Risale-i Nur’da Alemlerin Anlamı

Kainat, birbirinin içinde bulunan daireler gibi binler alemleri içinde bulundurur. Dünyadaki bütün Müslümanlar, günde 5 defa namazlarda okuduklar Fatiha suresiyle ’’Alemlerin Rabbine hamd olsun’’ diyerek hamd ederler. Kur’an’da Enbiya suresi 107.surede Allah(C.C) şöyle söylüyor:’’ (Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ Acaba kaç çeşit alem vardır ve bu alemlerin birbirine bakan yüzleri veya birbirinin üstünü örten perdeleri mi vardır? Herkes bu alemlerin hepsini görebilir, anlayabilir mi? Alemler içinde alemler mi vardır?

Kainat birbiri içine girmiş daireler gibi alemlerden meydana getirilmiştir.

Bediüzzaman eserlerinde bu alemlerden aşağıdaki şekillerde bahsetmektedir:

*Ben de böyle fehmederim ki: Semavatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı herbiri birer âlem olabilir. Yerde de herbir cins mahlukat, birer âlemdir. Hattâ herbir insan dahi, küçük bir âlemdir. ‘Rabbil alemin’ tabiri ise, ‘Doğrudan doğruya her âlem, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir’ demektir. (MEKTUBAT, 26. Mektub)

*İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hâfıza gibi mânevî vücudlar da var; elbette, insan-ı ekber olan âlemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kâinatta, âlem-i cismâniyetten başka âlemler var. Hem âlem-i arzdan, tâ Cennet âlemine kadar herbir âlemin, birer semâsı vardır. (SÖZLER, 31.Söz)

Eğer alemleri; görünen ve görünmeyen alemler olarak ikiye ayırırsanız görünen her şey, yıldız, güneş, ay, bitkiler, hayvanlar ve insanlar şehadet aleminin yani somut alemin birer parçası olurlar.

Allah(C.C) ile Melekler, Cinler, Ruhani varlıklar, Berzah, Haşir, Ahiret, Cennet ve Cehennem gibi varlıklar da bilinmeyen alemin yani gayb aleminin, soyut alemin birer parçası olurlar.

*Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir (M.NURİYE, Şemme)

*Şecere-i hilkatin dalları da her tarafa uzanıp gitmiştir (İ.İCAZ)

* insan-ı ekber olan kâinat dahi, mütedahil ve birbiri içinde bulunan daireler gibi, binler âlemleri ihtivâ ediyor (LEMALAR,28.Lema)

*şems, kamer, yıldız, arz gibi küreler, hep şecere-i hilkatin meyveleridir. (İ,İCAZ,Nübüvvet hakkında)

*Şecere-i tûbâ gibi olan hilkat-i âlemin, sair nücumları gibi bizim küremiz dahi bir semeresidir(MUHAKEMAT)

Hiçlikten, yokluktan varlığa çıkmak, var edilmiş olmak, başlı başına bir “değer” taşımaktır. Çünkü yaratılmış olmak, hele de insan olarak yaratılmış olmak ayrı bir değer ve önem taşır. İnsan; akılla, kalple ve de en önemlisi, yaratandan bir parça olan, içinde taşıdığı ruhla, değer sahibi bir varlık olmuştur.

İnsan; Allah’ın(C.C) ikramda bulunduğu bir varlıktır. İnsanın hatırı için birçok şey yaratılmıştır ve onun hatırına diğer canlı varlıklara da büyük bir ziyafet sofrası açılmıştır.

*insanın indallah kerameti olduğu için, alem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envaa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün alemin faydaları insana münhasır olup başkalara hiçbir faydası yoktur demek değildir. (İ.İCAZ,İbadet ve Tevhid bahsi)

*Bilhassa hayat-ı insaniye tabakasına çıkan hayat, aklın nuruyla alemleri gezmiş olur. alem-i cismanide tasarruf ettiği gibi, alem-i ruhanide gezer, alem-i misale seyahat eder. Kendisi o alemleri ziyarete gittiği gibi, o alemler de, onun ruhunun aynasında temessül etmekle iade-i ziyaret etmiş gibi olurlar. Hatta insan, “alem, Allah’ın fazlıyla benim için halk olunmuştur” diyebilir. (İ.İCAZ,Küfür ve inkarın reddine dair)

*Ey yoldaş! Şimdi şu alem-i misaliden çıkarız, hayali vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları berendaz. (K.LAHİKASI)

            ALEM-İ ŞEHADET 

Görünen varlıkların dünyasına alem-i şehadet, alem-i fani, alem-i mülk, alem-i harici, alem-i tagayyür, alem-i zuhur veya alem-i maddi de denir. Maddi ve cismani bir alemdir. Vücuttur, sözdür ve görüntüdür. Elle tutulur, gözle görülür ve kulakla işitilir somut bir alemdir.

 Bu alemde görünen her şey sonsuz kudret ve güç ister. Allah’ın güzel isimlerine dayanır, onunla hayat bulurlar. Alem-i gaybdan bu aleme gelenler, sonra yine bilinmeyen aleme dönerler. Bu iki alem birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Ancak birbirine karıştırılmamalıdır. Birinde kudret diğerinde ilim hükmeder.

*alem-i mülk, yani alem-i şehadet, yani bu görmekte olduğumuz aleme göre, (İ,İCAZ,Nübüvvet hakkında)

* bu âlem-i şehadet, Sâniini gayet sarih ve zahir gösteriyor ve haşri, zımnî ve perdeli haber verir.(K.LAHİKASI)

*Eşya zeval ve ademe gitmiyor; belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor, âlem-i şehadetten âlem-i gayba gidiyor, âlem-i tagayyür ve fenâdan âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor.(24.Mektup)

*Bir mevcut, vücuttan gittikten sonra, zâhiren kendisi ademe, fenâya gider; fakat ifade ettiği mânâlar bâki kalır, mahfuz olur. Hüviyet-i misaliyesi ve sureti ve mahiyeti dahi âlem-i misalde ve âlem-i misalin numuneleri olan elvâh-ı mahfuzada ve elvâh-ı mahfuzanın numuneleri olan kuvve-i hafızalarda kalır. Demek, bir vücud-u surî kaybeder, yüzer vücud-u mânevî ve ilmî kazanır. (MEKTUBAT, 24.Mektup)

*şu mevcudat-ı arziye, hususan nebâtiye, kalem-i kader-i İlâhî onlara bir tertip, bir vaziyet verir; bahar sayfasında kudret onları icad eder; ve güzel mânâlarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için, hikmet iktiza ediyor ki, o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer bahar sayfası yazılsın, onlar dahi mânâlarını ifade etsinler. (MEKTUBAT, 24.Mektup)

Kainat ağacındaki her varlığın bir geçmişi, göründüğü anı ve bir de geleceği vardır. Bilinmeyen alemden görünen aleme gelirler, görünürler ve sonra yine bilinmeyen bir aleme giderler. Göründükleri o an;  bir saniye, bir dakika, bir saat, bir gün, bir hafta, bir ay, bir yıl veya bir asır olabilir. Vazifelerini yaparlar ve giderler.

Bitkiler, hayvanlar, insanlar, ve yıldızlar; alem-i şahadete gelirler, görünürler, görevlerini yaparlar ve giderler. İnsan vücudunda 100 trilyon hücre vardır ve bu hücrelerden 50 milyonu her saniye yenilenir. İnce barsak epitel hücresinin ömrü 1.4 gün iken, kırmızı kan hücresinin ömrü 120 gündür. Bir yıldızın ise doğumu, kırmızı dev bir yıldıza dönüşü, sonra beyaz cüceye ve en son olarak da siyah cüceye dönüşümü için ise milyarlarca yıl geçer. Her bir olayda sonsuz Kudretin eli vardır.

*Şu kâinata baktığımız vakit görüyoruz ki, zaman seylinde mütemadiyen çalkalanan ve kafile kafile arkasından gelip geçen mahlûkatın bir kısmı bir saniyede gelir, derakap kaybolur. Bir taifesi bir dakikada gelir, geçer. Bir nevi, bir saat âlem-i şehadete uğrar, âlem-i gayba girer. Bir kısmı bir günde, bir kısmı bir senede, bir kısmı bir asırda, bir kısmı da asırlarda bu âlem-i şehadete gelip, konup, vazife görüp gidiyorlar.

Bu hayret verici seyahat ve seyeran-ı mevcudat, o sefer ve seyelân-ı mahlûkat öyle bir intizam ve mizan ve hikmetle sevk ve idare edilir; ve onlara ve o kafilelere kumandanlık eden öyle basîrâne, hakîmâne, müdebbirâne kumandanlık ediyor ki, bütün akıllar farazâ ittihad edip birtek akıl olsa, o hakîmâne idarenin künhüne yetişemez ve kusur bulup tenkit edemez. (LEMALAR, 30.Lema)

*şecere-i kâinatın bütün dal ve budaklarıyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var; geçmiş ve gelecek tavırlarından ve vaziyetlerinden müteşekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz’ünün ilm-i İlâhiyede muhtelif tavırlarla müteaddit vücutları bir silsile-i vücud-u ilmî teşkil eder. (LEMALAR, 30.Lema)

         Evrendeki bu hareket yani alemi gaybdan gelip alemi şehadete uğrayan bütün varlıklar, Allah’ın güzel isimlerinin çok güzel cilvelerini gösterirler. Onlara yaratıcıları tarafından verilen görevleri yaparlar ve giderler. Görünmeyen bu alemden gelen emirle, kudret harekete geçer, hayat bulurlar, canlanırlar ve güzelleşirler. Bu perdenin arkasında her an o ilahi güzel isimlerin tecellisi vardır.

*Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok aynaları vardır; sudan havaya, havadan esire, esirden Âlem-i misale, Âlem-i misalden Âlem-i ervâha, hattâ zamana, fikre tenevvü ediyor. Hava aynasında, bir kelime milyonlar kelimat olur; kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acip istinsah ediyor. İn’ikâs, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi aynalarında olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir. (MEKTUBAT, Hakikat çekirdekleri)

Görünen alem, görünmeyen alemler için bir tarladır. O alemlerin meyvelerinin çoğu bu alemden gönderilir. Misal alemi, melekut alemi ve uhrevi alemler için mahsüller, oraya gerekli şeyler ve bütün güzellikler buradan gönderilir. Yeryzü tezgahında dokunanlar ve tarlasında yetişenler buradan bilinmeyen aleme gönderilirken bir kısmını da ahiret alemine dökerler.

*Hadsiz âlem-i misâl gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-i mahdut sâir uhrevî âlemlere birer mahsülât veya tezyinât veya levâzımât gibi onlara münâsip şeyleri yetiştirmek için şu dar mezraâ-i dünyada, zemin yüzünün tezgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip, kâinatı seyyâle ve mevcudâtı seyyâre ederek şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pekçok mahsülât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazîne-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp, âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor. (SÖZLER, 30.Söz)

Yaratılış ağacının görünen bu alemindeki işleri, bir intizam altında olur, bir kanunla yapılır. İşte bu ilahi kanunlar ilahi bir matbaa gibi çalışır ki, buna tabiat adı verilir. Tabiattaki bunca güzellikler, nice sanatlı varlıklar, sayısız tatlı ve güzel görünümlü nimetleriyle birisi bize, kendini bildirmek, tanıttırmak ve sevdirmek istiyor ki perdeler arkasındaki o zat ancak Allah’dır.

*Ve Esmâ-i Hüsnânın çok hasnâ ve güzel cilvelerini tazelendirmek için âlem-i gaybdan gelip âlem-i şehadete vazifedârâne bir seyerandır, bir cevelândır. (ŞUALAR,2.Şua)

*bu maddî ve cismânî olan âlem-i şehadet dahi bir cesettir, bir lâfızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esmâ-i İlâhiyeye dayanır, hayatlanır, istinad eder, canlanır, ona bakar, güzelleşir. Bütün maddî güzellikler kendi hakikatlerinin ve mânâlarının mânevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise, esmâ-i İlâhiyeden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridir.(ŞUALAR,4.Şua)

* Âlem-i şehadet denilen, cesed-i hilkatin anasır ve âzâsının ef’allerini intizam ve rapt altına alan şeriat-ı fıtriyye-i İlâhiye vardır. İşte şu şeriat-i fıtriyedir ki, “tabiat” veya “matbaa-i İlâhiye” ile müsemmâdır. (MUHAKEMAT,1.Maksat)

* bu cismânî âlem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve san’atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mucizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor. (ŞUALAR,7.Şua)

Bu evrende elementler dünyasına bakıldığında sürekli bir değişim içinde oldukları gürülür. Bu baharda kendini gösteren çiçekler, yapraklar hatta hayvanlar ve insanlar devamlı değişim içindedir. Açan çiçekler, yapraklar zamanı gelince dökülür ama yeniden ilkbaharda tekrar benzerleri yaratılır. Görünen alemde her şeyin fotoğrafları çekilir, hafızalarda yerlerini alır ve onlar gayb alemine doğru yolculuklarına devam ederler.

* En büyük daire olan zerrat âlemini bir tarla yapıp, her zaman kâinat kadar mahsulâtı, kudretiyle, hikmetiyle onda eker, biçer, kaldırır. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme gönderir. (MEKTUBAT,20.Mektup)

* Şu mahlûkat, izn-i İlâhî ile, zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, âlem-i gaybdan gönderiliyor, âlem-i şehadette vücud-u zâhirî giydiriliyor, sonra âlem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbânî ile, mütemadiyen istikbalden gelip hâle uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür. (MEKTUBAT,20.Mektup)

*Eşya zeval ve ademe gitmiyor; belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor, âlem-i şehadetten âlem-i gayba gidiyor, âlem-i tagayyür ve fenâdan âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor. (MEKTUBAT,24.Mektup)

Kur’an, semanın 7 kat olarak yaratıldığını anlatır, ancak görünen bu alemlerin dışında da başka alemler, ahirete ait, bilinmeyen ve misal alemleri gibi alemlerin olduğunu da haber verir.

*Ve nev-i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise, semâvât-ı seb’ayı âlem-i şehadete münhasır görmüyor; belki avâlim-i uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semâvâtın var olduğunu fehmeder. (LEMALAR, 12.Lema)

*semâvat âlemi, yalnız âlem-i cismanîye bakmıyor; belki âlem-i ervâhı ve âlem-i melekûtu tazammun ettiğinden, bir cihette perde altında âlem-i şehadeti ihata etmiştir. (LEMALAR, 28.Lema)

*bu âlem-i fâni ve âlem-i şehadet ise, âlem-i gayba ve dâr-ı bekaya bir perdedir. Cennetin merkez-i kübrâsı uzakta olmakla beraber, âlem-i misal aynası vasıtasıyla her tarafta görünmesi mümkün olduğu gibi, hakkalyakin derecesindeki imanlar vasıtasıyla, Cennetin bu âlem-i fânide-temsilde hata olmasın-bir nevi müstemlekeleri ve daireleri bulunabilir. Ve kalb telefonuyla, yüksek ruhlarla muhabereleri olabilir, hediyeleri gelebilir. (LEMALAR, 28.Lema)

*âlem-i şehâdet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatât-ı Rahmâniye ve hitâbât-ı Ezeliyenin (SÖZLER,19.Söz)

*şu âlem-i maddiyât ve şehâdet ise, âlem-i melekût ve ervâh üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir. (SÖZLER, 29.Söz)

*nihayetsiz emellerden tevellüd eden gayr-i mütenâhî efkâr ve tasavvurât-ı insaniye, şu âlem-i şehâdetin arkasında bulunan saadet-i ebediyeye elini uzatmış, ona gözünü dikmiş, o tarafa müteveccih olmuş olduğunu (SÖZLER,29.Söz)

Bu maddi alemde ve görünmeyen alemlerde olanlar hakkında bilgiler veren Kur’an; bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak’ın sözü olarak bize olayları anlatan bir kitabdır.

*Kur’ân’ın misli olmadığına ve mu’cize ve hârika olduğuna ve bu âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisânı ve bir Allâmü’l-Guyûbun kelâmı bulunduğuna (SÖZLER, 25.Söz)

Dr.Selçuk Eskiçubuk

www.NurNet.Org

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: