Yedi Rengiyle Kâinâtı Aydınlatan Güneş; Kur’an Ve Mu’cizeleri (VI)

KUR’AN’DAKİ İLMÎ MU’CİZELERDEN BAZI MİSALLER

3. KARA DELİKLER VE KUR’AN’IN İZAHLARI

20. yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır. Karadelikler de bunlardandır. Modern bilimin ortaya çıkarmak için çaba sarf ettiği bu konuya yüce Allah bundan 1400 yıl önce indirdiği Kuran`da dikkat çekmektedir. Yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içerisinden kaçamadığı için karadeliği en büyük teleskoplarla bile göremeyiz. Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir.

Allah, yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:
“Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.” (Vakıa Suresi, 75-76)
Karadelikler ifadesi ilk kez, Amerikalı fizikçi John Wheeler tarafından 1969 yılında ortaya atılmıştır. Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi farz ediyorduk; ancak sonraki yıllarda uzayda bizim onları görebileceğimiz ışıkları olmayan yıldızlar olduğu anlaşılmıştır. Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları yok olmaktadır. Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir:

“Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği’zaman,” (Mürselat Suresi, 8)

Asıl bu konuyu şu ayetlerde arayalım:

أَوَ لَمۡ يَرَوۡاْ أَنَّا نَأۡتِي ٱلۡأَرۡضَ نَنقُصُهَا مِنۡ أَطۡرَافِهَاۚ وَٱللَّهُ يَحۡكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكۡمِهِۦۚ وَهُوَ سَرِيعُ ٱلۡحِسَابِ ﴿٤١﴾

“41-Görmediler mi ki, şübhesiz biz (ben Azîmüşşân), yeryüzüne (kâfirlerin memleketlerine, mü’minlere yardım etmekle) geliyor, YERYÜZÜNÜ etrâfından eksiltip duruyoruz? Ve Allah (dilediği gibi) hükmeder; O’nun hükmünü geri çevirecek kimse yoktur. Ve O, hesâbı pek çabuk görendir.”

يَوۡمَ تُبَدَّلُ ٱلۡأَرۡضُ غَيۡرَ ٱلۡأَرۡضِ وَٱلسَّمَٰوَٰتُۖ وَبَرَزُواْ لِلَّهِ ٱلۡوَٰحِدِ ٱلۡقَهَّارِ ﴿٤٨﴾

“48-O gün, yer başka yere çevrilir, gökler de (başka göklere)!(1) Ve (herkes) Vâhid (bir olan), Kahhâr (kahredici üstünlük sâhibi) olan Allah’ın huzûruna çıkarlar!”

Kur’anın bahsettiği, bizim henüz bilmediğimiz ve ama yer küresinin başına gelecek olan hallerden biri de kara delikler ve kıyamettir. Kur’an, kıyameti, her gün müşahede ettiğimiz yağmurun yağışı ve çiçeklerin açışı kadar açık ve berrak bir şekilde anlatmaktadır. Nasıl ki, su kendi zararına olarak donar. Buz, buzun zararına sıvılaşır ve erir. Ruh ceset hesabına zayıflaşır ve ceset ruh hesabına inceleşir. Öyle de, kesif bir âlem olan dünya, hayat makinesinin işlemesiyle devamlı şeffaflaşıyor, latifleşiyor. Kesif olan şu âlem, hayat nuru ile eritiliyor, yakılıyor ve nurlandırılıyor. Ancak hakikat ölmüyor, suretler ve kesif maddeler gibi mahvolmuyor.

Bu kurallar gereği, Kuran, bir zaman geleceğini, kâinatın kesif olan kabuk ve suretinin değişeceğini, parçalanacağını, kıyameti koptuktan sonra daha güzel bir şekilde tazeleneceğini, ‘O gün yeryüzü başka bir şekle girer’ mealindeki İbrahim Suresinin 48. ayetiyle ve ‘Görmezler mi ki, biz muhtelif hadiselerle yer küresini etrafından eksiltip duruyoruz ve aşındırıp parçalıyoruz.’ mealindeki Ra’d Suresinin 41. ayetiyle açıkça haykırmaktadır. Dünyanın ömrü ve kıyametle ilgili araştırmalar, Kur’anın bize gün yüzü gibi anlattığı hakikatleri yeni yeni keşfetmeye çalışmaktadır.

Özetle nasıl ki su, kendi zararına olarak donar. Buz, buzun zararına sıvılaşır. Öz, kabuğun zararına kuvvetleşir. Lafz, mana zararına kalınlaşır. Ruh, cesed hesabına zaîfleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir. Öyle de: Âlem-i kesif olan dünya, âlem-i latif olan âhiret hesabına, hayat makinesinin işlemesiyle şeffaflaşır, latifleşir. Yaratıcı kudret, gayet hayret verici bir faaliyetle kesif, cansız, sönmüş, ölmüş eczalarda hayat nurunu serpmesi, işarettir ki; âlem-i latif hesabına şu âlem-i kesifi nur-u hayat ile eritiyor, yandırıyor, ışıklandırıyor, hakikatını kuvvetleştiriyor. Evet, hakikat ne kadar zaîf ise de ölmez, suret gibi mahvolmaz. Belki teşahhuslarda, suretlerde seyr ü sefer eder. Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kabuk ve suret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır. Sabit ve büyümüş hakikatın kametine yakışmak için daha güzel olarak tazeleşir. Ziyade ve noksan noktasında hakikatla suret, ters orantılıdır. Yani: Suret kalınlaştıkça, hakikat inceleşir. Suret inceleştikçe, hakikat o nisbette kuvvet bulur. İşte şu kanun, kanun-u tekâmüle dâhil olan bütün eşyaya şamildir. Demek herhalde bir zaman gelecek ki: Kâinatın büyük hakikatının kabuğu ve sureti olan gözle gördüğümüz şu alem, Allah’ın izniyle parçalanacak. Sonra daha güzel bir surette tazelenecektir. يَوْمَ تُبَدَّلُ اْلاَرْضُ غَيْرَ اْلاَرْضِ sırrı tahakkuk edecektir.

4. DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

مَرَجَ ٱلۡبَحۡرَيۡنِ يَلۡتَقِيَانِ ﴿١٩﴾ بَيۡنَهُمَا بَرۡزَخٞ لَّا يَبۡغِيَانِ ﴿٢٠﴾

“İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.” (Rahman Suresi 19-20)

Evet, ayetin ifadesi akıllara durgunluk verecek bir tarzdadır. Zira ayet-i kerime, onca fırtına ve dev dalgalara rağmen denizlerin birbirine karışmadığından haber vermektedir. Hâlbuki bırakın dalgalı denizleri, bir çay bardağında bile iki farklı sıvıyı karıştırmadan bir arada tutmak imkânsızdır. Fakat bilim, Kur’an’ın ayetlerini her zaman olduğu gibi yine tasdik etmekte ve onun Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Şöyle ki:

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız deniz bilimci Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:
“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”
Kaptan Cousteau’yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kur’an’da on dört asır önceden şu ayet-i kerime ile beyan buyrulmuştur: “İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.” (Rahman Suresi 19-20)

Yeryüzündeki bir başka su engeli türü de, tatlı su nehirlerinin denize döküldükleri haliç ve deltalarda görülür. Hem üst, hem dip akıntılarıyla birbirlerine karışması son derece mümkün olan nehirler, denizlere döküldükleri noktalardan asla tuzlu su ile karışmazlar. Eğer Allah bu iki su arasına karışmama kanunu koymasaydı, yeryüzündeki tatlı su nehirleri tuzlu deniz suyu ile karışır içlerindeki ve çevrelerindeki canlılarla birlikte yok olup giderdi.

Kur’an bu tatlı ve tuzlu suların karışmaması mucizesine bir başka ayetiyle de şöyle dikkat çekmektedir:
“İki denizi birbirine salıveren de O’dur. İşte şu susuzluğu gideren tatlı bir su, diğeri de tuzlu ve acı bir sudur. Aralarına ise, Allah, birbirlerinin sınırlarını aşmaktan alıkoyan bir engel koymuştur.” (Furkan:53)

Evet, hem denizlerin birbirine karışmaması hem de tatlı su nehirlerinin denizlere karışmaması Allah’ın kudretinin sonsuzluğunu gösterdiği gibi, bu hadisenin 1400 sene önce Kur’an’da ifade edilmesi de Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat etmektedir. Zira bu bilgiyi o asırda yaşayan bir insanın keşfine dayandırmak mümkün olmadığı gibi, o asırda yaşayan tüm insanların keşfine dayandırmak da mümkün değildir. On dört asır önce bir insanın tek başına, bilimin ancak bu asırda keşfedebîldiği bu hakikati keşfetmesi ve bunu yazması imkânsızdır.”
O halde Kur’an, asla bir insan sözü olamaz. O, yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah’ın ezeli kelamıdır.

Devam edecek

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Sende yorum yazabilirsin

%d blogcu bunu beğendi: