Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesi Mi? Günaydın!

Günaydın beyler!

Cumhuriyet tarihinin en önemli aktörlerinden birisi hiç şüphesiz Bediüzzaman Said Nursi’dir.  Onsuz anlatılan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hep eksik kaldığını ve kalacağını her vicdan sahibi bilmekteydi/bilmektedir. Ancak yıllardır Bediüzzaman gerçeğini anlatmak isteyen vicdanlara pranga, dillere ise kilit vuruldu. Bediüzzaman’ın vefatından sonra onun sesi ve soluğuna tahammül edemeyenler, “yeni nesillere anlatılmasın veya yanlış anlatılsın, çarpıtılsın” diye her vesileyi acımasızca kullandılar, onun üzerine kalınca bir çizgi çekerek yok saydılar.

Ancak “güneşi  balçıkla” sıvamanın imkansız olduğunu bilenler, “ya güneş tekrar doğarsa” endişesi ile her geçen gün kâbuslarla uyandılar. Ve nihayet hakikat çehresini bir kere daha gösterdi. Atılan balçıklar güneşin kavurucu sıcaklığı ile kurudu ve sonra param parça olup her tarafa dağıldı. Güneşe hasret gözler kamaşıp, nurlanırken, yarasalar sağa sola kaçıştılar. Kaçarken bile belki tekrar güneşi kapatırız ümidiyle ellerindeki son balçık parçalarını savurmayı ihmal etmediler/etmiyorlar.

“Hür Adam” filmiyle birlikte bir kez daha savrulan bu balçık kırıntılarıyla mide bulandırmanın gayretine girenlere söylenecek tek şey vardır:

“Boşuna uğraşmayın. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Sizin yatsı vaktiniz gelmiştir, biraz uyuyup dinlenseniz bu millete en büyük iyiliği yapmış olursunuz. Yetmiş seneden beri “bir karşı bayıra gömdüğünüz bu yiğit”, istemeseniz de tekrar kalktı. Ama bu kez sadece Türkiye’nin huzuru için değil, bütün dünyanın saadet ve huzuru için kalkıyor. Mahkeme salonlarını inleterek; ‘Benim ölümüm başınıza bir bomba gibi patlayacak, bir ölsem bin dirilirim’ mesajı artık bütün haşmeti ile tecelli etmektedir.”

Savrulan balçık kırıntılarından bazıları da; “Yok Bediüzzaman T.B.M.M.’ye gelmemiş, Mustafa Kemal ile görüşmemiş, konuşma yapmamış vesaire…” diyor.

“Günaydın!..” demezler mi adama? Yeni mi uyandınız? Bu haberleri yeni mi duydunuz? Altmış-yetmiş sene önce yazılan ve kitaplarda, dergilerde çarşaf çarşaf yer alan bir iddiaya yeni mi cevap veriyorsunuz? Bediüzzaman bunları kitabına alırken, o dönem milletvekillerinin yüzde doksanı hayattadır. Hiç birisi çıkıp bu iddiayı inkar edememiş. Bediüzzaman’ı bir kaşık suda boğan sizin fikir babalarınız, gazeteleriniz, medyanız da bu iddiaya ses çıkarmamış. Sudan bahanelerle Bediüzzaman’ı hapis hapis süründürenler, acaba bu iddiaya niye sessiz kalmışlar? Halbuki bunu çürütmek gayet basitti. Birkaç milletvekilini şahit göstererek bu iddiayı yetmiş sene önce çürütebilirlerdi.

Kitaplarındaki en masum ifadeleri bile, akla hayale gelmez şekilde tevil ve tefsir ederek onu mahkûm etmek isteyen yüzlerce savcıdan, mahkemeden hiçbirisi Bediüzzaman’ın bu meclis iddiasına dokunmamıştır. “Dinden imandan bahsediyorsun, bir de yaşamadığın bir şeyi ne diye yazmışsın” diyememişler. Etrafındaki talebelerini ondan soğutmak ve uzaklaştırmak için onur kırıcı her türlü iftirayı reva görenler, bu iddiaya neden hiç temas etmediler? Ellerindeki bu hazır malzemeyi “mal bulmuş mağribi” gibi kullanabilirlerdi. Yoksa basiretleri mi kapanmıştı?

Beyler, Bediüzzaman artık tarih olmuştur, kaynak olmuştur. Nutuk’ta geçen her ifadeyi delilsiz kabul ettiğiniz gibi, Bediüzzaman’ın yazdıklarını da nutkunuz tutulmadan okuyup kabul etmek durumundasınız. “Saçlarım adedince başlarım olsa ve her gün birini kesseniz, yine doğruluktan vazgeçmem” diyen Bediüzzaman gibi bir zatı,  tezatlarla dolu kendi zemininize çekerek kendinizle karıştırmayın. Bediüzzaman hayatında tek bir yalana tenezzül etmemiştir. İzzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden Bediüzzaman ne diye yaşamadığı bir olayı yaşamış gibi yazsın? Kaldı ki, onlarca milletvekili de bu olayı doğrulamaktadır. Bediüzzaman’ın, “Herkes olaylara kendi gözlüğü ile bakar, gözlüğü beyazsa beyaz, siyahsa siyah görür” mealindeki sözünü, sizlerin sayesinde bir kez daha anlamış bulunmaktayız.

Ama biliyorum; yine onun ifadesi ile; “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.” Gözlerinizin sağda solda belge aradığını hisseder gibiyim…

Buyurun size bizzat meclis ceridesinde geçen belge:

Ulemâdan Bediüzzaman Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşâmedi:

Reis:

“Efendim, Bitlis Mebusu Arif Bey’le rüfekasının takriri var.

“Riyaset-i Celileye,

“Vilâyat-ı Şarkiye ulemâ-yı benamından olup Anadolu gazilerini ve Meclis-i Âli’yi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine hoşâme­di edilmesini teklif ediyoruz.”

“Bitlis-Arif, Bitlis-Derviş, Muş-Kasım, Muş-(İlyas Sami), Siirt- Salih, Bitlis-Resul, Ergani-Hakkı”

(Alkışlar)

Rasih Efendi (Antalya): “Kürsüye teşriflerini ve dua etmelerini ken­dilerinden rica ederiz.”(1)

Yetmedi mi? Bir belge daha verelim. 23 Kasım 1922 tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde de Bediüzzaman’ın Meclise gelişi ilan edilmiş:

“Vilayet-i Şarkiyye ulema-ı beyamından olup Anadolu gazilerini ve meclis-i âliyi ziyaret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve samiin locasında bulunan Bediüzzaman Molla Said Efendi Hazretlerine beyan-ı hoşamedi edilmesi hakkındaki Bitlis Mebusu Arif Bey ve rüfekasının takriri alkışlar arasından kıraat edildi.”(2)

Şimdi inandınız mı, Bediüzzamanın meclisi teşfir ettiğine, Meclis kürsüsünde kısa bir konuşma ve dua yaptığına?

Peki bu sırada meclis başkanı kimdi? Meclise davet edilen ve kürsüde de konuşma yapan bir misafirin meclis başkanı ile görüşmemesi mümkün mü? Kaldı ki, Bediüzzaman’ı davet edenlerin başında Mustafa Kemal gelmektedir. Hem neden bu iki şahsın görüşmesinden bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Görüşseler ne olur, görüşmeseler ne olur; nihayetinde ikisi de bu dünyadan göçüp gitmişler. Yoksa Bediüzzaman’ın Meclise gelmesi “ona artı değer kazandırır” diye rahatsız mı oluyoruz?

Beyler, Bediüzzaman kainat meclisinde her gün bütün varlığa hitap eden bir dava ve maneviyat adamıdır. Her dakika  milyonlarca insan onun hitaplarını okuyarak “sadakte” selamı ile onu hoşamedi ediyorlar.  Kaldı ki, şöhret O’nun için “aynı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar.” O’nun şöhrete ihtiyacı yoktur, hayattayken şöhretten fersah fersah uzak durmuştur.

Binlerce yerli ve yabancı devlet adamının çıktığı bir kürsüye, doksan tane talebesini Birinci Cihan Harbi’nde şehit vererek Ruslara esir düşen ve hayatı baştan sona bu ülkeye hizmetle geçen bir vatan evladının çıkması, sizi çok rahatsız ediyorsa, olmamış kabul edin ve rahatlamaya çalışın. Ne de olsa Türkiye’nin gerçeklerini yıllardır görmezden gelmeye alışıksınız. Bir kereciğine de bunu Bediüzzaman için yapın. Eminim ki bir süreliğine de olsa çok rahatlayacaksınızdır.

İçinde bulunduğunuz psikolojiyi çok iyi anlıyorum. İsterseniz size de bir örnekle anlatayım. Belki örnek hoşunuza gider. Ama örneğin Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemeyeceğim!

Bir tavus kuşu düşünün. Yumurtasından çıkmış ve muhteşem kanatlarıyla gök yüzünde süzülen bir tavus kuşu. Onu gören kargalar çileden çıkarlar.  Karalama kampanyası başlatırlar. Yukarıya bakmak istemedikleri için, aşağı eğerler başlarını. O sırada tavus kuşunun içinden çıktığı yumurta kabukları nazarlarına ilişir. Aradıkları malzemeyi bulmuş gibi didik didik ederler bu kabukları. Kimisi “vay inceymiş kabuğu”, bir diğeri “vay süresini doldurmadan yumurtasından çıkmış”, bir başkası “vay kabuk çok az kırılmış” diyerek, saldırmaya başlarlar. Böylece, “işini bitirdik” diye yıllarca kendilerini avuturlar. Fakat tavus kuşunun her geçen gün kalplerde taht kurduğundan bihaberdirler.  Fark edince de ne yapacaklarını şaşırırlar ve eskisinden bin beter olurlar.

Nasıl;  yanılıyor muyum? “İçimizi okudunuz.” diyorsunuz değil mi? Karga ilavesi bana ait olsa da, örneğin aslının Bediüzzaman’a ait olduğunu söylemem de artık bir sakınca yoktur. Zira yazıyı okudunuz artık. Emin olun, bir batılı yazarın ismi ile Bediüzzaman’ın eserleri piyasaya sürülseydi,  yumurta kabuğu ile uğraşmaz, satır satır okurdunuz bu kitapları. Ama ne eylersin… Ah şu ön yargılar. Aynştayn (Einstein) kendi ön yargıları için “Atomu parçalamaktan daha zordur.” der. Bizim ön yargıları görseydi başka bir imkansızı örnek verirdi.  Çünkü nihayetinde atomun da parçalanması mümkün.

Benim bir önerim var; her sene bir günlük ön yargı tatili yapalım; ne dersiniz?  Ne olur bu teklifime ön yargı ile bakmayım, gayet samimiyim. Doğum gününde bir senenin muhasebesini yaptığımız gibi, ön yargı tatilinde de ne kadar ön yargılı davrandığımızın muhasebesini yapmış oluruz.

Bu yazının kaleme alındığı 2011 yılının ilk gününde, 2011’in ön yargının en az yaşanacağı bir yıl olmasını temenni ederim.

Bu temennimden de bir anlam çıkarana aşk olsun. “Amacınız,  bu öneri ile 2011 yılında ön yargıların önünü keserek, 2012 yılını da Bediüzzaman yılı yapmaktır” diyen biri çıksa hiç şaşırmam. Bu da benim ön yargım olsun!..

Ön yargısız nice yıllara…

Ferhat Aslan

www.RisaleHaber.com

DİPNOTLAR:

1-TBMM Zabit Ceridesi, 1. Celse, Cilt 24, 135. içtima, Perşembe, 9 Teşrin-i Sani (Kasım), 1338 (1922), 457; iktibas eden: Şahiner, Bilinmeyen Taraftarıyla, 259. Belgenin orjinali için:   http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=17692

2-Cemalettin Canlı, Yusuf Kenan Beysülen, “Zaman İçinde Bediüzzaman”, s:279, İletişim Yayınları.

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: