Profesyonel çocuklar
BUNDAN YAKLAŞIK yirmi sene önceydi. Eski tâbirle ortaokul üçüncü sınıftaydım. Henüz öğrencilerin at gibi o sınavdan bu sınava koşturdukları, anne babaların da kendilerini çocukları üzerinden gerçekleştirmeye ve ispatlamaya çalıştıkları bir dönem gelmemişti, ama ayak sesleri hissediliyordu.
Birgün babamın beni hafta sonları Fen Lisesi sınavına hazırlık için dershaneye kaydettiğini öğrendim. İki hafta kadar devam ettim dershaneye. Ancak hafta içi okul için erken kalkmanın üstüne hafta sonları da dershane için kalkmak eklenince, kendime ait hiçbir günüm kalmamıştı. Babama ‘Ben dershaneye gitmek istemiyorum’ dedim. Sağ olsun babam da beni hiç zorlamadı. ‘Sen bilirsin’ dedi. Ben de bildiğimi yaptım ve sene sonunda Fen Lisesi’ni kazanamadım, ama hiçbir zaman bu tercihimden ötürü pişman olmadım. Fen Lisesi uğruna geride yaşanmamış bir çocukluğum kalsaydı eminim şimdi çok mutsuz olurdum.
Şimdiki nesiller benim kadar şanslı değiller. Onlara baktığımda gerçekten üzülüyorum. Benim sekizinci sınıfta kaldıramadığım tempoyu şimdi dördüncü beşinci sınıfta kaldırmak zorundalar. Üstelik, bundan bir iki nesil önce neredeyse bütün anneler evlerinin hanımıyken, şimdiki annelerin büyük çoğunluğu başkalarının işlerinde çalışmaktalar. Yani çocuklar, bu temponun üzerine bir de annesiz büyümeyi kaldırmak zorundalar.
Bu nesle kayıp kuşak da deniyor, ama ben “profesyonel çocuklar” demeyi tercih ediyorum. Kusura bakmayın çocuklar… Daha bir yaşınızı bile bulmadan annelerinizden ayrılmanız gerekiyor. Şanslıysanız âhir ömürlerinde torun sevmek yerine torun bakmak zorunda kalan anneanne veya babaannelerinizle büyüyeceksiniz. Ya da bakıcı diye biri olacak hayatınızda. Belki ona da anne diyeceksiniz, ama olsun. Gerçek anneleriniz sizin için(!) çalışmak zorundalar. Biraz büyüyünce kreşlerle tanışacaksınız. Bütün gün yine orada olmak zorundasınız. Anneniz kreş parası kazanmak için başka kapılarda olacak. Sonraları yine hep bir yerlere emanet yaşayacaksınız. Aynı zamanda bir sürü sınav ve hedef peşinde koşturacaksınız. Profesyonel çocuk olmak zorundasınız yani.
Truman Show filmindeki gibi, kendi hayatımızı yaşadığımızı zannederken, aslında başkalarının yazdığı filmde bir figüran olduğumuzu düşünüyorum bazen. Hayatımızın parametreleri çoğunlukla bizim tercihlerimiz dışında, bizim dışımızdaki bir dünyada belirleniyor. Neleri yiyeceğimiz, nerelere gideceğimiz, neleri giyeceğimiz, vs. Ve bu hedeflere ulaşmak uğruna çocuklar bile feda edilebiliyor. Hem de onlar için olduğu kandırmacasıyla…
Bence iyi anne baba olmak, çocuklarına çok fazla maddî imkân sağlamakla eş değer değildir. Çocuklara anne-baba olarak kaliteli zaman ayırmak, maddî imkân hazırlamanın önünde gelir. Ancak, özellikle çalışma hayatıyla birlikte çocuklarından ayrı kalan anneler, çocuklarını maddî imkânlara boğarak, yaşanmamış birlikteliklerin vicdan azabını hafifletme peşindeler. Bunun sonucu da, hayattan erken yorulmuş, şımarık ve bencil karakterde çocuklar olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik bu çocuklar ömür boyu kendilerini çocuk zannedip, bitmeyen bir çocukluk yaşamanın peşinde koşuyor.
Bu durum gelecek nesiller adına çok ciddî bir problemdir. Zira bu hayat anlayışı, çocuklarımızı tüketiyor. Daha yolun başında yorgun düşüyor çocuklar. Yoksa henüz 17 yaşındaki bir genç ardında, “Hayata tutunamadım. Herkesten özür diliyorum” diye bir not bırakarak neden intihar etsin ki?
Bırakalım da çocuklarımız gerçekten çocuk olsunlar. Zira pek çok şeyin sahteleştiği bir dünyada, profesyonel çocuklara değil, masumiyetin ve saflığın simgesi olan gerçek çocuklara ihtiyacımız var.
Hasan Yükselten
Karakalem