Torun Niye Dedenin Yolunu Bıraktı

Pek Aziz ve Muhterem kardeşlerim!.. Vatandaşların çoğu diyorlar ki: Nasıl oldu da bu nesil her tarafta şan ve şerefle anılan o şehit dedelerin yolunu bırakıp ecnebi yolunu takibe geçti? Halbuki bu evlatların dedeleri değil mi idi ki: Hakimiyetini üç kıt’ada asırlarca sürdürebildi. Hatta bir ara 24 milyon kilometre kareye hükmetmişti. Yani hak din olan İslamiyet’i İnsanlığın beşte birine ve dünyanın yarısına bu çocukların dedeleri yaymamış mıydı?

            Evet, hak olan bu dini başkalarına kabul ettirirken zorla değil müspet davranışlarıyla, yaşayışlarıyla model olmak suretiyle dünyadaki olumsuz insanların içinde ki buzları eritip insanlığın fıtri ihtiyacı olan hak din onlarda da yer bulması için ve kabul görmesi için o dedeler her türlü fedakârlıkta bulunmamışlar mıydı. Bu hal karşısında, hakikaten bu insan ister istemez kendi kendine sormak ihtiyacı hissediyor? Acaba bu torunlar neden kendi hak dinine karşı bu kadar yabancı kalabiliyor?

            Hatta ve hatta bu torunlar, okuma yazması olmayanlardan da değil; bunlardan bazısı üniversite me’zunu olduğu halde, dünya ve ahiretini cennet yapmayı hak dinin hükümlerini hayat prensibi yapmayıp uzak kaldılar? Bu sorunun cevabını önümüzdeki yazılarımla cevap vermeye çalışacağım. “İnsan bilmediği ve tanımadığı şeyin düşmanıdır” kaidesince,  milletimize dinini ve mâneviyat’ını tanıtmadığımız için milletimiz onlara karşı yabancı kaldı, imanın tadını alamadığı için imansız yaşayabiliyor. İki hayatını cennet yapması imkan varken, önündeki ölüm korkusundan, o korkunç mezara girme dehşetinden cehennemi azap çekercesine mutsuz bir hayat yaşıyor. Çünkü insan bir şeyin tanımayıp yabancısı olduğu müddetçe, onu sevmeye de imkȃn yoktur.

Evet! Hiç inkȃr edemiyoruz ki, bunun sebebi, başta devlet eğitimi, zaruri ihtiyaçlar ve onu dünyaya bağlayan bir sürü çekici kuvvetler onu maddeye bağlamışlar. Bundan insanların çoğunu dünyanın cazibedarlığı kendine bağlamak için onları peşine koşuyor. Ya’ni insana neyi tanıttı iseniz o onu tanıyor. Şimdi insanımız o hale düştüğünü düşünmüyor ki: Mâneviyattan hissesini alması için, ya Allahın rahmeti ile gururu bırakıp ciddi bir arayış neticesinde olacak, veyahut Allah ona sebep gönderip yolunu bulduracak. Veya hangi hayırhah bunun kolundan tutup herhangi cemaatin sohbetlerine götürüp hakikati öğrenmesine sebep olacak. Bu da istihkak (hak etmeyi) ister. Yani ya annesi, babası veya herhangi  mübarek zatın duasını kazanacak, veya dediğim gibi gururdan kurtulup başını eğerek arayış içinde olmanın neticesinde, Allahın rahmeti ile o hazine elde edilir.

   Yoksa o insanda bu bahsettiğimizin hiç birinden nasibi olmamış ise, yalnız okuldaki materyalist eğitimle kalıp ma’neviyatla onun şahsiyeti gelişmedi ise, (Allaha çok şükür, mitliyiz şimdiki idare okullara manevi dersler yolundadır.)  onu arkadaşları ve çevresi olumsuz yerlere götürmek için peşlerine çekmeye hiçte zor olmaz. Onu çekenler, eğer herhangi menfâat ona gösterdiyseler, o zaman sapmasi için iş daha da kolaylaşır. Çünkü mantığını kullanıp önündeki ölümü görmeyenler, dini vecibelerden uzak ve rahat yaşamayı bırakıp, ibadet külfeti altına niye girsin ki? Bu vaziyette olan bu insan ecnebiler gibi sefahete boğulmak ona çok kolay gelir.

Çünkü mademki insan dili altında saklıdır. O dilin de konuşacağı ancak kulağından, gözünden veya hayat tecrübesinden kafasına yüklediğinden başkası değildir. Yani bu insan ya kitaptan okuduğunu ya hayati tecrübelerini ve yahut bilenlerden dinlediğini bilir. Bunun dışında neyi bilebilir ki? Evet bu insan, hiç bilgi başına almadı ise, Nefsinin emri ile olumsuz şeylerden başka şeyleri, başkasına aktaramaz. onla iftihar eder . Bu iki-üç kaynaktan gelen bilgilerin de faydalı olması için, rastgele alınmamalı. Kitap okurken bakacağız bu kitabi kim yazdı, ne için yazdı, ve o kitap bize manevi bilgiler veriyorsa o kitabi yazan adamın İslami yaşayışı var mıydı eğer yok idiyse o kitabın insanda ıslahat yapması zorlaşır. İşte biz bu şartları öğrendikten sonra dini kitapları okuyacağız ki faydasını görelim.

            Ma’nevi bilgileri dinlemeye gelince: Az önce dediğim gibi, bildiklerini pratiğe koymayandan ve kendi bildiklerinden faydalanmayanların sözleri, bilgisiz kimselerde bazen fayda yerine zararlı olur. Görmüyor musun ki çoğu kendini rahatlamak için, filan hacı şöyle, filan hacı böyle yapıyor demiyor mu? İşte bahsettiğim bu ma’nevi dersten, yani sağlam yerden bilgi alacan ki kafa kalp ve bütün duyguları hissesiz kalmasın, Çoğunun yaptığı gibi peşin hükümlülük yapıp hislerin zevklerini tatmin etmeyi  peşin ücret görüp, cennet gibi bir mutluluğu veresiye görürse, hatta inancında da eğer şüpheler olup araya da bir acaba girdi ise, bu insan bu günkü hale düşmesi normal değil mi, sizden soruyorum? Halbuki imansızlığın verdiği vahim neticeden ötürü, her gün Avrupa ve Amerika’da o kadar insan Müslüman olurken, şehit torunu olan bu genç kardeşler, ve Allaha şükür her tarafımızda dindarlar varken, bu kardeşler dinden uzak bir hayat nasıl yaşayabiliyorlar.

           Ama ne yazık ki, istemeyerek ta olsa kulaklarına giren ölüm haberleri onların hayat tatlarını bozuyor. Onlarda, onu düşünmemek için, kendilerini ya sarhoşluğa veya eğlenceye atıyorlar. Laikliğin ana prensibi dindarı da dinsizi de serbest bırakmak iken, Türkiye’mizde laiklik kötüye kullanılarak, halkın fıtri ihtiyacı olan hak dinden uzaklaştırılınca, bu necip milletimizin insanına günlük zaruri ihtiyacından başka hiç bir şey düşünmemek için medyanın ve türlü türlü gizli ellerin gayretleri son haddine varmıştır.

       Bakın dinimiz insana ilmin tahsil müddetini beşikten mezara kadar, yani hayatına tümüne tahsis ederken, Kariyer sahibi olmak için koşan bazı ehli dünyanın dışında, siz söyleyin kaç Müslüman’ın evinde kütüphane var. Hadisi şerifte imanın alameti namazdır  derken, Müslüman’ların dişi ve erkeğinde, bu yönde ecnebilerden bir fark görünmesi icap etmez mi idi. Her ne kadar dinimiz başkasına imansız demeyi tehlikeli sayıp  yasaklamışsada; yukarıda  geçen Hadisi Şerifin ölçüsüne göre biz değil, Şehit torunu olan bazı kimseler dinden imandan nasipsiz kaldıklarını göstermiyorlar mı. Öyle ya hiç kimseyi muayene ve tedavi etmeyen beyefendi Doktor olduğunu hiç kimseye yutturamaz. Hiç kimsenin saçını kesip sakalını traş etmeyen kimsenin de berberlik iddiasında bulunmasi boşa gider.

            Bunu anlatırken yine dinine ters bakıp bazı erkanı imaniyeyi, yani imanın ana prensiplerini inkâr eden bu şehit dedelerin torunları ne kadar zarar edeceklerini sizin anlayışınıza havale ederken, Türkiye’de yaşayan erkek ve kadınlara müjdeli haberim var.  Her ne kadar yalan dünyaya çeken şebekeler son hızıyla çalışıyorlar ise de; aklını kullanan tahsilli, tahsilsiz, memur ve işçilerimiz her gün küme küme kendi dinlerine sarılıyorlar. İşçilerini dindar görmek isteyen patronda çalışanlar şöyle dursun, dininden nasibini almayan patronda çalışan bacılarımın da patronuna posta koyup beni İslam kıyafeti ile kabul edersen ve namazıma mani olmazsan çalışırım yoksa çıkıp giderim diyenleri ise, ya mesleğinin erbabı olduğu için patronu işten atamayıp şartları kabule mecbur oluyor, veya çıkıp gittiği başka yerde fazla ücretle ve daha rahat iş bulduklarının güzel haberlerini her gün işitiyoruz.

            Bu kız kardeşlerim Fatih devrindeki kapalı kızları çok geri bırakıyorlar, çünkü bu kardeşler “batırılan bir geminin mallarıdır” kendini kurtarmaya başarana ne mutlu, bravo size, en büyük kȃrı elde etmeye siz başardınız. Zalım sırplar Bosnada, Kosovada eli kolu bağlı silahsız insanların yaşlılarını, ve küçük çocuklarını öldürürken, buradaki geçici hayatlarına son veriyorlardı,  ama o masum olanlar, buradaki birkaç seneye bedel hayata ebediye de sonsuz cenneti kazandılar. O zalimler ki, onları katlettiler ebedi, sonsuz, cehennem ateşini boyladılar. Bu benim kuru ifadelerim değil, her şeyi yoktan yaradan Allahın Kur’an’da ki, ifadeleri..   

            Amma! Şehit torunu olan kardeşlerim! Bu kurtulmaya çalışan kardeşlerin siz babaları! Evlatlarınız sakat doğmadı için ve herhangi yerde çalışıp getirdikleri paraları cebine sokup sevinirken,  din terbiyesi evlatlarına vermediği için, onları ebedi cehennemlik olmalarını seyredip bakıyorsunuz. Unutmayın ki, onları cehennemlik yaptığınız için, yalnız onlar değil siz de o cehennem ateşini boylayacaksınız.

             Bu sözümle gençleri neden sevip yaşlıların çoğuna neden küs olduğumu anlayıp beni haklı göreceksiniz hatta ve hatta gençleri kötü yerlerde de görsem onlara şefkat edip acıyorum asla onlara küsemiyorum. Bu kardeşlerimizin kurtulmaları için Allah’ımızdan ağzımızla dua ederken, kendilerine elimizden gelen fili duayı da, aman ne olur kat’iyyen esirgemeyelim. Bu yazımdan da bir damla faydalanabilirsin. Benim manevi kardeşim.

Bu yazıyı sizinle paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: