Samsun Mahkemesi ve Dr. Sadullah Nutku

Bediüzzaman Said Nursî’ye zorla şapka giydirilmeye çalışılmasından, Bediüzzaman’ın buna bir dilekçe ile itirazından, o dilekçe metninin ve bazı üniversite talebelerinin aynı konudaki başka dilekçelerinin Samsun’daki bir gazetede neşri üzerine Samsun’da açılan davaya bizzat katılmasının Savcı tarafından ısrarla istenilmesinden, Bediüzzaman’ın ise Samsun’a o  dava için gitmeye sağlık durumunun müsaade etmemesinden  ve mahkemenin kabulü için bir Sıhhî Kurul raporunun alınmasından, Tarihçe-i Hayat’ta çok kısa olarak bahsedilmektedir.

Bu olayın Tarihçe-i Hayat’ta bulunmayan daha teferruatlı şeklini, yakın bir geçmişte vefat eden merhum Mehmet Nuri Güleç bana anlatmıştı ve ben de onun anlattıklarını babam Dr. Sadullah Nutku ile ilgili kitabımın 427-432. sayfalarında yazmıştım.

Mehmet Nuri Güleç’in bana anlattıkları

Bu rapor hadiselerinin bizzat içinde bulunan ve Bediüzzaman için Samsun’daki mahkeme hakimliğine göndermek maksadıyla Ceylan Ça­lışkan ile birlikte Dr. Sadullah Nutku’dan ilk raporu alan (Risale-i Nur ta­lebeleri arasında “Mehmet Fırıncı” veya “Fırıncı Ağabey” olarak adından bahsedilen) Mehmet Nuri Güleç bu olayın teferruatını bana şöyle naklet­mişti:

“1952 Yılında, Samsun’da çıkardığı ‘Büyük Cihat’ adlı gazetede Millet Partili Mustafa Bağışlayıcı, Bediüzzaman’ın mektubunu Bediüzzaman’dan habersiz olarak, Demokrat Parti’nin din­darlara baskı yaptığını iddia eden bir yorumla ve ‘En Büyük Delil’ manşeti ile neşredince gazetenin sahibi olarak kendisi, gazetenin Yazı İşleri Mü­dürü Hüseyin Yücel ve Bediüzzaman aleyhinde de ceza davası açılmıştı.

O sıralarda din düşmanları, bütün Türkiye’de dindarları hedef alan bazı operasyonlarla Türkiye’deki dinî önderleri suçlamak gayret ve tah­riklerine girişmişlerdi. Samsun’da, ‘Büyük Cihat’ gazetesinde çıkan yazı ile alâkalı dava Türkiye’nin bu ortamında devam ederken, Bediüzzaman Emirdağ’da ikamet ediyordu ve bu dava için Samsun’a gitmeyip, ken­disinin isteği üzerine istinâbe yoluyla (mahkemenin olduğu ilin dışında) ifadesi alınarak Samsun’a gönderiliyordu. Mahkemenin savcısı ise, Be­diüzzaman’ın Samsun’daki duruşmalara celb edilmesi için hakime ısrarda bulunuyordu.

Aslında Samsun’daki mahkemeye gidemeyecek kadar da hasta olan Bediüzzaman için Savcı’nın bu ısrarının, Samsun’a mahkemenin duruş­ması için gittiğinde bazı tertip ve tahriklerle hadiseler çıkartılarak bunların sorumluluğu suçlamaları ile Bediüzzaman’ın tevkif edilmesi planıyla alâ­kalı olabileceğini düşünerek, onun hizmetindeki Risale-i Nur talebeleri, bu plana fırsat vermemenin çarelerini aramışlardı. O sırada güçlükle ancak İstanbul’a kadar gelebilmiş olan Bediuzzaman için ancak, Samsun’daki duruşmalara celbini önleyebilecek rapor alabilmek bu plana karşı çare olabilirdi.”

Ceylan Çalışkan ile beraber Mehmet Nuri Güleç, “Bediüzzaman’a böyle bir raporu nasıl alabiliriz?” diye düşünürlerken, İstanbul-Sirkeci tren istasyonunun karşısındaki handa bir doktorun tabelası gözlerine ilişmiş. “Verem ve Dahilî Hastalıklar Mütehassı­sı Dr. Sadullah Nutku” yazılı bu tabelayı okuduktan sonra, daha önceden kendisini hiç tanımadıkları ve kendilerine hiç kimse onu tavsiye etmemiş olduğu hâlde; “Bu doktor belki bu mevzuda bize yardımcı olabilir” diyerek, ikisi birlikte Dr. Sadullah Nutku’nun muayenehanesine gitmişler.

Dr. Sadullah Nutku, o tarihte “Maslak Askerî Prevantoryumu” (şimdi yok) adındaki askerî hastanede tabib binbaşıyken o görevinden istifa ile sivil hayata yeni geçmiş ve İstanbul Sirkeci’deki o özel muayenehanesini yeni açmış bulunuyormuş.

Ceylan Çalışkan ve Mehmet Nuri Güleç, daha önce hiç tanımadık­ları ve tabelasını ilk defa görüp geldikleri muayenehanesinde, o tarihe kadar Bediüzzaman’ı henüz tanımamış ve bahsini de hiç duymamış olan Dr. Sa­dullah Nutku’ya niçin geldiklerini anlatmışlar. “Çok mühim bir din âliminin aleyhinde Samsun’da haksız bir dava açıldığını, bu mühim âlim zatın hem yaşlı ve hasta olduğunu, hem de Samsun’da bir provokasyon senaryo­su ile kendisi, talebeleri ve bazı masum Müslümanları mağdur edecek bir tertip hazırlığını hissettiğini, kendisinin bu davanın duruşmasına bizzat gitmemek ve İstanbul’daki bir mahkemede istinabe yoluyla ifade vermek istemesi­ne rağmen bu haklı isteğinin kabul edilmediğini, bu durumun kendisi ve Müslümanlar aleyhine Samsun’da bir tertip hazırlandığı şüphelerini arttır­dığını, avukatlarının da ancak sağlık sebepleri gösterilirse mahkemedeki duruşması için Samsun’a gitmeyebileceğini söylediğini anlatarak, Bediüz­zaman için Samsun’daki mahkemeye bizzat katılmamasını mazur göste­recek bir rapor alabilmelerinde Dr. Sadullah Nutku’dan yardımcı olmasını” istemişler.

Dr. Sadullah Nutku da, o zamana kadar hiç tanımadığı kendisine anlatılan Bediüzzaman’ı ve onunla birlikte bazı Müslümanları Samsun’da hedef alan şer planlarının bozul­masını sağlayabilmek için, hemen “Hermes Baby” marka küçük porta­tif mekanik daktilo makinesinde bir rapor yazmış. Verdiği bu ilk raporun mahkemeye sunulabilecek bir heyet raporu hâline dönüştürülebilmesi için de, bazı doktor meslektaşları ile görüşmüş. Neticede, (Tarihçe-i Hayat’ta kısaca “sıhhî kurul” olarak bahsedilen) aslında onun ilk raporuyla başlayıp daha sonraki meslekî temas ve gayretleriyle alınan ve Bediüzza­man’ın karadan, denizden veya havadan Samsun’a gitmeye vücudunun tahammül edemeyeceği yazılı heyet raporu, Samsun’daki mahkeme tara­fından kabul edilmiş ve Bediüzzaman o raporla Samsun’daki mahkemeye bizzat gitmeyerek, İstanbul’da istinabe yoluyla verdiği ifadesini o mahkeme­ye göndertmiş.

Böylece de Dr. Sadullah Nutku, o heyet raporunun alınmasındaki yardımlarıyla hem Bediüzzaman’ın, onunla birlikte bazı Risale-i Nur tale­belerinin ve Müslümanların aleyhine muhtemel bir provokasyonla zulüm teşebbüsünü önlemiş; hem de, ileride Bediüzzaman’ın Kur’an ve iman hizmetine ve Risale-i Nur talebeliğine, önce kendisinin bizzat verdiği raporunun ardından, o “sıhhî kurul” raporunun alınabilmesindeki gayretiyle de sanki namzet olmuş…

Samsun Mahkemesinin başlangıcının Samsun’daki “Büyük Cihat” gazetesinde çıkan yazıda Bediüzzaman’ın başındaki sarığın çıkartılıp onun yerine şapka giydirilmeye çalışılmasının anlatılmasıyla DP iktida­rının hedef alınmış olması dolayısıyla Bediüzzaman’a vermiş olduğu o ilk raporundan başka, ona bu zorbalıkların benzerlerinin tekrarlanmasını önlemek için iki yıl kadar sonra “Bediüzzaman’ın Dr. talebesi” olarak verdiği ikinci raporu ve daha sonraki raporları, onun ömrünün sonuna kadar Sün­net-i Seniyye olan sarığa muhabbetle ve onun yerine konulmaya çalışı­lan “frenk serpuşları”na da, bilhassa camide namaz kılınırken bile onların başa konulmasına muhalefetle hareket etmesinin belki de mühim sebeb­lerini meydana getirmiş olabilir.

* * *

Mehmet Nuri Güleç bu rapor hadiselerinden sonra bir gün, Bediüzza­man’la Eminönü-Sirkeci muhitinde bir yere birlikte giderlerken, Bediüzza­man’ın birden yolunu değiştirip Bâb-ı Âli yokuşunu çıkmaya başladığını ve bir hanın kapısı hizasına geldiklerinde o handan Dr. Sadullah Nutku çıkın­ca, kendisinin onu hemen Bediüzzaman’a işaretle göstererek, “Sizin için raporları almamızda bize yardımcı olan doktor, işte bu” dediğini; fakat o anda Bediüzzaman’la Dr. Sadullah Nutku’nun aralarında göz-göze gelmek, selamlaşmak, tanışmak-görüşmek olmadan Bediüzza­man’ın –belki onunla tanışmalarının başka zaman ve şartlarda olacağını bilmesi sebebiyle– tekrar eski yoluna devam ettiğini de bana söylemişti.

*  *  *

Bediüzzaman’ı Emirdağ’da ilk defa ziyaret edip tanışmasından iki yıl kadar önce onunla yukarıda bahsettiğim şekilde Bâb-ı Âli yokuşundaki bir han kapısı önündeki karşılaşması, muhtemelen Dr. Sadullah Nutku’nun dikkatini çekmemiş ve hafızasında yer etmemiş olduğundan, bana bun­dan hiç bahsetmemişti. Mehmet Nuri Güleç bana bu hâtırayı naklettiğinde ise, Dr. Sadullah Nutku dünya hayatını yıllarca öncesinde terk etmiş bu­lunduğundan, kendisine bunu sormak ve teyid ettirmek imkânını da bula­mamıştım.

Prof.Dr. Mustafa NUTKU

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: