Mehmet Ali Bulut’tan Kürtlere: “Biz Düştük, 80 Yılda Kurtulamadık!”

Kürtlere seslenen Mehmet Ali Bulut, “Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!” dedi.

Osmanlının yıkılışının bir Mason hareketi operasyonu olduğunu, 1826’dan itibaren Masonik hareketlerin önce orduya, ardından saraya ve çevresine hulul ederek, İslam’ın en son kalesi ve devleti olan Osmanlı’yı yıktığını belirten Bulut, Haber 7’deki yazısında “Masonluk, öteden beri vardı ama esasında o, Şeytana hizmetkarlığın modern(!) zamanlardaki adıydı. Şeytan hiçbir dönemde bu kadar güç kazanmamıştı. Çünkü en büyük fitnelerin görüleceği Deccal çağına girmiştik ve Osmanlı, devlet olarak, onun ününde duran yegane engeldi. O yıkılmadan ‘tanrı tanımazlık’ olan deccalizm yeryüzü hükümranlığını umumileştiremezdi” dedi.

DECCALIN EN BÜYÜK HİZMETLİLERİ YAHUDİ VE İNGİLİZ

Deccalın en büyük hizmetlisinin Yahudiler ve Firavun soyundan geldikleri bilinen İngiliz kraliyet ailesi olduğuna dikkat çeken Bulut, Deccalın bir dalının “inkar-ı uluhiyet” (tanrı tanımazlık) olduğunu, öbür dalının ise kapitalizm ve liberalizm adı altında ahiret hayatını inkâr eden yapı olduğunu söyledi.

Tüm insanlığın kutsallarını bırakarak Deccala teslim olduğunu vurgulayan Bulut, “Osmanlı da bu arada yıkılmıştı. Osmanlıyı yıkanlar, onun çatısı altında bulanan her kavme, kendilerine ait bir devlet kurma fırsatı da vermişlerdi. Böylece bir daha bir araya gelmemek üzere ayrışmalarını da sağlamış oluyorlardı o halkların” dedi.

KENDİ ARZULARINA İTAAT EDECEK EKİPLER

Bir Türk olarak Kürtlere seslenen Bulut, Said Nursi ve Şeyh Said örneği vererek tuzaklara dikkat çekti. Bulut, yazısını şöyle sürdürdü:

“Türklere de kendi ‘milli’ devletini kurma hakkı verdiler. Başına da kendi arzularına itaat edecek ekipleri koydular. Bu arada Kürtlere de devlet kurma hakkı tanıdılar. Ancak o dönemin Kürt aydınları ve âlimleri, bunun bir tuzak olduğunu görerek, “Biz kaderimizi Türklerle birleştirmişiz onlarla beraber kalacağız” dediler. Hatta o iki ‘Said’lerden biri olan Bediüzzaman, o zaman İngilizlere karşı “biz Selim Hana biat etmişiz ve bu bîatımız bugün de geçerlidir” diyerek Yavuz Sultan Selim ile Kürtler arasında yapılan muahedenin hala geçerli olduğunu söylemiştir!

GÜYA “MİLLİ” VE TÜRKLERİN DEVLETİ İDİ

“Ama kaderin hükmü devam etmiş ve sonunda Süfyan devleti (Deccalın Müslümanlar içindeki kolunun adı) kurulmuştu. Güya “Milli” idi ve Türklerin devleti idi.  Onu kuran ekip önce sureti haktan göründü. Sonra ipler tamamen ellerine geçince, güya modernlik adına İslam’ı çağrıştıran, hatırlatan tüm kutsallar yok edildi. Dilde sadeleştirme adı altında sözlükteki tüm İslamî kavramlar atıldı. Türkçe bir dinsiz Ermeni’nin insafına havale edildi. Tarihimizin yeniden yazılması işi de bir Yahudi’ye emanet edildi! Geçmiş dönemi; İslam ve İslamî hayatı hatırlatacak hal, tavır, kültür, eda, kelime… ne varsa yok edildi. Ezan Türkçeleştirildi (haydin kurutuluşa gelin sözü= Hayye alel felah cümlesi hariç). Kur’an’ın okunması, dinin öğretilmesi yasaklandı. Açık ve net olarak Deccal’in simgesi olan ve ta 1400 yıl önce Peygamber tarafından haber verilen secdeye mani serpuş, zorla insanlarımıza giydirildi ta ki imanlarından olsunlar diye…

BİRİ ‘ŞEYH SAİD’, DİĞERİ ‘NUR SAİD’!

İşte bu deccal operasyonlarının peş peşe geldiği, Müslümanların elindeki tüm imkanların alındığı bir zamanda, bu ülkede, bu halk ve bu millet adına iki insan, bu gidişata dur deme cesareti gösterdi İslam ve Kuran adına! İkisi de seyyiddi ama aynı zamanda Kürt’tü! (Türklerden de çok can veren oldu ama bu ikisi aynı zamanda birer sembol oldular):

Biri ‘Şeyh Said’, Diğeri ‘Nur Said’! Biri (Şeyh Said) “Hüseynî tavrı” ortaya koydu, celadet (kavga ile mücadele) göstererek… Elindeki imkanlarıyla deccal düzenine dur demek istedi!

Öbürü ise (Nur Said) “Hasanî tavrı” (sulh içinde mücadele) usulünü seçti.

Şeyh Said, bu küfür düzenine karşı cihad etme görevini deruhte etmek üzere tüm Müslümanlar adına bir kalkışmada bulundu. Fakat Nur Said, bu tavrın, bu belayı def edemeyeceğini, çünkü Deccalı öldürme işinin Hz. İsa’ya, Süfyan’ı yok etme işinin de Mehdiye ait olduğu hikmetine dayanarak, Şeyh Said’i bu işten sakındırmaya kalkıştı. Şeyh Said de kendi açısından haklı idi. Zalime karşı muhakkak mücadele edilmesi gerektiğini biliyordu, bildiği şekilde ve sağladığı imkânlarla bunu durdurabileceğine inandı.

Ne adına İslam’ın devamı, Müslümanların bekası ve ahiret hayatı hesabın! Bu topraklardaki İslam ittihadı hesabına!

BEDİÜZZAMAN KARANLIĞIN İÇİNDE BİR IŞIK YAKTI

Bediüzzaman ise, eski cihad yöntemleriyle bu zamanın fitneleri ve Deccala karşı mücadele edilemeyeceğini, ilham-ı ilah ile bildi ve farklı bir mücadele yolu izledi. Kalktı karanlığın içinde bir ışık yaktı. Nur Risaleleri adını verdiği bu hareket ile imanı, İslam’ı, Kur’an’ı yeniden ve bugünün insanlarının anlayacağı şekilde anlattı. Aklı gözüne inmiş insanlara, eski usul tebliğ ve cihadın fayda sağlamayacağını görerek, tamamen farklı bir yöntemle imanın ihyasına ve Müslümanın yeniden ve ta içinden yeniden kurgulanmasına kalkıştı.

Son derece de başarılı oldu. Bugün bu ülkede Müslümanların da sözü bir parça geçiyorsa ve iktidar olabiliyorlarsa bu aziz insanların –ve tabii ki bilcümle dine hizmet edenlerin-verdikleri canhıraş çabalar sayesindedir…

SİZ DE Mİ KENDİNİZE BİR SÜFYAN İSTİYORSUNUZ?

İmdi sözü bu kadar uzatmamın sebebi Müslüman Kürtler’e bir iki söz söyleme zemini oluşturmak içindi!

Ey Kürtler, sizin alimleriniz ve ulularınız, biz Türkleri dahi Deccalın ve İblisin belasından kurtarmak için bu kadar canhıraş çabaladıkları ve bunda da muvaffak oldukları halde, şimdi siz hangi feraset ve izan ile, sizi yeniden küfre, Yezidiliğe, inkâra ve sosyalistlik adı altına küfrü mutlaka çağıran adamların ardında saf tutabiliyorsunuz?

Bir devletiniz olsun diye mi? Siz kâfirliği asıl maksat edinmiş bir devleti mi istiyorsunuz? Siz fitneyi size ahlak haline getirme vaadinden başka bir vaatte bulunmayanları mı kendinize efendi yapacaksınız? Siz de mi kendinize bir Süfyan istiyorsunuz?

Yazık edersiniz Şeyh Said’in hatırasına ve Said Nursi’nin çabasına.

Biz Türkler bunu en elim şekilde yaşadık. Siz de bizimle birlikte öyle bir yapılanmanın Müslümanlara ne tür sıkıntılar vereceğini yaşayarak geldiniz.

Şimdi hangi izan ile hangi ‘imanî kaygı’ ile şu iki kardeş kavmin birbirine düşmesine çanak tutan insanlara arka çıkarsınız! Nasıl onların safında yer alabiliyorsunuz?

Ey seyidler cemaati! Ey iki ‘said’i bağrından çıkaran Kürtler! Ey bugüne kadar İslam’ın ittihadına hizmet etmiş Selahhidinler! Vicdanlarınıza bir sorun. Bu hakiki Türklerin size bir zulmü var mı?

SİZİ BİZİM ÜSTÜMÜZDEN VURDULAR, BİZİ DE SİZİN ÜSTÜNÜZDEN VURACAKLAR!

Said Nursi’nin “Ben dikkat ettim, hapislerde zindanlarda bana zulmedenlerin hiç biri hakiki Türk değildi!” dedi gibi siz de dikkat ederseniz, size zulmedenlerin Türkler değil, Türklere de zulmeden kriptolar ve ne idüğü belli olmayanlar olduğunu göreceksiniz! İmanınızı ve İslam’ınızı başınıza alın! Bu belayı, bu millet, 1920’lerde 30’larda çok acı yaşadı. Şimdi aynı tuzağı size düşmeyin! Sizi bizim üstümüzden vurdukları gibi şimdi de bizi sizin üstünüzden vuruyorlar, vuracaklar!

BİZ DÜŞTÜK, 80 YILDA KURTULAMADIK! SİZ DÜŞMEYİN

Bediüzzaman Said, sesleniyor! “Ey Kürtler dikkat edin, Türkler sizin aklınızdır” diyor. “Ey Türkler dikkat edin Kürtler sizin kuvvetinizdir. İkiniz birlikte tam ve güzel bir adam edersiniz!” diyor. Duymamak, kulak vermemek reva mı, insaf mı? Ehli halin birbirini bilmemesi insaf mı? Neden onlara kulak vermiyorsunuz da sizi cehenneme ve şeytana hizmet etmeye çağıranlara kulak veriyorsunuz?

Ey Kürt kardeş! Yarı bir Kürt olarak özellikle sana sesleniyorum. Ne olur, bu tuzağa düşme. Biz düştük, 80 yılda kurtulamadık! Siz düşmeyin. Bir seksen yılımız daha gitmesin!

Aman dikkat! Aman teenni! Aman sükûnet ve suhulet!

RisaleHaber

Sende yorum yazabilirsin