Müslüman aile ve çevrelerde doğup büyümeyenler baştan kaybetmiş olmuyor mu?

İslâm’da kusur arayanların sık sık dile getirdiği bir soru vardır:

“Şimdi siz Müslüman toplumda, Müslüman ailede doğup büyüdünüz şanslısınız tabii. Peki, İsveç’in Malmö’sünde yaşayan adamın ne suçu var? O neden Cehenneme gidiyor?”

Kimin Cennet’e, kimin Cehenneme gideceğini ancak Allah (cc) bilir. Kişi, Müslüman bir toplumda yaşayıp Cehenneme gidebileceği gibi, gayrimüslim bir toplumda yaşayıp sonunda Cennet’e gidebilir. Sonuçta dünya, herkesin sınandığı bir imtihan yeri…
Şimdi belli ölçüler dahilinde şu soruya cevap arayarak incelemeye başlayalım: Kimler cehenneme gider?
Cevap olarak şunları sıralayabiliriz: Kâfirler ve münafıklar gibi Allah’ın varlığını ve elçilerini (günümüz için bizim Peygamberimizi) kabul etmeyenler.
Burada “Kabul etmeyenler” ifadesi üzerinde biraz duralım: Bir şeyin kabul veya ret edilebilmesi için öncelikle teklif edilmesi gerekir. Veya kişi en azından doğru bir şekilde bilgilendirilmelidir ki bu kabul ve ret kararından sorumlu tutulabilsin.
Yoksa insanları bilgileri olmayan bir konuda yanlış karar verdikleri için cezalandırmak adaletli olmaz. Bu adaletsizlik de sonsuz adalet sahibi olan “el Âdil” için söz konusu olabilecek bir hal değildir. “Allah (cc) zulmetmez.”

İslâm’da bir insanın yükümlü kabul edilebilmesi için üç vasfa sahip olması gerekir: Akıllı olmak, aklını doğru şekilde kullanmayı öğrenecek yaşa gelmiş olmak (buluğ) ve kendisine doğru bilgi doğru şekilde ulaşmış olmak (tebliğ).
Şimdi İsveç’in Malmö kentinde doğup büyüyen adamın durumunu bu ölçüler içinde inceleyelim:

Bu adamın aklı yerinde mi? Eğer cevap hayırsa zaten cehenneme gitmez. Evetse ikinci maddeye bakalım.

• Aklını doğru kullanacak kadar büyümüş, buluğ çağına ermiş mi? Cevap hayır ise yine cehennem yok, evetse üçüncü maddeye bakalım.

• Kendisine doğru şekilde bir tebliğ ulaşmış mı?

Burada tebliğin “doğru şekilde” ulaşmış olması çok önemli. Çünkü kişi İslâm’ı duymuş olabilir ama acaba kendisine bunlar nasıl anlatılmıştır? Hz. Peygamberimiz (asm) bir sahte peygamber olarak mı tanıtılmıştır? Şu anda dünyanın pek çok yerinde, İslâm’ı terörün kaynağı olan bir din gibi göstermek için büyük prodüksiyonlar sahnelenmekte, büyük yatırımlar yapılmaktadır. Acaba İslâm’ı sadece bu mecralardan mı öğrenmiştir bu adam?
Ya da belki hiç duymamıştır. Dünyada hâlâ izole topluluklar bulunabiliyor.

Bu durumlarda bu adama tebliğ ulaşmış olur mu?
Bu sorunun cevabını hiçbirimiz veremeyiz. Bu ancak sonsuz adalet sahibi Allah’ın bilip hükmedeceği bir konudur. Dolayısıyla bizim bu kişinin Cennet’e mi Cehenneme mi gideceğine karar verme yetkimiz de yetkinliğimiz de yoktur.
Buraya kadar şunu öğrendik: Allah akıl ve bu aklı kullanma kabiliyeti verdiği kişileri, (çeşitli vasıtalarla) bildirdiklerinden sorumlu tutar; bildirmediğinden sorumlu tutmaz.

Şimdi baştaki soruya bir de farklı açıdan bakmayı deneyelim.
Rabbimiz sonsuz adaletiyle bildirmediğinden sorumlu tutmayacak ama bildirdiğinden de sorumlu tutacak. Bu durumda biz eğer bildirdiği kullarından oluyorsak sorumluluğumuzu yerine getiriyor muyuz? Yaşayışları arasında pek bir fark olmayan iki kişiden, kendisine tebliğ ulaşmış olan mı şanslıdır ulaşmamış olan mı?
Burada “şanslı” kelimesini sadece sorumluluk anlamında kullanıyorum. Yoksa Allah’ı bilip tanımak başlı başına paha biçilmez bir nasiptir. Milyarlarca yıl ömrümüz olsa bile kendi çabamızla bir ucundan öbür ucuna gitmeyi başaramayacağımız kadar büyük bir kâinat yaratıp içinde bizi kendine muhatap almış, onu daha kolay tanıyabilelim diye maddi-manevi vücudumuzu ondaki sıfatları hissedeceğimiz özelliklerle donatmış, ihtiyaçlarımıza ve dualarımıza cevap veren bir Rabbimiz olduğunu bilmek biz inananlar için yükümlülüklerimizin zorluklarını hiçe indiren bir moral kaynağıdır.
Bununla birlikte şöyle bir öneriyle de karşılaşmışlığım vardır:
Madem kendisine tebliğ yapılan kişi sorumlu oluyor, o zaman kimse tebliğ yapmasın. İnsanları seviyorsanız eğer İslâm’ı duyurmayın hiç kimseye.
Elbette ki bu ütopik önerinin gerçek dünyada bir karşılığı yoktur. Çünkü İslam’da tebliğ “farzı kifaye” mertebesinde bir ibadettir. Hiç kimse yapmazsa herkes sorumlu olur.
Kaldı ki bir Müslüman’ın bazen bir davranışı tebliğ olur, bazen bir sözü… Bir Müslüman’ın bir gayrimüslime bir iyiliği, o gayrimüslimin İslâm’ı araştırıp sevmesine neden olabilir. Yani öneriyi yapanın kastettiği şekilde tebliğ yapılmaması kişiye tebliğin ulaşmamasını garanti etmez.

Muhiddin Yenigün

Bu yazı gözden geçirilerek Zafer Dergisinin 2018 Eylül (501.) sayısında yayınlanmıştır.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: