Nefis Terbiyesi ve Kalb Temizliği

Bu konuları hakikate uygun şekilde ele alabilmek için insanın sağlıklı ve bütüncül bir şekilde tanımlanması gerekir. Çünkü mahiyeti bilinen bir şeyin varlık gayesi de bilinir. Hem onunla alakalı işlerin manası da bilinir. Evet insanın diğer canlılardan farklı olarak, bilinçli ve her şeyin farkında olan bir yapısı var. Ondaki her bir yönün kendisine has bir bilinci ve hüviyeti vardır. Modern psikoloji insanı 3 farklı bilinç alanı olarak ele alır: İd-Ego-Süperego.

İd, insanın en köklü ve güçlü bilinçaltı yönüdür. O, kişinin fiziksel ihtiyaçları konusundaki ham kendiliğidir. Bu yön, Aristo’nun çizdiği modeldeki “Fiziksel güçlere” tekabül ediyor. Allah, buna “Nefs” diyor. Bu ham yapı, ihtiyaçlarını meşru ve gayr-ı meşru, haklı ve haksız her türlü yolla karşılamak istediği, kişiyi buna sevk ettiği ve baskı uyguladığı için Kur’anda ona “Nefs-i Emmâre” (Aşırılığı emreden nefs) denilir.[1]

Ego ise, kişinin bilinçaltı ve çok değişken yönüdür. O, insanın duygusal cephesinde görünen ham kişiliğidir. Ki, Aristo modelindeki “Duygusal güçler” ile kendini gösteriyor. Allah, bu yöne “Kalb” der. Kur’an kalbin, duygusal bir zekâsı olduğunu;[2] his merkezi olduğunu;[3] günahlar ve yanlış anlayışlar ile yaralandığını;[4] hırs, hased, kin, husumet ve aşırı korku gibi dengesizliklerle görünen hastalıkları olduğunu ifade eder ve haber verir.[5] Hem böyle hastalıklı ve kirli bir kalbin, kâinatın denge haritası olan Kur’anı hakkıyla anlayamayacağını ve onun mukaddes manalarına temas edemeyeceğini söyler. (Vâkıa Suresi, 77-79) Hem bir iç terbiye ile kalbini temizlemeye çalışanları, gerçek adam diye över. (Tevbe Sûresi, 108)

Nefs ve kalb arasında kopmaz bir bağ olduğu ve birbirlerini etkiledikleri için Kur’anda bu ikisinin temizlenmiş hallerini ifade eden “Ezkâ ve Athar”[6] kelimeleri ve aynı kökten kelimeler[7] beraber kullanılırlar. Hem Kur’an bu temizlenme ve gelişme sürecindeki nefsin 7 mertebesini şöylece bildirir:

İlk aşama, “Emmâre”[8] dir. Bu seviyede nefis, ihtiyaçlarının karşılanması için helal-haram her şeyi ısrarla ister ve emreder. Haramlardan pişman olmaz. Yaptıklarını çok masum görür ve gösterir.[9]

İkinci aşama, “Levvâme”[10] dir. Bu seviyede nefis aşırılığa meyillidir. Fakat hatasından sonra pişmanlık hisseder, kendini eleştirip kınar.

Üçüncü seviye ise, “Mülheme”[11] dir. Bu seviyede Allah, nefse hakikati ve takvayı ilham eder. O da, Hakikate göre hareket etmeye çalışır.

Dördüncü seviye ise, “Mutmainne”[12] dir. Bu seviyede nefis, hakkı görür. Sebeplerin yaptığı karanlık dünyadan çıkar. Allah’ın manevi, nurlu ve güneşli dünyasına girer. Emniyet ve sükûnete erip iman eder.

Beşinci seviye ise, “Râdıye”[13] dir. Bu seviyede nefis, Allah’ın kurduğu bu huzurlu ve ışıl ışıl dünyadan memnundur. O, artık Rabbini sever. Onun rızasını ve yakınlığını kazanmaya çalışır.

Altıncı derece ise, “Mardıyye”[14] dir. Bu seviyede nefis Allah’ın rızasına ve yakınlığına erişir. Râdıye ve mardıyye seviyeleriyle nefis, Müslüman olur.

Yedinci mertebe ise, “Zekiyye”[15] dir. Bu seviyede nefis bütün hastalıklarından kurtulur, tertemiz hale gelir. Devamlı Allah’ı görüyormuş ve Onun tarafından görülüyormuş duygusuyla yaşar.

Kur’an nefs tezkiyesi için, ömür boyu süren ve etkili bir ilaç olan orucu çare olarak gösterir. Orucu yılda 1 ay farz kılar. Oruçla, nefsin bütün ihtiyaç duyduğu şeyleri—meşru dairede bile olsa— ona gündüzleri haram eder.[16] Tâ ki terbiye olsun ve doğal, dengeli hale gelsin.

Resulullah (ASM) ise, kendi hayatındaki düzenli Pazartesi-Perşembe oruçlarıyla ve her hicrî ayın 13-14-15. günleri olan oruçlarla bu tezkiyeyi bütün seneye yayar ve yaşar.[17]

Kur’an diğer bir yöntem olarak da îsar hasletini yani “Kendisi muhtaç iken başkasının nefsini kendine tercih etme” yi[18] yani darlıkta dahi cömertlik yapmayı bir yol olarak gösterir ve över. Bu şekilde “Nefsin mal aşkından ve cimrilikten kurtulma” sını ebedîleşme formülü olarak birkaç yerde vurgular.[19] Hem Tevbe Sûresi 103. âyet, cihada katılmamakla kalb ve nefsini kirletenlerin zekât ve sadaka vermekle nefsini tezkiye, kalbini tathir edeceğini bildirir. Zekât ve sadaka, Allah’a sadâkatin tescili ve kalb temizliği için de ilaç olmaktalar.

Kur’an kalbin terbiyesi ve tatmine ermesi içinse “Zikir” hakikatini bir formül ve ana yol olarak gösterir. Allah’ı zikretmeyen bir kalbin, kadınları aşk ile zikredeceğini söyler.[20] Fakat bu, geçici bir tatmin olduğu için Kur’an “Uyanın! Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olabilir”[21] diye ikaz eder.

Hem Kur’an kalbin temiz tutulması için hassas bir takvayı çare olarak sunar. Duygusal kirlenmeye yol açan haram bakışları ve konuşmaları yasak eder. Ahzâb Suresi, 53. Âyet, “Perde arkasından olmayan konuşmalar, başta erkek olmak üzere, her iki tarafın da kalbini ve duygularını kirletir” der. Nûr suresi 30. Âyet ise “Haram bakışın peşinen erkeğin nefsini kirlettiğini bildirir.”

Benlik ( süper-ego ) terbiyesini ise, gelecek yazıda bulabilirsiniz.

Eymen AKÇA

[1] Yûsuf Sûresi, 53.

[2] Hacc Sûresi, 46.

[3] Mücadele Sûresi, 22.

[4] Bakara Sûresi, 10.

[5] Münâfikun Sûresi, 5-9; Haşir Sûresi, 13.

[6] Mesela Bakara Sûresi, 232.

[7] Mesela Tevbe Sûresi, 103.

[8] Yûsuf Sûresi, 53.

[9] Dağ gibi günahlarını ve yanlışlarını burnuna konmuş sinek gibi gören adam hissiyatını taşır.

[10] Kıyâmet Sûresi, 2.

[11] Şems Sûresi, 5-6.

[12] Fecr Sûresi, 26.

[13] Fecr Sûresi, 28.

[14] Fecr Sûresi, 28.

[15] Kehf Sûresi, 74.

[16] Bakara Sûresi, 183-187.

[17] Bütün hadis kaynaklarında bu sabittir.

[18] Haşr Sûresi, 9.

[19] Mesela Haşr Sûresi, 9 ve Teğâbün Sûresi, 16.

[20] Bakara Sûresi, 235.

[21] Ra’d Sûresi, 28.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: