Mükemmel İnsan Tanımı

Ahlak, sanatın en güzel ve en mükemmel hâlidir. İnsan iradesinin, kendi yapısını bilgi ile formatlamasıdır. Ahlak ile hakka ve kutsallığa bağlı bir hayatı yaşayan her insan, manevi bir güneş gibi olur. Bu yüce hedefin gerçekleşmesinin ilk adımı gerçekçi bir insan tarifidir. İlk peygamberden beri bilinen ve Aristo tarafından formüle edilerek kaleme alınan, gerçekçi insan tarifi şudur: “İnsan zihinsel, duygusal ve fiziksel kuvvetler sahibi bir canlıdır.”[1]

Bu formülü daha sonra şöyle açıklar: Her sağlıklı insan vehmetme, hayal kurma, düşünme, araştırma, keşfetme, anlama, fark etme, idrak etme, ezberleme ve benzeri onlarca aklî güç ve yetenekler sahibidir. Hem öfkelenme, sevme, acıma, şefkat etme, memnun olma, sevinme, minnettar olma, hayranlık duyma, aşk, şevk, heyecan gibi binlerce duygu ve özelliklerin sahibidir. Hem yeme, içme, uyuma, görme, konuşma, üreme gibi yüzlerce fiziksel güçlere mâliktir.

İnsanın bu güçleri, mecrası olmayan sel gibidirler. Bu halleriyle dengeli ve dengesizce, yararlı ve zararlıca kullanılmaya açık ham bir malzemeye benzerler. Her bir insan bu güçleri ifrat-vasat-tefrit şeklinde, aşırı-dengeli-geri tarzda yaşar ve binlerce yıldır da yaşıyor.

Mesela aklın aşırılığı, “Cerbeze” denilen aldatıcı zekâ seviyesidir. Öyle ki yalanı gerçek, gerçeği yalan gösterebilir. Bu seviye materyalist, natüralist, müşrik (deist), agnostik vesaire anlayışları meyve verir. Aklın geriliği ise, gerçek ve yalanı anlayamayacak ve fark edemeyecek bir durumdur. Ki, “Gabâvet” diye isimlendirilen aptallıktır. Bu seviyedeki akıl, çölde bulutun gölgesine hazine saklayan Hebenneka gibileri meyve verir. Vasat ve dengeli bir zihin ise, “Hikmet” olarak isimlendirilir. Ki, hakkı hak olarak, bâtılı bâtıl olarak; doğruyu doğru, eğriyi eğri olarak görür ve gösterir. Bu seviyedeki akıl peygamberler, sıddıklar, evliyalar, bilgeler, âlimleri yetiştirir. Hikmet, insanlara gerçeği olduğu gibi gösteren yönüyle, gerçekler üzerine kurulmuş bu kâinatı her akıl sahibi için manevi bir sofra haline getirir, istifade ettirir. Allahu Teala, hikmet hakkında şöyle der: “Her kime hikmet verilmişse ona sonsuz ve sınırsız hayırlar verilmiştir.” (Bakara Sûresi, 269) Hem yine Rabbimiz der ki: “Lokman’a hikmet verdik. Tâ ki İlahlığımın gereği olan hastalıklar ve musibetlerin manalarını anlasın ve şükretsin.” (Lokman Suresi, 12) Hz. Peygamber (ASM), hikmet talebini Allah’a şöyle sunar: “Allah’ım! Bana hakkı hak olarak göster ve beni hakka tâbi olmakla rızıklandır. Hem bana bâtıl ve kof şeyi bâtıl olarak göster ve beni ondan kaçınmakla rızıklandır.”[2]

Mesela duygusal güçlerin, özellikle canlılığın korunması ve devamı için zaruri olan öfke güçlerinin aşırılığı “Tehevvür” dür. Ki, her şeye karşı tepkili, saldırgan ve zarar verici olma halidir. Despotlar, firavunlar, nemrudlar, Neronlar, gaddarları meyve veren bu aşırılıktır. Öfke güçlerinin geri seviyesiyse, “Cebânet” denilen korkaklıktır. Ki, kendi hayatını ve yavrularını da korumaktan âciz, zavallı bir haldir. Bütün alçaklar, ezikler, teröristler ve hâinlerde olduğu gibi… Vasat ve dengeli hal ise, “Cesâret” tir. Ki, saldırı ve tecavüz ânında öfkelenip müdafaa yapma, diğer zamanlarda şefkat ve merhamet üzere bulunmaktır. Cesâret, kahramanları, gâzileri ve hak uğrunda ölen milyarlarca şehidleri doğuran yüce bir duygu seviyesidir. Allah, cesâret konusunda şöyle der: “Size savaş açanlarla siz de, Allah yolunda olarak, hak için savaşın. Fakat haddi aşıp zulmetmeyin.” (Bakara Sûresi, 190) Hz. Peygamber (ASM) ise der ki: “Allah’ım! Korkaklıktan, cimrilikten ve tembellikten sana sığınırım.”[3] Hz. Peygamber’in cesâretini ve Allah’a imanının gücünü, hayatından bir küçük kesit ile okuyan Arthur Schopenhauer der ki: “Bu nasıl bir cesâret ve imandır ki, başımı döndürüyor.”

Fiziksel güçlerin aşırılığı ise “Fısk” ve “Fücur” dur. Ki, haram-helal, pis-temiz demeden her şeye ulaşmaya, bulaşmaya ve istifadeye çalışır. Zina, kumar, içki müptelaları bu aşırılığın esirleri ve zehirli meyveleridirler… Fiziksel güçlerin geriliği ise “Humud” denilen, sönüklük ve isteksizliktir. Ki, helal olan şeylere bile bir iştah ve bir istek hissetmez. Vücud mekanizmasını düzgün işletemeyen veyahut kendi dengelerini bozan bazı kadın ve erkeklerde olduğu gibi… Vasat ve dengeli hal ise, helale ve helaline karşı iştah duyar, yönelir; haramlardan ise, tiksinir ve uzak durur. Bu mukaddes ve güzel seviyeye, “İffet” denilir. Allah mal mülk konusundaki iffet hakkında der ki: “Sen o iffet sahibi kişileri yüzlerinden tanırsın. Onlar fakirlik ve ihtiyaç içinde olsalar da bunu, hırsla, mal-mülk talebiyle göstermezler.” (Bakara Sûresi, 273) Hz. Peygamber (ASM) ise şöyle der: “Ey gençler topluluğu! İffetli olun! İffetinizi koruyamayacaksanız, evlenin. Eğer evlenmeye gücünüz yetmiyorsa oruç tutun. Oruç sizi, İblis’in zehirli okları olan haram bakışlardan koruyan bir kalkandır.”[4]

Aristo bu hakka uygun modeli hocası Eflatun’dan; Eflatun ise, hocası Sokrat’tan; Sokrat ise bu modeli Apollon isimli Yunanlı bir peygamberden ders almıştır. Rene Guenon bu silsileyi kitaplarında anlatır.[5]

Peygamberler ve özellikle resuller, insanlığın ahlak mimarlarıdır. Allah, kâinatta ahlak güzelliği namına ne yaratmışsa, insan denilen minyatür kâinatta bu güzelliklerin görünmesini istiyor. Bunu da gönderdiği elçilerle gösteriyor. Resuller de, bu İlahî maksadı sağlayacak şekilde insan fıtratlarını hikmetin mukaddes feyziyle hamur gibi yoğuruyor, sevgi ve sabır ateşinde pişiriyorlar.

Evet, her insanda şahsa zimmetli olarak bulunan ve sınırsız olan bu 3 yön peygamberlik müessesesini zorunlu kılmıştır. Çünkü bu güçler aşırılık ve gerilikleriyle kişisel canlılığı sonlandırmaya yol açtığı gibi başka canlılara da zarar verebiliyorlar. Bıçak gibi keskin yapılarıyla insanların % 90’ı belki daha fazlası için zararlı düşüyorlar. Peygamberler, Allah tarafından sonsuz bir merhamet olarak, insan türüne gönderilirler. Tâ ki her bir insana önce bu güçlerin yapısını tanıtsınlar. Sonra da bu yapının nasıl terbiye edileceğini ve terbiye edilince nasıl bir güzellik ve muhteşem bir karakter ortaya çıkacağını bizzat kendi hayat modelleri üstünde göstersinler.

Eymen AKÇA

 

[1] Detaylar için TDV İslam Ansiklopedisi 22. Cilt, 151. Sayfadaki “İlmü’n-Nefs” maddesine bakabilirsiniz.

[2] Bu dua Hz. Ebû Bekir (R. Anhuma) başta olmak üzere çok sayıda sahabe tarafından hem rivayet edilmiş  ve de kendi dua listelerine eklenmiştir. Nakşibendî tarikatinin 2. Büyüğü ve asrının müceddidi olan İmam-ı Rabbânî Hz.leri de Mektûbât kitabında bu duayı müridlerine tavsiye eder.

[3] Buhârî, Daavât, 38, 40, 41; Tirmizî, Daavât, 71 ve saire…

[4] Müslim, 2485.

[5] Mesela, Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: