Son Söz Olarak (Barihudâ Tanrıkorur)

İlk duyduğunda annem, müslüman olduğuma çok üzülmüştü. Türkiye’de, yabancı bir ülkede tek başıma olmamdan rahatsız oluyordu. Annem her Pazar kiliseye giderdi. Oradaki papaza, benim müslüman olduğumu söyleyince, papaz da benim için Allah’tan af dilemeye başlamış. Eski dinime dönmem için birlikte nice duâlar etmişler.

Ben de annemin hidâyete ermesi için çok duâ ettim, ama bu iş, istemekle olmuyor. Allah’ın takdiri… Peygamber Efendimiz, öz amcasını bile istediği hâlde hidâyete getiremediği gibi…

Memleketimde aradığım huzuru bulamayınca İstanbul’a geri döndüm. Dönüşte bana Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis öğretecek hocalar ayarlamışlardı. İngilizce tercüme yapacak birisi de vardı. Âdeta kendimi bir hanımlar tekkesinde bulmuştum. Sorularıma istediğim gibi tatminkâr cevaplar bulabiliyordum. İlk defa Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettim. Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok zor öğrendim, bir türlü dilim dönmüyordu. Ama yavaş yavaş, büyük bir sabırla öğrettiler.

Türkiye’de herşeyi yavaş yavaş öğreneceğimi anladım. Yine anladım ki, insanlara ve makamlara takılmamak lâzım!.. Mevlânâ’nın dediği gibi renksiz makama, berrak makama ulaşıncaya kadar hiçbir şeye takılmamak lâzım!..

Süleyman Dede, benim çektiklerimi gördükçe:

“-Bir mevlevînin çilesi binbir gündür. Kızım, senin çilen ne kadar uzun sürdü. Allah seni neye hazırlıyor, bir türlü anlamıyorum!..” diyordu.

Süleyman Dede, bana sık sık:

“-Şu anne-babana mektup yaz; onlar iyi olmasaydı, sen böyle iman edemezdin!..” diyordu.

Türkçe’yi iyice öğrenmiştim. İlk hatmimi indirdikten sonra, hatim duâmda hocam anne-babam için dua etti… Aradan bir hafta geçmemişti ki, Süleyman Dede’yle beraber Amerika’ya dâvet edildik. Orada dört gün kaldık. Oradan da onu, annem ve babamın yeni göçtükleri şehre (Miami’ye-ABD) götürdüm.

Annem-babam, onu görür görmez:

“-Bu, bizim Tevrat ve İncil’de okuduğumuz Süleyman ve İlyas peygamberlerin nûrunu taşıyor.” demişlerdi.

Annem-babam çok bilgili insanlardı; özellikle Tevrat’ı çok iyi bilirlerdi. Onların bu teveccühü de beni Süleyman Dede’ye ayrı bir şekilde bağlamıştı.

Süleyman Dede, orada namaz kıldı. Babam, bizzat yemek yaptı. Herkes onu çok sevdi. Süleyman Dede de, onları Türkiye’ye dâvet etti.

Âilem, 3 yıl sonra Türkiye’ye geldi. Süleyman Dede’yi ziyaret ettiler. Bu vesileyle tanıştıkları Türkleri de çok sevdiler.

Teslim Olmayı Öğrenene Kadar

Süleyman Dede ile tekrar Türkiye’ye döndüm. Bir ara, ona döndüm ve:

“-Ben, daha ne kadar Türkiye’de kalacağım?” diye sordum.

O da:

“-Aklından neden ve niçin sorularını çıkarana kadar!.. Herşeyi sorgulayan Batı kafasından kurtulup teslim olmayı öğrenene kadar…” diye cevap verdi.

Aradan bir hayli zaman geçti. Artık eskisi gibi tereddüt ve endişeler, beynimi kemirip durmuyordu. İşte o zaman Süleyman Dede:

“-Artık gidebilirsin!..” diye izin verdi.

Ama bu sefer de ben gitmek istemedim. Süleyman Dede’ye:

“-Ben, Allah’a gitmek istiyorum, ölmek istiyorum!..” dedim. O ise itiraz etti:

“-Kızım, sen daha otuz yaşlarındasın!.. Evleneceksin, beyine hizmet edeceksin. Allah rızâsını kazanacaksın!..”

Konya’da Hazreti Mevlânâ’nın Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) kutlamasında 17 Aralık 1981’de bir semâ âyini vesilesiyle Cinuçen Tanrıkorur Bey ile tanıştım. Birkaç ay sonra da kendisiyle 28 Ağustos 1982’de evlendim. Sonra öğrendiğime göre, ikamet etmekte olduğumuz evlerimiz birbirine çok yakınmış. Yine beyimin vefatından sonra, günlüğünden okuduğuma göre de, rüyasında ona benimle evlenmesini tavsiye etmişler.

Süleyman Dede, bu evlilikten üç yıl sonra, 1985 yılında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Son Olarak Okuyucularımıza Söylemek İsterim ki…

Gençler, kültürünüzden, dininizden ve tarihinizden kaçmayın!.. Bunları öğrenin ve onlarla gurur duyun!.. Eğer sahip olduğunuz bu değerlerden kaçmaya çalışırsanız, yok olmaya mahkum olursunuz. Özünüze dönün.

Değerli okuyucularıma da şunları söylemek isterim. Türkiye’ye ilk defa geldiğim 1976 yılındaki ülkenizle şimdiki Türkiye arasında maalesef çok fark var. Müthiş bir Batı hayranlığı, sizi esir almış. Batının teknolojisini alın, ama onun esiri olmayın. Batının kokuşmuş hayat tarzı; sizin dininizi, âile hayatınızı ve örflerinizi alıp götürmesin!.. Buna izin vermeyin!.. Âile hayatının özenle korunması lâzım… Yaşadığınız toprakların altında bir çok evliyâullâh var. Onlar, sizin en büyük yer altı hazineniz!.. Onların ruhları, bu mekânları muhafaza ediyor. Ama siz de onların kıymetini bilmelisiniz.

Batı dünyası bu mâneviyattan mahrum… Toprakları da, ruhları da, mânevî hayatları gibi kurak ve çorak…

Teknoloji geldi, rahatlık arttı, ama huzurunuz kayboldu. Dışarıda aradığınız huzur, içinizde… Birçok kişi yoga ile meditasyonla o huzuru arıyor. Tıpkı benim İslâm’dan önceki çırpınmalarım gibi… Ben de İslâm’la tanışmadan önce, beyhûde yere huzuru oralarda aradım. Ama nafile… Gelin, siz de değerli vakitlerinizi boş yere kaybetmeyin… Huzuru, bulamayacağınız yerlerde aramayın. Huzur, sizde, sizin içinizde, sahip olduğunuz mukaddes değerlerinizde…

Son söz olarak biz de; bu duygu ve ibret yüklü hayat ve hatıralarını bizimle paylaşan Barihuda Tanrıkorur Hanım’a minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Halime Demireşik

Şebnem Dergisi

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: