Sadaka ve Zekat Kimlere Verilebilir ?
“Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller. Düşmanlarınıza karşı size yardım eder. Kötü anlarınızda ayaklarınızı kaydırmaz.” Hz.Peygamber(s.a.v)
Zekât, Allah rızası için yapılan yardım nevi’leri veya verilen şey; Sadaka ise insanın malından sırf Allah rızası için muhtaç olanlara temlik edilmek üzere çıkardığı bir vergi türü anlamında fıkıh terimleridir.
Zekâta, mü’minlerin Allah’ın emirlerine uymadaki sadakatlarini gösterdiği için “sadaka” da denilmiştir. Çoğulu sadakât’tır.
Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlîkin Allah için olması.
Sadaka, yükümlünün durumuna göre farz, vacib veya nâfile hükmünde olur.
Sadakanın farz olan kısmı zekâttan ibaret olup; tarım ürünlerinin zekâtı olan öşrü; hayvanların, ticaret mallarının, altın, gümüş ve diğer nakit paraların zekâtı ile define ve madenlerin zekâtını kapsamına alır.
Cenab-ı Hak Furkan-ı Hâkim de şöyle buyuruyor:
- “Namazı kılın, zekâtı verin.” (el-Bakara, 2/43);
- “Mü’minlerin mallarından zekât al ki, onları temizleyip mallarını çoğaltasın” (Tevbe, 9/103);
- “Hasat günü ürünün hakkını ödeyin” (el-En’âm, 6/141)
Hz. Peygamber’in çeşitli hadislerinde farz olan zekât emredilmiştir: “İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Bunlardan birisi de zekât vermektir” (Buhârî, İmân, 1, 2; Tefsîru Süre, 2/30; Müslim, İmân, 19-22; Tirmizi, İmân, 3; Nesâî, İmân,13)
İhsanlar zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Ba’zan da fâidesiz gider. Çünkü Allah nâmına vermediğin için, ma’nen minnet ediyorsun; biçâre fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbûl olan duâsından mahrum kalıyorsun.
Hem hakîkaten Cenâb-ı Hakk’ın malını ibâdına vermek için bir tevziat me’muru olduğun halde, kendini sâhib-i mal zannedip bir küfrân-ı ni’met ediyorsun.
Eğer zekât nâmına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevab kazanıyorsun, bir şükrân-ı ni’met gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeğe mecbûr olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.
Evet zekât kadar, belki daha ziyâde nâfile ve ihsan, yâhut sâir sûretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât nâmına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlası, hem makbul bir duâyı kazanmak nerede? (Mektubat, 22.Mektub)
Namaz dinin direği ve kıvamı olduğu gibi, zekât da İslâmın kantarası, yani köprüsüdür. Demek, birisi dini, diğeri asayişi muhafaza eden İlâhî iki esastırlar. Bunun için birbiriyle bağlanmışlardır.
Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:
1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması. Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. “Size rızık olandan veriniz” demektir.
3. Minnetle in’âmın bozulmaması(minnet etmemek). Yâni “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.” Yâni “Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz.”
4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.
5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi. Sadaka nasıl mal ile olur. İlim ile dâhi olur. Kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor.
6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette(günahlar ve haram eğlenceler) değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır. Öyle adama veresin ki, nafakasına(ailevi, zaruri ihtiyaçlarına) sarf etsin. Yoksa sefahete sarfedenlere sadaka makbûl olmaz. (İşaret-ül İ’caz, s.24)
Fıtır sadakası, vacib hükmünde bir sadaka türüdür.
Bu, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarının dışında en az nisap miktarı bir mala mâlik bulunan her hür müslümanın yoksullara vermesi gereken bir sadakadır. Buna kısaca, “fitre” denir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atıyyesi(hediyesi) anlamına gelir.
Abdullah b. Abbas(r.anhümâ)’dan yapılan rivâyete göre Rasûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cenab-ı Hak, oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim bayram namazından önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12, 13, 16; Ebu Dâvud, Zekât, 18, 20; Nesâi, Zekat, 31, 33)
Sadaka verilecek fakirler arasında bir tercih söz konusu olursa; bu durumda öncelikle Takvası en üstün olan fakire bu sadakayı vermek gerekir.
Sadakayı verirken, tasadduk ettiği sadaka ile ihtiyaç sahibinin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gibi güzel düşüncelerle vermek gerekir.
Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip, Allaha hamd etmelidir.
Bir hadislerinde Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Müslüman, güvenilir, kendisine emredileni tam ve eksiksiz gönül huzuru ile yerine getiren, kendisine emredilen kimseye ödenmek istenileni ödeyen haznedar, sadaka veren iki kişiden biridir.” (Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 205)
Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi, Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek.
Cenab-ı Hakk(c.c) Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerimde mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Şeytan sizi Allah yolunda infak ederken fakir olursunuz diye korkutur ve sadaka vermemenizi emreder.” (Bakara 268)
Efendimiz(s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Sadaka, malı eksiltmez, malı çoğaltır ve bereketlendirir.” (Müslim, Birr 69; Muvatta, Sadaka 12)
Bir kudsi hadiste: “Ey Ademoğlu! İnfak et ki, Ben de sana infak edeyim.” buyrulmaktadır. (Buhari, Zekat 28; Müslim, Zekat 57)
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v), Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’ya şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Esma! Cimri olma ki, Allah da sana eksik vermesin. Saymadan ver ki, Allah da sana saymadan versin. Kesenin ağzını bağlama ki, Allah da sana nimetini eksik etmesin, kesenin ağzını bağlamasın. İnfak et ki Allah da sana infak etsin.” (Buhari, Zekat 21; Müslim, Zekat 88; Tirmizi, Birr 40)
Çeşitli ameller arasında fazilet bakımından farklar bulunduğu gibi, ihtiyaç sahiplerine yapılan yardım ve tasadduklarda da bir sıra gözetilmiş; öncelikli tasadduk alanları belirlenmiştir.
Gerçekten kişinin çok yakınında, belki aile fertleri arasında büyük sıkıntı içinde olanlar varken, uzakta olanlara yardım etmeye kalkışması maslahata uygun düşmez. Bu yüzden yardım ve infaka en yakınından başlamak prensibi getirilmiştir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin sarfedeceği en faziletli dinar, kendi aile fertlerine infak ettiği dinarla, Allah yolunda hayvanına ve yine Allah yolunda cihad edecek olan arkadaşlarına harcadığı dinardır.” (Müslim, Zekât, 38; Tirmizi, Birr, 42; İbn Mace, Cihâd, 4; Ahmed b. Hanbel, V, 279, 284).
Yine Rasûlüllah(s.a.s) “Allah yolunda harcanan, bir köle azadı için sarfedilen, bir yoksula verilen veya ailenin geçimi için yapılan harcamaları zikrettikten sonra, bunların sevap bakımından en üstününün aile fertlerine yapılan harcamanın olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Zekât, 39)
Bu hadislerde zikredilen aile fertlerinden maksat; bir kimsenin nafakası kendisine ait olan çocukları, eşi, annesi, babası ve hizmetçisidir.
Sadakanın en kıymetli, en iyi, en temiz ve en sevilen maldan verilmesi çok faziletli olmakla birlikte, bir mü’minin tasaddukunu sevdiği mal cinsinden yapması, Cenab-ı Hakkın rızasını kazanmaya sebep olur.
Kur’ân-ı Kerim’de Al-i İmran suresinde mealen; “Siz sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe iyilik ve taate nail olamazsınız” buyurulur. (Âl-i İmrân, 192)
Bu âyet inince Ebû Talha(r.a), Rasûlüllah(s.a.s)’e gelerek şöyle dedi: “Benim en çok sevdiğim malım Beyrahâ adındaki bahçemdir. Bu malım Allah için sadakadır. Onun Allah nezdinde sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Ey Allah’ın elçisi; onu istediğin yere sarfet!” Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), bu kararının çok kârlı bir yatırım olduğunu belirttikten sonra, bahçesini hısımlarına(akrabalarına) vakfetmesini bildirdi. (Müslim, Zekât 42, 43)