz derler.

Beş defa günde abdest alıp namaz kılmak ve öteki ibadetleri yapmak onların de nefislerinin hoşuna gitmiyor.  Şeytan ve nefis bunları da sıkıştırıyor ama, onlar kurtuluş yolu olan İslamiyet’e sımsıkı sarılmışlardır. Onlar kendilerini yoktan yaratan Allah’ı memnun edip O’nun rızasını kazanmaya çalışırlar.

Kader meselesinin bu husustaki manası ise: Bizi imtihana tabi tutan Allah’ımız irademizi, O’nun rızasını aramakta mı, dalalette mi kullanacağımızı daha önce bilmesi demektir. Bunu açıklamak için bir misal vereyim: Biri, Ankara’dan İstanbul’a gelen otobüsün daha yola çıkmadan önce, yolda nerede kaza yapacağını ve nerelerde lastiği patlayacağını ve nerede yolculara bir şeyler yedireceklerini bilse, şoförün yolda dikkatli olmasına engel olmadığı gibi, Allah’ın Kaderi dahi insanın iradesini elinden almış değildir. İnsanın iradesi elinden alınmış olsa, o zaman hiç kimse yaptığından mesul olmaz.  Biz “Nefis her şeyden edna (aşağı) vazife her şeyden âlâ (yüksek)” diyerek, buraya ne için geldiğimizi unutmadan, ümit ve korku arasında hayatımızı devam etmeye gayret edersek, Allah bizlere yardımcı olur İnşaAllah.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: