Öğretmen, Bir Ruh Kopyalayıcısıdır

Bir çocuğun yetiştirilmesinde, nasıl bir insan olacağında öğretmen en büyük rolü oynar. Çünkü anne babalar belli bir yere kadar eğittikten sonra yaşamın geri kalan kısmındaki yolculuğu, çocuklar öğretmenle birlikte gerçekleştiriyorlar.

Anne babalar çocuklarını belli bir duyarlılık haline getiriyorlar. Yani ilk çocukluk evresi, 0-6 yaş döneminde anne babalar çocuğunun eğitim zeminini hazırlıyorlar. Yumuşacık bir ruha sahip hale getiriyorlar çocuklarını.

Bir başka deyişle şöyle söyleyebiliriz:

Anne baba çocuğuna koşulsuz sevgi duyarak… Bu programlarda anlattığımız gibi ceza vermeyerek, onu mükâfatla kandırmayarak…

Eğer duyarlı bir anne baba çocuğunu, duyarlı bir eğitim içerisinden geçiriyor ve; ona insan muamelesi yaparak, olayları bağıra çağıra çözmeye çalışarak, ezmeye çalışarak değil de; konuşarak ve koşulsuzca onu severek bir zemin oluşturuyorlar ya…

Aslında bu ilk 6 yaş, yani okul öncesi dönemde oluşan bu zeminden sonra aslında anne babalar şunu söylüyorlar: “Hocam böylesi yumuşacık bir zemin var. Şu anda bu zeminin üzerine ne yazarsanız o işleyecek. Ruhen hazırladığımız çocuklarımızı, zihinsel bilgi verilmesi için okullara teslim ediyoruz.”

Şimdi burada baktığımız zaman… Ruhen zemin hazırladığınız bu çocuğun duygu dünyasının üzerine öğretmen faktörü o kadar önemlidir ki, sizin zeminini hazırladığınız yere öğretmen bir zehir de akıtabilir; kendi yetersizliklerini, şiddetini, ruhundaki o agresif hali, öfkeli hali çocuğun üstüne de akıtabilir; ya da sizin hazırladığınız o zemini “Şimdi de sıra bende, seni yaşama ben hazırlayacağım” bilinci içerisinde çocuğu bir sonraki döneme, bir sonraki evreye doğru taşıma bilincinde de olabilir.

Dolayısıyla anne babaların çocukları ruhen hazırlaması, eğitime, yaşama, duygu dünyasını ruhen hazırlaması oldukça önemli ama bu hazırladığın çocuğu şu anda kime veriyorsun?

Kimden eğitim alacak bu çocuk?

Bu öğretmenin yeterliliği nedir?

Öğretmenin kendi kişisel dünyası nedir?

Olaylara tepkisi nedir?

Çocuk öğretmeninden hangi ruhu kopyalayacak?

Bir anne babanın belki de uykularını kaçıran en önemli sorulardan bir tanesi bu olması lazım.

Bu açıdan bakıldığında aslında öğretmenlik, anne babaların hazırladığı zemin üzerine bina inşa etmeye çalışan bir meslektir diyebiliriz.

Yani öğretmenlik mesleği bir mühendislik gibi değil ki! Yani bir mühendis demirle, bakırla uğraşır… Bilemediniz inşaat mühendisi binalarla uğraşır ve yaptığı o binaya şöyle uzaktan bakınca keyif alır. Yok… Şurasını yanlış yaptım derse efendim yıkar orasını tekrardan yapar. Yok… İçerisini düzene sokayım derse, içerisini değiştir, boyasını pudrasını değiştirir tekrardan bir hale sokar.

Ama çocuk öyle değil ki! Yanlış olduğunda telafisi oldukça zor olan bir inşayla meşgulsün şu anda. Yıkayım şurasını da yeniden yapayım dediğiniz zaman, yıkma işlemi ve yeniden yapma işlemi için çocuğun duygu dünyasında tahribatlar oluşur. Dolayısıyla bir bina yapmak gibi değil çocuğu yetiştirmek.

Bir öğretmen bu bilinç içerisinde olmalı. Şu sınıftan içeriye girdiğimden itibaren, karşımda benden bilgi bekleyen yahut da onları yetiştirmem için bana sorumluluk vermiş olan 40 tane çocukla karşılaşacağım. Biraz sonra ben başımı çevirdiğim zaman o çocuklarla göz göze geldiğim sırada duruşumdan tutun, çocuklara hitabıma kadar… Yürüyüşümden tutun, onlara tebessüm edene kadar ‘Ben bir ruh kopyalayıcısıyım’ diye düşünmeli.

Ben bir ruh kopyalayıcısıyım. Hangi ruhu? Kendi ruhumu kopyalıyorum şu anda çocuklara… Nedir bu ruh? Eğer bir tebessüm eden öğretmensen sen sınıfın içerisine girdiğinde, tebessüm ederek bir çocuğa hitap ediyorsan… O sırada çocuğun duygu dünyasında çiçekler açacak ve o da sana tebessüm edecektir.

Ama sen agresif, bağıran çağıran bir öğretmensen… Kendi içindeki duygu dünyandaki dürtülere, öfkene hakim olamayan bir öğretmen ve kendini bir şey zanneden bir öğretmensen… Yakacaksın biraz sonra bu çocuğu! Yakacaksın! Bakışlarınla, duruşunla yakacaksın. O minicik bedenler, senin bakışlarının karşısında eğer fırsat bulabilseler rahatlamak için altlarına yapacaklar ama onu da yapamadıkları için yakacaksın bu çocukları!

Dolayısıyla bir öğretmen sınıfın içerisine girdiği dakikadan itibaren aslında bir pozitif enerji veren bir insan olduğunu hayal etmesi, düşünmesi ve ona göre sınıfın içerisine girmesi lazım.

Bir öğretmen sınıfın içerisine girerken; koşarak son dakikada yetişerek, kitaplarının bir kısmı bir kolunun altında, öbür kısmı öbür kolunun altında, cetvel bir taraftan sarkmış vaziyette, ter içerisinde sınıfa girdiğinde çocuklardan saygınlık göremez.

Öğretmen, sükûnet içeresinde ve kendi kişisel gelişimini tamamlamış bir vaziyette çocukların karşısına çıkmalı. Bir 5 dakika önce gelmiş, yudumladığı çayından kendi dinginliğini elde etmiş bir vaziyette…. ve sınıfa girerken sanki “Bir ibadethaneye giriyorum” bilinci içerisinde kapıyı açarak…. ve öylesi çekingen, öylesi aslında “Büyük bir vazifeyle vazifelendirilmiş” bir halde sınıfın içerisine girmesi lazım.

Biz sanki kutsal bir vazifeye çıkmış, bir yeryüzü doktorları gibi, bir bölgeyi ihya etmek üzere oraya gitmiş insanlar gibi… Sınıfın içerisine girildiğinde, önce bu haleti ruhiye ile içeriye girilmeli.

Sınıftan içeriye girmeden önce öğretmen, kendisini mutlaka bu atmosfer içerisine sokmalı.

Kapıdan içeriye girdiğinde bir ibadethaneye giriyormuşçasına; ve şu anda kendisinden ruh kopyalayacak olan kişilerle baş başa olacağını, bunlarının yaşamının içerisinde kendisinin de bir payı olacağını…

Ve eğer yarın bu çocuklar yoldan çıkarsa, bu çocukların yaşamları iyiye ya da kötüye giderse…

Şurada geçireceğim bir iki saatin de payı olacak düşüncesinde bir öğretmen ruhu ile sınıftan içeriye adım atmak lazım.

Eğer öğretmende bu atmosfer yok ise… ve “Şimdi yine gideceğiz Allah’ın cezalarının karşısına, gürültü yapıyorlar, off offf” diye sınıfın içerisine giriyorsa, buradan eğitim çıkmaz. Olsa olsa baskı ve eziyet çıkar. Ve bu çocuklar da eğitilmiş çocuklar olmaz.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş – Çocuk Deyip Geçmeyin

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: