Muhlaslar Kervanından (devamı)..

11 Mayıs 2010’da hizmet-i Nuriye için gittiği Filipinler’de uğradığı silahlı saldırı sonucu Rahmet-i Rahman’a kavuşan aziz şehid abimiz Hafız Cevdet Baybara’nın hatırasına ithafen yakın dava arkadaşı Rıza Dalkılıç’ın bir yazısını takdim ediyoruz.

Habiblerden Bir Nur İn’ikası..

(Sizi alsam, bağrıma bassam, zerratimi zerratınıza katsam… Siz olsam kısacası…)

Gün içerisinde birçok cami, mescid, kilise, dini merkezleri vesaire ziyaret ediyor adeta uçuyorduk. Gece geç vakitte otel odasına geldiğimizde Cevdet Ağabey’e telefon açtım. Gün içinde yaptıklarımızı, ihtida eden bahtiyarları, hüsn-ü kabul görmekliğimizi, Filipinliler‘in misafirperverliklerini tek tek anlattım. Heyecanla anlatıyordum.

O ise Isparta’nın Barla köyünde olduğunu söyledi. Sonra “İşte bu…İşte bu kadar… Vallahi söyleyecek cümle bulamıyorum…Sizi tebrik etmek az, takdir etmek eksik, tebcil etmek nakis… Artık ne diyeyim… Allah ecrinizi milyarlar katıyla versin… Aynı ilk defa asr-ı saadette Nur-u Hakk’ı uzak doğuya götüren sahabelere, melekler ve ind-i Rahman tarafından biçilen ecir misali, (Ahir zamanda olduğunuzu hesaba katarak) defterinize ecirler yazılsın… Amin…” diyordu. Bir ara “Dayanamıyorum…” dedi… Kısık kısık ağlıyordu… Barla‘daydı…

Kendisini toparlayınca “Zerrat-ı vücudum titriyor şu an… Çok fazla konuşamayışım ondan… Sizi alsam, bağrıma bassam, zerratımı zerratınıza katsam… Siz olsam kısacası… diyecek çok şeyim var ve diyemiyorum… Nutkum tutuluyor… Her ne ise, bu da güzel bir fal-i hayr… Sesinizi ilk defa Barla’da duyuyorum…”

Bizim iktidar ve irademizin üstünde bir küllî irade ve her şeyi ihata eden bir kudret bizi bir gayeye sevk ediyordu, biz bilmesek bile, o an anlayamasak bile…

Filipinler’de daha fazla kalamayacağımızı anlamıştık. Hem paramız bitmişti, hem de başka planlarımız vardı. Şunu anlamıştık… Filipinler münbit bir zemin ve ekilen tohumlar yemyeşil bitki örtüsü gibi yeşermeye çok müsait…

Dönüyoruz Türkiye‘ye dedik Şehid Cevdet Hafıza.. Bana şunları yazdı bu defa:

“ Kahramanlarım; ızdırabsız zafer olmayacağını bilenlerdeniz ama… Gel ki gönüle sor…Başka yol yok… Sadece niyaz, elimizi açtık, gözümüzü tek noktaya diktik ve aczin zirvesinde olduğumuz anlar misali müteveccih olmak için çırpındık, Rabbimizi şah-damarımız kadar yakın hissedip dedik ki:

“Rahman ve Rahim olan adına sığınarak;
Açtım iki elimi, kor gibi iki yaprak;
Bir edeb ölçeğinde umutlu ve utangaç;
İşte dünya önümde, benim ruhum sana aç;
Bu seğriyen ellerle Senden Seni isterim;
Senden Seni isterken, canımdan çıkar tenim;
Kainat bir mozaik, her şeye sahip Allah;
Ey gizli ve aşikar, her derde Tabib ALLAH…
Ey gizli ve aşikar, her derde Tabib ALLAH…”

Ve Hasan Feyzi Abi’nin cümleleri dökülüyor ruhumun zerrelerine, hem de yıkaya yıkaya, ıslata ıslata katre misal;

“Risale-i Nur’a sahip olanlardan hırs ve hiddet zevale yüz tutar;
Zulmet ve şehvet erir; cehalet ve şekavet ateşi söner;
Tabiat uykusu azalır; gaflet uykusu kalkar;
Kara ve çirkin, bozuk ve uyuşuk kanlar düzelir;
Nefes ve kalp işler; Kan boruları birer mecra-i Nur olur;
Hubb-u Dünya ve meyl-i masiva kalmaz; Ene (Ben) ve Ente (Sen) gider;
Yetmiş bin diye söylenen perdeler kalkmaya ve “Varlık Dağı” delinmeye başlar;
IRCii ILA RABBİKi’den sesler gelir; Vuslat yolu açılır; Misk-u-Anber saçılır;
FEDHULI FI İBADİ ile memur ve VEDHULI CENNETI nişanı ile mecur olur.”

Bilemiyorum, işte hal-i melalim… Sizden de başka kimsem yok ki yazayım…Ve dayanamadım, yazdım…

Süreyyayı süpürge yapacak değilim… Ancak, ruhum Zuhal’i omuzlamış meleği arkadaş edinmek istiyor; Asuman’ı evim; sistemleri odalarım, Mars’ı da Nur’u okuduğum sandalyem kılmak gibi acib bir fırtına, garip bir heyulanın içinde gidip geliyorum… Eğer felek bir gün cana kıymaz ve film orta bir yerde kopmazsa…
Kemal-i lezzetle okuyacağımız Lahikanızı iştiyakla, hasretle gözlüyor; kemal-i ferah ve yeni bir devrenin açacağı kemal-i sevki bekliyor, o kıymettar ruhunuzu bağrıma basıyor, ellerinizden pür tazim ile öpüyor, affımı rica ediyorum…

Sen olan Ben Riza Cevdet.”

Sabah erken saatte havaalanına geldik. Rehberimiz de uğurlamaya geldi bizi… Ayrılacakken baktık ağlıyor, sonra “Beni bırakıp nereye gidiyorsunuz” dedi. Yanımızda kalan kitaplardan verdim. Ve kerhen de olsa Manila’dan ayrıldık…

M. Rıza DALKILIÇ

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: